"
Dağlıca’da gerçekleşen saldırının önü ardı araştırılmalı" diyen BBP lideri
Muhsin Yazıcıoğlu’na göre bu olay tek başına
terör örgütü
PKK’nın işi değil,
yabancı uyruklu teröristler var. Dağlıca’da Türk ordusuna planlı
operasyon yapıldı.
Büyük Birlik Partisi (BBP) lideri
Muhsin Yazıcıoğlu, 21
Ekim Pazar günü
Hakkari Dağlıca’da yaşanan terör saldırısından sonra olayın perde arkasıyla ilgili ilk bilgileri alan siyasi liderlerden biriydi. Hemen
bölgeye bir
gezi yaptı. “Dağlıca’nın önü arkası iyi araştırılmalı” dedi. O günden sonra olayın perde arkasıyla ilgili çok fazla konuşmadı. Sonra
emekli Genelkurmay başkanlarının
Kürt meselesinde ‘hata yaptık’ itiraflarıyla bezeli yazı dizileri ve tartışmalar, ardından
CHP lideri Deniz
Baykal’ın
Kuzey Irak ve Kürt sorunuyla ilgili açılımları geldi. Yazıcıoğlu,
Türkiye’nin kritik tarihî dönemeçlerden geçtiğine inanıyor. Bu sıcak anlarda şaşırtan bilgi ve yorumlarıyla dikkat çekiyor.
Askerlerin ‘yanlış yaptık’ açıklamaları için "Yanlışları görmek için emekli olmaya gerek yoktu" diyor. Baykal’daki değişimi manidar buluyor. ABD Başkanı
Bush ile
Başbakan Erdoğan arasındaki görüşmede, Büyük Orta
doğu Projesi’nin (BOP) yeni versiyonlarıyla masaya yatırılmış olabileceğini iddia ediyor. Dağlıca saldırılarıyla ilgili hassas bilgi ve iddiaları
gündeme getiriyor: Türkiye’ye ve Türk askerine operasyon yapıldı; saldırıda yabancı unsurlar vardı, PKK bunu tek başına yapmadı.
-Dağlıca’nın önü arkası araştırılmalı sözünüz var. Ve işin ucu
sınır ötesi operasyona kadar uzadı. Ne oldu Dağlıca’da?
Son dönem saldırıları önceki PKK eylemlerinden farklı bir karakter arz ediyor. PKK uzun zamandır taşeronları kullanarak yaptırabileceği; herhangi bir çobana,
yoksul bir insana para vererek yaptırabileceği risksiz eylemler ortaya koyuyordu. Mayın döşüyor,
uzaktan kumanda ve telefonla patlatıyordu. Ancak son zamanlarda vur kaç eylemlerinden farklı olarak doğrudan eylemler yapıyor.
Askerî birliklere pusu kurmak, karakollara saldırmak gibi. Kalabalık gruplar halinde geliyor,
halka da saldırdı. Sözün bittiği yerde tezkere çıktı. Dağlıca
baskını
TBMM’nin hükümete asker gönderme yetkisini vermesinden sonra oldu. 200 kişi civarında bir
militan grupla birliklerimize saldırı yapılması ve yanlarında asker de alarak sınır ötesine götürülmesi söz konusu. Bu eylemi ciddi bir şekilde irdelemek zorundayız. Eylemin şekli,
teknik imkanlar, eylemdeki militan sayısı ve eylemin zamanlaması; bütün bunlara baktığınızda burada PKK tek başına değil. Olay iyi tahlil edilmeli. Benim temaslarım sonucu aldığım bilgiler Dağlıca baskının PKK’nın tek başına bir saldırısı olmadığını gösteriyor.
-Bu bir tuzak mıydı peki?
Tabii ki, çok açık bir tuzak. Kalabalık bir şekilde geliyor,
telsiz sistemlerini bozuyorlar. Köprü uçuruluyor,
yardım gelmesin diye. Sonra askerler alınıp götürülüyor.
-
Saldırı için dünyada belli özel hareket timlerinin yapabileceği bir baskın
tipi şeklinde yorumlar yapıldı. Öyle mi?
Bunu (Dağlıca saldırısını) küçümsersek gerçeği göremeyiz. PKK’nın gücünü abartmıyorum, tam tersine bu sadece PKK’nın işi değildir, diyorum. Nereden anlıyoruz. Telsiz sistemlerimde uydu kullanılıyor, bozulması, dinlenmesi mümkün değil. Ama 3-4 saat askerler çatışıyor,
haberleşme sağlanamıyor. Aynı anda yardım gelmesin diye
köprü uçuruluyor. Yani çok planlı yapılmış bir şey. Demek ki burada askerlerimizin nerede, nasıl konuşlandığı, nasıl irtibat sağladığı hangi noktadan yardım alacağına kadar biliniyor.
-Çok teferruatlı istihbaratları var yani?
Evet, birçok konu biliniyor. Kim bu bilgiyi vermiş olabilir? (Susuyor…) Her gün orada
keşif uçuşları yapan
Amerikan helikopter ve uçakları var. Bu da biliniyor. Çünkü stratejik ortağımız. Onların fotoğraf çekmesi, bilgi toplaması zor değil, bunu aleni yapıyor. İkinci şüphe uydu sistemi bozuluyor. Bunu PKK yapabilir mi?
Hayır. Ayrıca bu eylemde yabancı uyruklu insanların bulunduğuna dair bilgiler var.
-Nedir o bilgiler?
Somut delillendirilecek bilgiler olmamakla beraber, bazı askerlerin duydukları sözlerden çıkartılan bilgiler var.
-
Yabancı dilde konuşanlar mı var?
Evet, buna yönelik çıkarımlar var. Yabancı dil kullananlar var. Bir de, daha yeni (geçen hafta)
Almanya’da PKK’nın bir derneğinde toplantı yapılıyor. O toplantıda Dağlıca baskınına katıldıklarını, görevlerini yaptıklarını rahatlıkla kendi dilleri ile anlatan
İsveç, Alman uyruklu kişiler var. Şimdi bu bir ciddi operasyondur bize yapılmış.
-
Yorumunuz nedir peki?
Şudur,
Türkiye Cumhuriyeti devleti sınır ötesine asker mi gönderecek? Diyor ki komşumuz ABD ve bazı küresel güçler; artık bu sınırlardan ötede ben varım. Bana rağmen
Ortadoğu’da bir şey yapamazsın. Sorunları çözmeye kalkışamazsın, eğer bir şey yapılacaksa benimle beraber yapacaksın. Bunun için benim konseptime uyacaksın, diyor. Yani ayağımıza kurşun sıkılarak ikaz edilmiş oluyoruz. Bu bizim ayağımıza yediğimiz ikinci kurşun.
-Nasıl?
Birincisi ilk tezkereye (1
Mart) karşılık çuvalla verilen
cevap, ikincisi ise asker gönderme kararımız karşısında yaşadıklarımız. Bunun önünü arkasını çok daha ciddi araştırmak zorundayız, dedim bu yüzden. Tahminlerle hareket edemeyiz. Tabii ki, devletin elindeki istihbaratla yapılacak yorum daha doğru olurdu. Nitekim bu olaydan sonra tezkere kasaya kondu, zamana oynandı. Soğutulmaya çalışıldı.
DAĞLICA BÖLGE İLE İRTİBATIMIZI KESMEK İÇİNDİ
-Peki Dağlıca ile Türkiye’nin
Kuzey Irak ve bölge halkı ile irtibatı mı kesilmek istendi. Operasyon tümüyle çare mi bu durumda?
Operasyon Irak’ın kuzeyindeki halkla çatışmak için yapılacak bir şey değil. Oradaki halkla Türkiye düşman olamaz. Orada sadece PKK,
Barzani ve
Talabani var diye yaklaşmak da doğru değil. Yerli halk var bir kere. Türkiye’nin elbette buradaki halkın tepkilerini minimize edecek, onlarla uzun vadede ilişki kuracak politikaları geliştirmesi lazım. Zaman zaman bazı adımlar atıldı. Birinci
Körfez Harekâtı’ndan sonra, bölgeden kaçan halkı Türkiye
misafir etmedi mi? Barzani ve Talabani’ye kırmızı pasaport verildi. Örtülü ödenekten yardım yapıldı, ticari faaliyetlere yardımcı olundu. Ancak bunlar yapılırken daha kalıcı uzun vadeli karşılıklı ilişkileri sürdürmenin yöntemleri oluşturulmalıydı. Bölgede de şiddete ve teröre karşı olunmalı, teröre yardım ve yataklık yapılmamalıydı. (Barzani ve Talabani
yönetimlerinin yanlış yaptığını kastediyor).
-Dağlıca tuzaktı diyorsunuz. Yabancı unsurlardan ve Türk askerinin tuzağa düşürülmesinden bahsediyorsak, bölgeye fevri şekilde girilmemesiyle doğru yapılmadı mı?
Ancak orada şöyle bir şey var. Sen eğer bunu yaparsan ancak benim kontrolümde yapabilirsin demeye getiriyorlar. Bunu yapmamakla, tehdide, şantaja
boyun eğmiş olursunuz. Yani Türkiye kendi iradesi ile herhangi bir şey yapamaz, ancak Ortadoğu’ya şekil vermek isteyen gücün isteğiyle bir şeyler yapılır noktasına gelinir. Burada verilene, çizilene ve ayrılan paya razı olmak noktasında iseniz sorun yok. O zaman küresel güçlerin istediklerini yaparsınız. Bu Türkiye’yi caydırıcı güç olmaktan çıkarır. Bölgesel sorunlarda kendi inisiyatifiyle aktör olamazsa uzun vadede dışlanır. Bugün menfaatlerimize uygun diye rıza gösterirsek, yarın bize uygun olmayanlara da razı olmak zorunda kalırız. Dağlıca’dan sonra Türkiye’nin
Meclis kararından vazgeçmesi şantaja boyun eğmek olur. Buna sapılmamalı.
GÜNEYDOĞU VE DOĞU HALKININ TRAVMALARINI ACİLEN İYİLEŞTİRMELİYİZ
-
Güneydoğu ve Doğu halkının da yaşadığı travmalar var, iyileştirilmeli diyorsunuz. Nedir bu travmalar?
Uzun süren terör bölgedeki vatandaşımıza çok yönlü travmalar yaşattı. Oğlu, kardeşi dağa gitti, kocası örgütçü oldu. Bunlardan dolayı evine baskın yedi. Sahiplendi, sahiplenmedi o ayrı mesele. Bunların bir kısmı çatışmalarda öldürüldü. Bütün bunlardan dolayı tam olarak belki dışa vuramadıkları; ailelerin iç derinliklerine sirayet etmiş travmalar ve çelişkiler var. Zor bir
psikolojik ortamda yaşadılar. Dolayısıyla psikolojik olarak rahatlatılmalılar, Türkiye bu tabanı şefkatle kucaklamalı; onların yaşadığı travmayı unutturacak, eğitim, ekonomi ve sosyal proje alanlarında birtakım adımlar atmalı.
-Aksi ne olur?
Terör örgütü zaten bunlardan istifade ediyor. Onlar ailelere ne kadar acı çelişki yaşatırsa o kadar başarılı olur. Çünkü bunu bilinçli yapıyor;
propaganda yapıyor. Korku, dehşet, panik oluşturarak kendi politikalarını dayatmak istiyor. Yıllardır terörden dolayı bir şekilde çocuğunu kaybeden insanlar var. Hem güvenlik görevlisi olarak şehit olanlar var. Bunlar bütün millette iz bırakıyor. Diğer tarafta,
terör örgütünün dağa götürdüğü çocuklar var. Ailelere çelişkili bir ortam yaşatıyorlar. Bunlar
toplumsal travma oluşturuyor. Türkiye toplumsal bütünleşmeyi sağlayacak tedbirler almalı. Terör örgütüne yönelik herhangi bir tavize de yanaşmamalı.
-PKK taşeronlaştı diyorsunuz. Bu aynı zamanda bölgede tabanını kaybetti demek değil mi?
Halk, yaşadığı acıların, yoksulluğun, göçün sebebinin terör olduğunu fark ediyor. Bunu daha da fark ettirmek lazım. Devlet bu alanı boş bırakmamalı.
Sivil toplum kuruluşları, teröre karşı olan Kürt aydınlarımız hep beraber bu alanı çok doğru, sağlıklı yaklaşımlarla doldurmak zorunda. Ayrıca Irak da Barzani ve Talabani’den ibaret değil. Asırlardır birlikte yaşayan, teröre karşı duran
Kürtler, Türkler var. Bunlarla sağlıklı ilişkiler kurulmalı.
OPERASYONLARIN SONUCU GEÇİCİ TAMPON BÖLGE OLMALI
-
Sınırın değiştirilmesi gerektiğini de söylediniz? Musul konusunda yeni bir
siyaset üretilmesi mi kastınız? Devlet bu talebin neresinde?
Bir kere BOP irdelendiğinde orada Türkiye sınırlarında 22 vilayetin de koparıldığı bir ‘Büyük
Kürdistan’dan da söz ediliyor. Bu
haritalar ABD subaylarının çantasında geziyor. Birileri bunları dillendirerek tartışmaya açmak istiyor. Irak Türkiye arasından geçen sınırımız,
Lozan’da bize dayatılmış, fazla da irdeleme imkânımız olmayan bir dönemde zorla kabul ettirilmiş olan bir sınır. Bu sınır korunamaz bir sınır, güvenliği sağlamak hem çok büyük
maliyet, hem de neredeyse mümkün değil. Sınır güvenliğinin sağlanmaması iki ülkenin de birbirlerine şüpheyle bakmalarına sebep olmuş. Türkiye, sırtını
Gabar’a vererek bir
savunma hattı oluşturursa, düze inerek. Uzun vadede iki ülkenin daha sağlıklı, kardeşliğini pekiştirecek şekilde yaşama imkânı elde edilmiş olur.
-Harita değişikliği mi bu?
Bu bir
toprak işgali değil, anlaşılan manada harita değişikliği, toprağı genişletme arzusu değil yani. Tam tersine güvenliğin sağlanması için bir zorunluluktur Türkiye buraya oturduktan sonra diyecek ki
evet Irak toprak bütünlüğünü koruyarak kendi içinde demokratik süreçle bir siyasi otorite çıkarana kadar biz buradayız. Bu otoriteyi muhatap alırız, onlarla oturur en makul şekilde; aynı değerleri paylaşan, asırlardır beraber yaşayan iki halkın güvenliği konusunda sağlıklı düzenlemeler yaparız.
-Geçici
tampon bölge mi öneriniz?
Dedim zaten, burası bir tampon bölge olarak sağlanmalı. Karşı tarafta böyle bir otorite olmadığı için bunu sağlayamıyor. Öyle olsa zaten bizim dağdan aşağıya inmemize bile gerek kalmaz. Ama şu anda böyle bir imkân yok. Türkiye kendisinin ve Irak’ın güvenliği için buna ihtiyaç duymaktadır. Ben bu sınır ötesi operasyonun böyle bir sonucunun olması gerektiğini düşünüyorum. Sonra Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılı olmak zaten Türkiye’nin resmî politikasıdır. Irak’ın parçalanmasından yana değildir. Ancak kaçınılmaz bir şekilde Irak’ta sınırları değiştirecek bir sonuç ortaya çıkarsa; o ihtimalde de Türkiye kendi politikalarını kullanma, dayatabilme şansına sahip olur.
-Oldu bittileri kabul etmemiş mi olur?
Bugün orada olursak, böyle bir oldu bittiyi kabul etmeyiz, hiç değilse çıkarlarımızı koruruz. Temelde Irak’ın toprak bütünlüğünden yanayız. Ancak bu statü bozulduğu takdirde eğer kuzeyde bir Kürt yapılanması oluşturulacaksa; o zaman
Kerkük ve Musul’da bir
Türkmen devletinin de kabul edilmesi gerekir. Irak’ın, yukarıda Kürt, ortasında
Sünni, aşağıda Şii devleti diye üçe bölünmesi kabul edilemez. Bu Ortadoğu’da istikrarı da sağlamaz. Etnisiteye göre yapılacaksa o zaman Kürt, Arap, Türkmen diye ayrılmalı. Yok mezhebe göre yapılacaksa; o zaman Kürtlerin mezhebi yok mu? Kürtlerinde o mezhep içinde yer alması lazım. Böyle bölünmesi lazım.
BARZANİ VE TALABANİ OTURUP KENDİNİ SORGULAMALI
Türkiye milli kültür bilincini arttırmak her yere eğitim, sağlık hizmetini götürmek, vatandaşının karnını doyurabilmesi, kendi toprağında iyi bir gelecek hayal etmesi için gerekli tedbirleri almak zorunda. Bu, terör örgütlerinin elbette harmanını engeller. Orada birtakım insanların, terör örgütüne insan kaynağı sağlamak için kullanılmasına mani olur. Milli gelir ne kadar yüksekse, insanlar inançları ile çalışabiliyor, çoluk çocuğuna gelecek sağlayabiliyorsa terör de o nispette düşer. İstismarı önler bunlar. Komşularınızla ne kadar ticaret yapabiliyor,kültürel ilişkiler geliştirebiliyorsanız, o nispette müspet ilişkiler sağlarsınız. Oradaki yöneticilerin de şiddete karşı olması lazım. Barzani böyle bir güven vermiyor. Irak’taki bölgesel yönetim de öyle. Barzani, Talabani oturup kendini sorgulamalı bu anlamda.
AKSİYON