Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül,
Harp Akademileri Komutanlığı'ndaki konuşmasında
demokrasi vurgusu yaptı. Kurmay subaylara
Mustafa Kemal Atatürk'ün sözünü hatırlatan Gül, "Yurtta sulhu sağlamanın en etkili yolu; ülkemizi her açıdan birinci
sınıf bir demokrasi haline dönüştürmekten geçer. Demokrasiyi tüm kurum,
teamül ve evrensel kriterleriyle benimsediğimiz
vakit, ülkemizde gerçek barış ve huzuru yakalayabiliriz." dedi.
Harp Akademileri Komutanlığı'nda düzenlenen konferansta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül konuşma yaptı. Konuşmasında Ortadoğu'da yaşanan gelişmelere değinen Gül, dünyada ve Ortadoğu'da yaşanan büyük dönüşüme dikkat çekerek demokrasi kavramı üzerinde durdu. Ortadoğu'da yaşananlardan herkesin
ders alması gerektiğini ifade eden Gül, "Esasen dünyadaki tüm demokratik devrimler göstermiştir ki, temel hak ve özgürlükleri genişletmek,
hesap verebilir yönetimlere sahip olmak ve hukukun üstünlüğünü tesis etmek devletleri, rejimleri güçsüzleştirmemiştir. Kısaca demokrasi olarak ifade ettiğimiz bu değerler manzumesi, bir ülkenin istikrarının,
refah ve güvenliğinin en temel teminatıdır. Ayrıca, bölgesel ve uluslararası barışın da güvencesidir." diye konuştu.
Türkiye'nin güç merkezinin Doğu'ya kayması gerçeğini dikkate alarak buna uygun stratejik
hazırlıklar yapması gerektiğini vurgulayan Gül, Ortadoğu'da demokrasi,
insan hakları ve güvenliğin oluşması için
Avrupa'daki
AGİT (Avrupa
Güvenlik ve İşbiliği Teşkilatı) gibi bir yapının kurulması teklifini gündeme getirdi.
Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözünü hatırlatan Cumhurbaşkanı, "Uzun yıllar biraz slogan havasıyla serdettiğimiz bu söz, aslında hem güvenlik politikamıza, hem de dış politikamıza
rehberlik eden bir ifadedir. Yurtta sulhu sağlamanın en etkili yolu; ülkemizi her açıdan birinci sınıf bir demokrasi haline dönüştürmekten geçer. Demokrasiyi tüm kurum, teamül ve evrensel kriterleriyle benimsediğimiz vakit, ülkemizde gerçek barış ve huzuru yakalayabiliriz. Bu bağlamda, gelişmiş bir demokrasinin sadece seçimler sonrasında çoğunluğun iradesinin icraata yansıması olmadığını belirtmek isterim. Gelişmiş bir demokrasi, anayasal düzen içinde tüm kurum ve kuruluşlar bakımından
fren ve denge
sistemlerinin hakim olduğu, hukukun üstünlüğü ilkesi zemininde temel hak ve özgürlüklerin herkes için kıskançlıkla korunduğu, adaletin gecikmeden tecelli ettiği bir düzendir. Bu bağlamda, ifade, basın ve örgütlenme özgürlüğü ile farklılıklara hoşgörüyle yaklaşmaya özellikle dikkat çekmek istiyorum." ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin birçok imparatorluğun
miras, tecrübe ve reflekslerine sahip olduğunu anlatan Gül, "Bu nedenle büyük, fakat alçak
gönüllü bir özgüven içinde olmak için haklı sebeplerimiz vardır. Aslında, 1808 tarihli Sened-i İttifak'la başlayan 200 yılı aşan bir anayasa ve
demokratikleşme tecrübemiz var. Demokrasi kültürümüz,
devrimci bir anlayıştan çok evrimci bir anlayışla gelişmiştir. Bu miras, ülkemizin demokratik meselelerini büyük bir olgunluk ve özgüven içinde ele alma imkanı tanımaktadır.
Millet olarak, milli birlik ve bütünlüğümüz ile demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin temel nitelikleri konusunda tam bir mutabakat içinde olduğumuzdan hiç şüphem yoktur. Dolayısıyla, suni ve abartılı korkulara kapılmadan, sorunların üzerine cesaretle gitmeli ve çözümlerini ertelememeliyiz. Milletimizin bekasını ilgilendiren her sorunu, çağdaş dünyanın gerçeklerine uygun olarak, demokrasi ve ortak değerlerimiz temelinde çözmek basiretini göstermeliyiz." şeklinde konuştu.
'KISIR SİYASİ KAVGALAR VE BASİRETSİZ POLİTİKALARLA YILLARI HEBA ETTİK'
Türkiye'de kısır bazı siyasi kavgalar ve politikalarla ülkenin yıllarını heba ettiğini vurgulayan Gül, "Unutmayalım ki, bu tür korkular, kısır siyasi kavgalar ve basiretsiz politikalar dolayısıyla 1970'li ve 1990'lı yılları heba ettik. Bu yıllar ülkemizin irtifa kaybettiği, gelişmiş ülkelerle aramızdaki mesafenin her bakımdan açıldığı bir dönemdir. Bizimle aynı dönemde
kalkınma yarışına başlayan bazı ülkelerin kendi mukayeseli avantajlarını geliştirdikleri, kendi markalarını yarattıkları, ekonomilerini güçlendirdikleri dönemlerdir. Son 10 yılda Türkiye'nin yakaladığı siyasi ve
ekonomik istikrarın devamı, işte bu kayıp 10 yılların telafisi için de büyük önem taşımaktadır. Bizim için mesele, sadece istikrar ve
büyüme değil, aynı zamanda bir 'yakalama' ve 'öne geçme' mücadelesi olmalıdır." ifadelerini kullandı.
'DEMOKRASİ, TERÖRLE MÜCADELENİN EN ETKİLİ YOLUDUR'
Demokrasi olmadan güvenlik; güvenlik olmadan da gerçek bir demokrasiden bahsedilemeyeceğini ifade eden Gül, "Dolayısıyla demokrasi,
terörle mücadele etmenin hem en etkili yolu; hem de kıskançlıkla korumamız gereken en değerli erdemimizdir. Terörle mücadelede taleplerini şiddete başvurmadan, demokratik sistem içinde dile getiren vatandaşlarımızı, teröre
destek veren, teröre bulaşan kesimlerden ayırmak çok önemlidir. Bununla birlikte, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmamda ifade ettiğim gibi, devletimizin
şefkat ve hukuk çerçevesinde, suçsuzlara zarar vermeden mücadele etme özenini bir zafiyet olarak algılayanlar tarihi bir yanılgı içindedirler. Bölücü
terör örgütü ve destekçileri bu yanılgıdan dönmedikleri müddetçe
terörle mücadelemiz kararlılıkla devam edecektir. Netice olarak, güvenlik güçlerimizin bugüne kadar canları pahasına ortaya koyduğu mücadele, bize terör sorununu demokrasiyi genişleterek ve toplumsal uzlaşıyı güçlendirerek çözme imkânını verecektir." dedi.
'SURİYE'DE YAŞANANLARI UZAKTAN İZLEME LÜKSÜMÜZ YOK'
Suriye'de yaşananlara karşı Türkiye'nin olayları uzaktan
izleme lüksü olmadığını dile getiren Gül şöyle devam etti: "Komşumuz Suriye'de akan kan devam etmekte; Irak'ta mezhepsel temelde siyasi istikrarsızlık yaşanmakta; İran'ın nükleer programı çerçevesinde odaklanan gerilimin sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali bulunmaktadır. Yakın komşularımızda cereyan eden bu istikrarsızlık ortamı, bölgesel ve küresel güç mücadelelerin provasının yapıldığı yeni bir
soğuk savaş sahnesine dönüştürülmek istenmektedir. Bölgedeki gerilimin sıcak çatışmalara veya iç savaşa sebep olması durumunda, yeni bir belirsizlik ve
kaos ortamının doğması yüksek bir ihtimaldir. Bu şartlar altında, Türkiye'nin gelişmeleri uzaktan izleme lüksü yoktur. Bir yandan her türlü olumsuz senaryoya karşı hazırlanırken, diğer yandan böylesine bir felaketin önüne geçmek için diplomasinin tüm imkanlarından azami ölçüde yararlanmak mecburiyetindeyiz. Dolayısıyla, Türkiye için diplomatik aktivizm ve askeri hazırlık bir seçenek değil, zorunluluktur. Yakın bölgemizde cereyan eden bu tehdit ve risklerin güvenlik stratejilerimiz bakımından yeni yansımaları olması kaçınılmazdır. Bu nedenle, gelişmeleri sınırlarımızın ilerisinde yönlendirebilecek strateji ve yeteneklere sahip olmamız şarttır."