Prof. Dr. Baskın Oran, kamuoyunun yakından tanıdığı akademisyenlerden. Demokrasi ve insan hakları konusunda ciddi manada kafa yoran bir avuç aydının arasında yer alıyor. Bir dönem akil insanlar heyeti içerisinde de görev yapan Oran, 'çözüm süreci'nin geldiği noktayla ilgili derin hayal kırıklığı yaşıyor.
2013'ten bu yana ülkeyi, AK Parti'nin değil Tayyip Erdoğan'ın Kemalo-İslamcı ideolojisinin yönettiğini düşünüyor. Güneydoğu'da yeniden başlayan şiddet sarmalının baş sorumlusu olarak Erdoğan'ı görüyor. PKK'yı ise, Erdoğan'ın istediği politikaları uygulamasına yardımcı olacak bir zemin hazırlamakla eleştiriyor.
- Çözüm süreci sona erdi, Güneydoğu'da yeniden operasyonlar başladı. Geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kemalizm birçok şeyi başarmış ama İslam ve Kürt meselelerini halledememişti. Tersine, kaşımış ve kanatmıştı. AKP iktidarı, İslamcıların iktidara gelmesi demekti ve bu onları oda sıcaklığına getirecek, sisteme dahil edecekti.
AKP iktidara gelince AB Uyum Paketlerini herkesten daha kararlı biçimde çıkardı. Aksine şartlanmış olanlar dışında herkese ciddi bir demokrasi umudu verdi. Yepyeni bir Kürt yaklaşımı da koydu ortaya.
2013'ten (hatta, 2011'den) itibaren ise AKP iktidardan gitti, Tayyip Erdoğan'ın Kemalo-İslamist ideolojisi geldi. Stevenson'ın ünlü eserindeki, Dr. Jekyll'ın Mr. Hyde'a dönüşmesi kadar fantastik bir dönüşüm. Amaç, Tek Adam rejimi kurmak.
- Peki, Erdoğan'ı bu noktaya getiren ne oldu?
Biri dış, ikisi iç politikayla ilgili üç temel olay var. 1) Erdoğan, Müslüman Kardeşler iktidarlarının, Suriye'de de gerçekleşmesi halinde ortaya çıkacak Sünni bloğun manevi halifesi olmayı hayal ediyordu. Esad bunu engelleyince şiddete başvurdu; 2) Gezi Parkı eylemlerini kendisine darbe olarak yorumladı; 3) 17-25 Aralık skandalının açıklanması bu paranoyayı zirveye çıkardı. Gezi olaylarında, gençlerin yanına gidip "Nedir bu konu, birlikte düşünelim" deseydi, olaylar asla bu kadar büyümezdi. 17-25 Aralık'ta ise sözü edilen dört bakanın Yüce Divan'a verilmesini engellemeseydi, olaylar bu hale gelmezdi. Ama veremedi çünkü aralarında kader birliği var.
Bu üç olayla Erdoğan'ın üzerindeki yaldız uçtu. Bu arada, kendisi bir şey keşfetti: Ne kadar gerginlik ve kutuplaşma yaratır, şiddet kullanır ve hadise çıkarırsa reytinginin o kadar arttığını.
- Kürt sorunu ekseninde yaşananlara geri dönersek…
Kürt meselesinde PKK'nın ve KCK'nın çok ciddi hataları vardır, olayları yanlış yorumlamışlardır. Hendek meselesinde, kantarın topuzunu kaçırdıkları için halkı yanlarına alamadılar. Halk çatışmadan bezdi, batıya kaçmaya başladı.
Özerkliğe gelince... Özerklik ilan edilmez. Bağımsızlık ilan edilir, çünkü devletten kopmaktır. Özerklik ise, merkezi devletten verilecek yetkileri anayasaya göre yerelde kullanmak anlamına gelir. Dolayısıyla, özerklik ilan edilmez, müzakere edilir.
Ayrıca Özyönetim, Kürtlere soyut bir kavram gözükmüştür. Nasıl uygulanacağı konusunda bir fikir yok.
Erdoğan da bundan çok güzel yararlanıp sokağa çıkma yasakları ilan etti. İnsanlar dışarıya ekmek almaya, ölülerini gömmeye dahi çıkamayınca ve çıkanlar da vurulunca, umudunu yitirdi ve yılgınlık başladı.
Sonuçta her Allah'ın günü polis-asker öldürülüyor, onun karşılığında da yoğun olarak Kürtler öldürülüyor. Her iki taraf da kaybediyor, ama en çok kaybeden Türkiye.
- Özellikle genç kitlelerde duygusal bir kopuştan bahsediliyor. Bu konuyu nasıl yorumluyorsunuz?
Bundan on yıl önce taş atan çocuklar hiç dikkate alınmadılar, bugün el bombası ve molotof atıyorlar. Biz bu çocukları kazanamadık. Bu çocukları artık PKK ve KCK da kontrol edemiyor. Türkiyeli kavramına Kürtleri entegre etmek gittikçe zorlaşıyor. O yüzden Türkiye 1990'lardan daha kötü durumda.
90'larda devletin Kürt meselesindeki formülü “JİTEM + Hizbullah” idi. Bugün ise “Özel Harekat + Esadullah”. İnsanları evlerine hapsediyorlar, duvarlarına Kürt'leri aşağılayıcı ırkçı yazılar yazıyorlar. Ekmek almaya çıkan yetmişlik ihtiyarı vuruyorlar.
- Daha önce de örgüte ağır operasyonlar yapıldı. Ama Kürtlerin evlerine böyle yazılar yazılmadı. Fakat son dönemde sahaya sanki bambaşka bir kadro indi? Bir devlet nasıl bu kadar çabuk değişebilir?
Burada devlet yok, Tayyip Erdoğan var. Erdoğan Tek Adam olmak için içte ve dışta kutuplaşma istiyor. İdeolojik olarak İslamcı, yöntem olarak da 1930'ların Kemalist yaklaşımına sahip. Kadrolardan Gülenciler tasfiye edilince, alınan kadrolar şiddet dolu kadrolar oldu.
- Erdoğan değişse de güvenlik görevlileri istemedikçe o ırkçı mesajlar yazılmazdı. Acaba Ergenekon yeniden sahaya mı indi?
O mesajların yazılması teşvik edildi, o mesajları yazacak adamlar getirildi. Zaten Ergenekon hiçbir zaman devreden çıkmamıştı. Tabii, Gülen Hareketinin büyük hatası, davalarda kurunun yanına yaşın da ilave edilmesiydi. Bu durum Ergenekoncular için gökten inmiş minkudret oldu. Herkes toptan beraat etti, bir defada yirmi küsur Kürt köylüsünü boğazlattığı herkesin malumu JİTEMci subaylar bile. Sonunda Ergenekon ile Gülen Hareketi bozuşunca da Ergenekon-Erdoğan koalisyonu oluştu.
- İpler yeniden derin devletin elinde mi?
1990'larda derin devlet askerdi. Erdoğan askeri iktidardan uzaklaştırdı, -ki bundan dolayı kendisine şükran duyuyoruz- fakat bunun yerine kendi vesayetini getirdi. Bugün AKP yok artık, sadece Erdoğan var. Müttefiksiz de olmuyor, Ergenekon'u tekrar devreye soktu.
Şu anda hep Özel Harekat polislerini kullanıyorlar. Asker ancak mecbur kalınırsa kullanılıyor. Askerin daha önce yaptığını polise yaptırıyor. Asker OHAL ilan ederdi ama bunun bir hukuku olurdu. Ne gelecek ne gelmeyecek, bilirdin. Şu an en az OHAL dönemindeki kadar şiddet kullanılıyor fakat ortada OHAL hukuku bile yok. Hukuk yok. Hukuk yokluğu, en kötü hukuk düzeninden daha kötüdür.
-Öcalan, 2013'te "Tayyip Bey'in başkanlığını destekleriz" dedi. Demirtaş ise seçim kampanyasını, 'Erdoğan'ı başkan yaptırmayacağız' sloganı üzerine oturttu. HDP Haziran seçimlerinde zaferle çıktı ve ardından Öcalan ve Kandil HDP'ye vurmaya başladı. Ardından HDP oy, Demirtaş ise sempatisini kaybetti. Ve yeniden 90'lara dönüldü. Bu noktada neler yaşandı?
Erdoğan ile Öcalan arasında Kürt meselesinin suhuletle halli için bir işbirliği ortaya çıkmıştı. Muhtemelen Öcalan'a ‘Sen PKK'ya silah bıraktır, reform yapıp yerel yönetimleri güçlendiririz, barış gelir, sen de önce ev hapsine çıkar sonra politika yaparsın' dediler. Oslo görüşmeleri, akil heyetleri vs bunun sonucu.
Süreç başladı, fakat tabutlar durunca reform falan başlamadı. Çünkü Erdoğan Türk kamuoyunun oyunu kaybetmekten çekindi. Gerektiği zaman da “Kürt meselesi yoktur” veya “Dolmabahçe mutabakatı diye bir şey yoktur” deyiverdi.
Kandil zaten kendini devre dışı bırakılmış hissediyordu. Bu arada Erdoğan yönetiminin IŞİD'e canciğer, Suriye Kürtlerine ise fevkalade düşman davranışları Türkiye Kürtlerini çok rahatsız etti. Jön Kürtler kontrolden çıktı ve Gezi'den sonra boy gösteren Mr. Hyde Erdoğan'ın oy için istediği gerçekleşti: Kavga.
- Kürt hareketinin diğer ayaklarının tepkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dediğim gibi, Erdoğan rejimi bu işi Öcalan'la kotarmak istedi çünkü Öcalan elindeydi. Oysa Kürt hareketinin 4 ayağı var: Kandil, Öcalan, HDP, Diaspora Kürtleri.
Öcalan'ın pazarlığa giriştiği izlenimi oluşunca, özellikle Kandil endişelendi. Bunu duymak hoşumuza gitmeyebilir ama, Kürtler Kürt olduklarını ancak silaha sarılarak duyurabilmişlerdi biz Türklere. Aynen, ASALA cinayetlerinden önce Ermeni meselesinden habersiz oluşumuz gibi. Bu da bizim büyük ayıbımızdır, tabii.
Silahın ortadan tamamen kalkmasıyla, Kürt kimliği gözardı edilebilir endişesi oluştu Kürtlerde. Kandil, kendisi devreden çıkarılırsa bu işin 'sönümleneceğinden' korktu. Güven yok ki, devlete. Devlet utansın.
- Erdoğan, çözüm süreciyle kamuoyunu ikna etmiş gözüküyordu, niye kavga istesin?
Biz akiller heyetleri olarak, Kürt bölgeleri dışında hiçbir yerde hüsnükabul görmedik. Kemalistler, konuşmalarımız sabote ettiler, otobüslerimize taş attırdılar. Çünkü bizi AKP'nin adamı sandılar. AKP'lilerde ise tam bir gönülsüzlük, bir uzak durma vardı.
Sonunda Erdoğan, yaptırdığı anketlerde, bu meseleyi suhuletle halletmek istemenin kendisine Türk kamuoyunda oy kaybettirdiğini gördü.
- Erdoğan'ın masayı devirmesinin sebebi oy kaybettiğini görmesi mi?
Tamamen. Her hafta yaptırdığı kamuoyu araştırmalarının kendi kafasında uyandırdığı izlenime göre politika tespit ediyor.
-Bu kadar basit mi her şey?
Bu kadar basit. Erdoğan'ın kafasında tek bir şey var: Tek Adam olmak. Tüm iç ve dış politikaları buna göre şekillendirmekte.
-Peki, Örgüt de şiddeti tırmandırarak, Erdoğan'ın bu politikaları uygulamasına müsait bir zemin meydana getirmedi mi?
Evet. Hem de nasıl çanak tuttular! Nasıl olur da Erdoğan'ın kavga etmekten beslendiğini, kuvvet aldığını bu kadar göremediler, hayrettir.
."Dış politika da iç politika için kullanılıyor"
- Dış politikada da büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor...
Başka ülkeler için kesin konuşamıyorum ama, en azından Türkiye'nin hiçbir döneminde dış politika, iç siyasal amaçlar için bu kadar sistematik, sürekli ve trajik biçimde kullanılmamıştır. Erdoğan dışarıda sürekli gerginlik yaratıyor ki, içeride yarattığı gerginliğe ilave olsun ve o milliyetçi aort damarı kendisini desteklemeye devam etsin. Sadece milliyetçi-muhafazakarları kastetmiyorum. O damar fevkalade laik olsa bile milliyetçiliğe bayılıyor, tek farkı, kendisine “ulusalcı” diyor.
Erdoğan nasıl yapıyor, mesela Suriye Kürtlerini boğmak istiyor. Mesela Rus uçağını düşürüyor, mesela durup dururken Irak'taki küçük askeri eğitim birliğine takviye yapıyor. Bütün olay Irak'ta Türk bayrağını dalgalandırarak reyting yapmak.
Ama plan tutmadı, ABD ve Rusya birleşerek Türkiye'yi püskürttü. Erdoğan herkesle, KKTC'yle bile kavga ederek kantarın topuzunu o kadar kaçırdı ki, şimdi hiç olmazsa ABD desteğini elde edebilmek (ve biraz da, tehlikeye girebilecek doğalgaz temini) için İsrail'e sürtünmeye başladı. Van Minüt İsrail'e.
- Rus uçağının düşürülmesi de mi yine 'reyting' meselesi?
Rus uçağının düşürülmesi akıl alır şey değil. Bütün Osmanlı dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti boyunca devletin çatışmaktan kesinle kaçındığı bir ülke vardır: Rusya. Fakat Erdoğan, bu gerginlik politikasının milliyetçiliği kamçıladığını ve bunun kendisine yaradığını görüyor. Bu düşürme olayında aldığı destek de bunu doğruluyor: Yüzde 91,6!
Belgeler yayınlanıp da aksini kanıtlayana kadar, Rus uçağının düşürülmesini de böyle yorumlamakta beis yoktur
- Başkanlık sistemi tartışmaları da gündemdeki sıcaklığını korumaya devam ediyor. Erdoğan nasıl bir başkanlık istiyor?
K. Amerika sitemindeki denge mekanizmalarını Erdoğan istemez. Parlamento - Yargı – Özgür Medya üçlüsü orada Başkan'ın elini kolunu kontrol eder, bağlar. Bizde Erdoğan Meclis'i tam 5 ay çalıştırmadı. Yargı'yı, HSYK ile kontrol altına aldı ve bunun zirvesi de Sulh Ceza Hakimlikleri oldu. Medyayı zaten hiç konuşmayalım, lüzumsuz olur.
O yüzden, Amerikan tipi başkanlık istemiyor. G. Amerika tipi başkanlık istiyor. Tek farkı, askere değil polise dayalı bir G. Amerika düzeni.
"Gülen'e terörist demek aklımızla alay etmek demek"
- Erdoğan'ın Gülen Hareketi'ni 'terörist' ilan etmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Gülen'e terörist demek, bana kötü bir şaka gibi geliyor. Aklımızla alay ediliyor. Bu kadar da olmaz. Eskiden insanları kötülemek için 'komünist' denilirdi, şimdi 'paralel' deniliyor. Hrant'ın davası bile Gülencilere vurmak için kullanılıyor, Hrant'ın ruhu acı çekiyor. Sen o cinayet gününün valisini içişleri bakanı yaptın, il emniyet müdürünü de Osmaniye'ye vali. Ödüllendirdin.
- Sizce bu süreçte Gülen Hareketi'nin hataları nelerdi?
İktidar bozar. Mutlak iktidar mutlak olarak bozar.
Gülen Hareketi iktidar oldu çünkü ilk dönemlerde Erdoğan'ın elinde kadro yoktu. Gülen Hareketi kadroları böylece önemli yerlere geldi. Erdoğan Gülencilerle bir olup, asker vesayetini tasfiye için Ergenekon'un başına çöktü.
Fakat burada Gülenciler gereksiz birtakım insanları da davaya dahil etti, lüzumsuz tutuklamalar yaptı. Ayrıca, kendi aleyhine olan yayınlanmamış kitaplara bile el koymak gibi çok tatsız işler sergiledi. Büyük hata.
Fakat 7 Şubat ve sonra da Gezi/17-25 Aralık olaylarıyla Erdoğan'ın Tek Adam sendromu patlak verince, bu koalisyon çatladı. Bunun sonucunda hem yukarıda söylediğim gibi Ergenekon davaları toptan beraatla sonuçlandı, hem de Gülencilerin yerini yetersiz ve şiddet dolu kadrolar aldı. Ayrıca adam yokluğundan, akrabalar.
-Böylece Erdoğan yeni bir müttefik mi buldu?
Bulmak zorundaydı. Hazırda da Ergenekon kadroları vardı. Şiddet zaten kendisine yarıyor. Ergenekon da şiddet üzerine kurulmuş bir olay. Ama bunu biraz zor devam ettirir Erdoğan. İnsanlar korkularından konuşamıyor ama, olay birdenbire çöker.
Gülen Hareketinin hatalarına dönersek, daima devletçi, milliyetçi oldular. Kürt özgürlük hareketinin karşısında oldular. Diğer yandan, gayrimüslimlere yaklaşımları milliyetçilerle ve Kemalistlerle karşılaştırılamayacak kadar yumuşak oldu, o da başka.
Gülen Hareketi devletten ayrıldığı anda iyot gibi ortada kaldı. Bütün bu olumsuzlukların iyi tarafı şu ki, Hareket bundan sonra kendisine bir çekidüzen verebilir. Devlet sırtını dayayarak aşırılıklar yapmamayı öğrenir. Gerçek bir sivil toplum hareketi olur. Bundan sonra yapacaklarını da demokrasiye inanan insanlarla koalisyon kurarak gerçekleştirir.