Türkiye ne zaman normalleşir?

Normalleşme, epeydir unuttuğumuz bir kavramdı. 22 Temmuz seçimleri ardından kriz beklentilerinin boşa çıkması ve oluşan uzlaşma havası bu kavramı yeniden gündemimize soktu.

Türkiye ne zaman normalleşir?

En temel anlamıyla, siyasete doğal aktörleri dışından yapılan müdahalelerin son bulması ve işin kendi mecrasına akması olarak tanımlanabilir. Doğru, ancak yetersiz bir tanımlama. Zira siyasetteki anomalinin bazen sebebi bazen sonucu olan başka sıkıntılarımız da mevcut. Topyekûn normalleşmeye ihtiyaç var. Siyasetteki normalleşme için seçmen üzerine düşeni yaptı. Parlamento'da hem temsilde adalet hem de yönetimde istikrar sağlandı. Lider kadrosunun yakın geçmişten ders almış halleri umudu ziyadeleştiriyor. Tek aksaklık, asker-sivil bürokrasinin siyasete müdahalesini arzulayan jakoben kesim ve onların medyadaki uzantıları. Seçim sonuçları karşısında takındıkları tutum, hazımsızlık diye nitelenip geçilemeyecek boyutlarda. Halkı aşağılayan, ona ve seçtiklerine hakaretler savuran ifadeler, demokrasi tarihimizin utanç sayfalarındaki yerini aldı. Şimdilerde çarpıtarak kendilerine dayanak yaptıkları 12 Nisan açıklamaları üzerine yaşadıkları hayal kırıklığı hatırlanırsa meramım anlaşılır. Siyasetçileri Genelkurmay Başkanı'na dövdürmek için çabalayanlar karargâhtan hayal kırıklığı ile dönmüşlerdi. Basın toplantısında yüzlerine yansıyan şaşkınlık, 'Türk halkı gerekirse yeni bir ordu kurar' hezeyanına kadar varmıştı. Kısacası medyanın ivedilikle normalleşmesi gerekiyor. İlk adım çifte standart uygulamalardan vazgeçilerek atılmalı. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 'cumhurbaşkanını sindiremeyen vatandaşlıktan çıksın gitsin' sözlerine gösterilen haklı tepki, Süleyman Demirel'in, başörtülüler için kullandığı 'Arabistan'a gitsinler' sözünden neden esirgendi? Birdenbire badem gözlü haline gelen Bekir Coşkun'a 'halka ve onun seçtiklerine hakaret etmeye hakkın yok' diyemeyenlerin Başbakan'ı sorgulamaları da tek kelimeyle çifte standart. Normalleşmenin önemli bir adımı da hukukun doğal sınırlarına kavuşması. Hukuk, bazen siyasallaşmış bir jakoben, bazen iş yükü ve imkansızlıkla eli ayağı bağlanmış bir acuze olarak karşımıza çıkıyor. İşin temeli Anayasa. 1982'de kabul edildiği günden beri eleştirilen, yapılan parça değişikliklerle yamalı bohçaya dönen bir anayasamız var. Çok partili demokratik hayatımızda ilk defa sivil anayasa yapma imkânına kavuştuk. Hukuk mevzuatının, ulaştığımız demokrasi seviyesini yansıtacak biçimde yenilenmesi elzem. Fakat bu kadarla bitmiyor. Hukukun üstünlüğü ilkesi hayata geçirilmeli. Yasayı değil hukuku öncelemesi gereken adalet mekanizması, bizi yer yer 'kanunculuğu' bile arar hale getiriyor. 367 tartışmalarında Anayasa Mahkemesi'nin yasa koyucu tavrı, idari yargının yürütmeyi bloke edici içtihatları normal sınırların aşılması anlamına geliyor. Yargı; yasama ve yürütmeyi denetleyen güç olmaktan çıkıp, onlardan rol çalmaya başladı. Son halka toplumsal normalleşme. Önce bir haberden kısa bir alıntı: Kapısı açık minibüsten düşen kadın hayatını kaybetti. Onlarca insanını eşya gibi kamyon kasalarında taşırken ölüme götüren bir ülkede yaşıyoruz. Tek kişilik ölümlü kazaların haber değeri dahi taşımadığı günlerdeyiz. Bu haberi önemli kılan sadece içindeki insani figürler değil. Hoyratlığın geldiği nokta olarak tescil edilmeli. Trafik denen canavarla sinir harbinin ötesinde gerçek bir savaş veriyoruz. Harpteymişiz gibi insan kaybediyoruz. Aslında savaşı kaybediyoruz; çünkü hepimiz mağdurun değil düşmanın yanındayız. Çözümün değil sorunun parçası olmayı seçiyoruz. Trafik bir kısırdöngü, hem gerilim boşaltma yeri hem de yeniden negatif enerji depolama alanı. Hakkı esas tutan, hukukun üstünlüğünü kabul eden, doğru konumlanmış otoriteye sahip olduğumuz gün trafik sorunu da kabul edilebilir noktaya taşınacak. Yani normalleşeceğiz. BÜLENT KORUCU - ZAMAN
<< Önceki Haber Türkiye ne zaman normalleşir? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER