Başbuğ’un bazen esprili, bazen ciddi, bazen gazetecileri fırçaladığı basın toplantısında,
Ergenekon davasıyla ilgili sözleri,
Türkiye’de ordunun hâlâ siyasetin merkezinde yer almak istediğini gösterdi.
Bir yandan ‘hukuka saygılıyız’ diyen, diğer taraftan Ergenekon iddianamesine eleştiriler getiren Başbuğ,
Poyrazköy’deki kazılar sonucu ortaya çıkan
silah ve mühimmatın da TSK’nın envanterinde olmadığını söyledi.
Orgeneral Başbuğ’un “Her soruya açığız” şeklindeki sözleriyle gazetecileri soru sormaya yöneltmesi bile, ‘emir eri’ olmaya alışmış bazı gazetecilere cesaret veremedi. Hatta gazetecilerin sormaya belki de cesaret edemediği “
Cihan Haber Ajansı muhabiri Lütfü Aykurt’un dağda bırakılması” olayına Başbuğ’un kendisi açıklık getirdi.
Başbuğ’un “Her soruya açığız” sözlerinden sonra en azından akredite olmuş muhafazakâr basından gazetecilerin “Ordu evlerine başörtülü anaların neden alınmadığı”, “Yemin törenlerinde çocuklarını görmek isteyen başörtülü annelerin neden tel örgüler arkasına atıldığı” sorularını sormalarını beklerdik. Hatta Ergenekon hususunda açıklama yapma gereği duyan Başbuğ’un, herhalde üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağıyla ilgili olarak da söyleyecek bazı sözleri vardı.
Bir önceki basın toplantısında “Ordu dine saygılıdır, dindarlarla hiçbir sorunu yoktur” diyebilen Başbuğ’un, Türkiye’nin kanayan yarası
başörtüsü sorunu konusunda en azından başında bulunduğu kurumda bir düzenlemeye gidebilirdi.
Hukuka saygılı, halkın değerlerini gözeten bir orduya kimse
itiraz etmez. TSK yetkilileri “Bazı kesimler orduyu yıpratmak istiyor” şeklindeki iddialarını kendilerine yöneltip, “Yoksa orduyu biz kendimiz mi yıpratıyoruz?” diye sormaları gerekmez mi?