Eski Osmanlı Arşivi Genel Müdürü Prof. Dr. Atilla Çetin, vefatından hemen önce Yedikıta dergisine verdiği röportajda, tarihçilerin arşivciliğe, arşivcilerin ise tarihçiliğe soyunduğunu belirtti. Çetin, "Türkiye'de sentez tarihçiliği yapılmıyor. Tarihçiliğin ve arşivciliğin yorumculuğa dönmesi lazım." dedi.
Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi, Ağustos 2015 sayısında hayatını öğrencilere ve Osmanlı arşivine adayan Prof. Dr. Atilla Çetin'in vefatından önce verdiği son röportajını yayınladı. Osman Doğan ve Soner Demirsoy'a tarihçiliğe dair önemli açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Çetin, doğumundan hayatının son anlarına kadarki hayatının önemli anlarını, eğitim mücadelesini, öğretmenlik yıllarını ve en önemlisi de hayatını adadığı arşivcilik macerasını, yaşadıklarını anlattı.
Batıdaki arşivcilikle bizdeki arşivciliği kıyaslayan Prof. Dr. Çetin, "Arşivlere Batı dünyası büyük önem verir. Modern anlamda Osmanlı Devlet Arşivi 1846'da Mustafa Reşid Paşa'nın gayretiyle açıldı. Halbuki ben bir Arapça kitapta gördüm ki, 1826'da, yani bizden 20 sene önce Mehmed Ali Paşa, Kahire Kalesi'nde kocaman bir arşiv binası yapmış; adı da Defterhane. Biliyorsunuz Osmanlılar bazen arşiv anlamında "defterhane" derlerdi." diye konuştu.
Devletin yaşaması için arşivciliğin önemli olduğunu kaydeden Çetin, "İyi işleyen bir arşiv olmazsa siz ne vergi alabilirsiniz, ne vatandaşı askere gönderebilirsiniz, ne de sosyal ya da siyasî düzeni sağlayabilirsiniz. Dolayısıyla, Halil İnalcık'ın da söylediği gibi, büyük devletlerin arşivi vardır; büyüklük iyi işleyen arşiv sayesinde olur." şeklinde konuştu.
Türkiye'deki tarihçilerin monografi tarihçileri olduğunu, bir nevi arşivcilik yaptıklarını kaydeden Çetin şunları söyledi:
"Biz büyük tarihçi değiliz. Bizler sentez tarihçisi değiliz. Bizler monografi tarihçisiyiz, bir konuyu alırız büyüteç altında onu genişletiriz. Bu sentez tarihçiliği olmaz. Biz Batıdakiler gibi, Bernard Lewis gibi sentez tarihçisi değiliz. Önemli olan sentez tarihçiliğidir. Tarihçiliğin ve arşivciliğin yorumculuğa dönmesi lazım; o da zor iş, zahmetli iş. Sonra bir de şunu söyleyeyim; arşivcinin rolü başkadır, tarihçinin rolü başka. Şimdi Türkiye'de tarihçi arşivciliğe soyunmuş, arşivci de tarihçiliğe… Hayır. Bunlar birbirini tamamlayan, destekleyen iki meslek. Ama arşivcinin rolü ayrıdır. Arşivci elindeki belgeleri toplar, doğru olarak tasnif eder."
'TARİHİ MİLLETE DOĞRU ANLATMAK LAZIM'
Televizyonlardaki tarih programlarına da değinen Çetin, "Millete doğru yolu göstermek lazım. Görevlerimizden bir tanesi de odur. Biz büyük bir devletin mirasçısıyız. Roma'da Bizans'ta çeşitli dillerin olması, çeşitli kavimlerin olması gayet doğaldır. Roma'da da aynı, Bizans'ta da, Osmanlı'da da." diyerek bilmeden anlamadan yapılan yorumları eleştirerek şunları söyledi: "TV'de biri çıkmış, kaşıyor yarayı. Osmanlı'da 38 tane dil vardı, diyor. Olacak. 40 da olur. Ama onları birleştiren iki unsur var, bir dil; yani engin bir Türkçe. İkincisi de din. Milliyeti ne olursa olsun, devlet kadrolarında esas, İslam olmak. Valide sultanlara çamur atıyorlar. Türkçesi yamuk olan bir valide olur mu? Saraya girdikleri zaman onlara önce Türk dili öğretiliyor. Bir hanım sultan kalkacak, Kanuni'ye Sülüman diyecek… Böyle bir şey olabilir mi? Bir, dili; iki, dini öğretilir. Leyla Saz'ın kitaplarına bakın, bütün cariyeler genç yaşta namazlarını kılarlar, oruçlarını tutarlar…
'EN BÜYÜK HAYIRLARI HANIM SULTANLAR YAPTI'
En büyük hayırları, vakıfları valide sultanlar yaptı. Kadın ömründe Kahire'yi mi görmüş? Mektep, sıbyan mektebi, cami ve saire yaptırmış. İpşir Mustafa Paşa; eşkıyalıktan kalktı geldi, parası var. Diyorlar ki burada bir hana ihtiyaç var, hemen yapıyor. Pertev Paşa; şurada kıyıya yakın camisi var. Diyorlar ki buraya bir cami yapalım. Adam buralı değil, belki Bosnalı ama yaptırıyor. "İbadullaha hayrım olsun" diye yaptırıyor. Bu fikirler unutulmuş gitmiş. Ondan sonra tarih programı olur mu? Ama bizi birleştiren iki unsur var: Dil ve din. Dolayısıyla tarihî gerçekleri olduğu gibi söylemek ve millete anlatmak lazım."
Osmanlının dil ve dinle kendi kültürünü de her tarafa taşıdığını anlatan Çetin, "Yemen'de bilmem nerede, bürokraside dil aynıdır; yani Türkçe. Hiç değişmez. Kadıların tuttuğu defter bazen Arapça oluyor, şer'iyye sicilleri. Ama buradaki adap gidiyor, erkân gidiyor, yemek kültürü gidiyor. İskender Zay vardı. Ona sorardım ne yemek yiyorsunuz? "Siz ne yiyorsanız biz de onu yiyoruz", diyor. Pırasa, kebap, baklava… Git Yunanistan'a, o da aynı. Git Bulgaristan'a. Bulgarların ev levâzımatı yani yatak döşek vesairesi hep Osmanlı'dan geçme. Hatta bir kısmı adlarıyla geçmiş. Büyük bir cihan devletinin kültürünü silemezsin. Öyle tutturdu adamlar, onu atacağız bunu atacağız..."
PROF. DR. ATİLLA ÇETİN KİMDİR?
Kandıralı bir anne ve Adapazarlı bir babanın evladı olarak 1942 yılında İstanbul Beykoz'da dünyaya gelen Atilla Çetin, babasının memuriyeti sebebiyle 20 sene kadar, Doğu Anadolu ağırlıklı olmak üzere Anadolu'nun çeşitli yerlerinde bulundu. Ortaokulu Malatya-Pütürge'de bitirdi. Liseye Adana'da başlamıştı ama babası Bursa'ya tayinini isteyince tahsiline orada devam etti ve 1961'de mezun oldu. Birlikte devam ettiği İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü ve Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'ndan mezun olduğunda tarihler 1966 idi. Kendi ifadeleriyle, "okuldan sonra öğretmenlik, ardından Millî Eğitim'den istifa ve arşivcilik macerası…" başladı hocanın. Arşivde şube müdürlüğü, genel müdür yardımcılığı ve vekilliği yapıp Fransa'da bir yıl ihtisastan sonra 1987'de İstanbul Üniversitesi'nde tarih doktoru ve 1988'de de Yakınçağ tarihi doçenti oldu. 1996'da Sakarya Üniversitesi'ne geçtiğinde profesör idi. Bu son görevinden emekli olan hoca; arşivcilik, Osmanlı tarihi, maarif ve basın tarihi, Osmanlının Arap eyaletleri ve Kocaeli-Sakarya tarihlerine dair 20 kadar kitap ve 300 civarında makale yayınladı.
CİHAN