Sıra mikro reformda

İktidar partisi olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), seçim beyannamesini en son açıklayan parti oldu. Seçim beyannamesi tam 232 sayfa. İcraatın içinde olan parti, acaba potansiyel seçmenine 'yeni' olan ne söyleyecekti?

Sıra mikro reformda

• AKP Gaziantep Milletvekili adayı Şimşek: Mutlaka rekabeti artırmamız, mikro düzeye inmemiz, sadece imalat sanayiine değil, hizmetler sektörüne de eğilmemiz gerekiyor • IMF'ye olan ihtiyaç azalacaktır. Türkiye, izleyen dönemde mikro reformlara eğileceğinden, Dünya Bankası gibi bu alanda uzman olan kuruluşlarla daha yakın bir diyalogda olması makuldür İcraatın içinde olan parti, acaba potansiyel seçmenine 'yeni' olan ne söyleyecekti? Biz de 'yeni' bir vekil adayını tercih ettik, Başbakan Erdoğan tarafından 'vitrin adayı' olarak sunulan, seçim beyannamesinin 'Yapısal Dönüşüm Yönetimi' başlığı altındaki bölüme büyük katkısı olduğunu öğrendiğimiz Mehmet Şimşek ile görüştük. AKP Gaziantep 1. sıra adayı olan Mehmet Şimşek'i seçim bölgesinde izledik ve görüştük. Mehmet Şimşek, Gaziantep İnşaat Mühendisleri Odası'nda yaptığı konuşmada, ekonomideki gelişmeleri anlattı, sıranın mikro reformlara geldiğini vurgulayarak, "Ben bunun için geldim" dedi. Dört buçuk yıllık bir iktidar döneminin ardından, yeni bir 5 yıla talip olan AKP'nin, 'Güven ve İstikrar İçinde: Durmak Yok Yola Devam' sloganıyla sunduğu seçim beyannamesinin büyük bir bölümü, 'yapılmış işlere' ayrılmış. Yeni dönemde, yeni unsurlardan çok, uzun vadeli hedefler ön plana alınmış. 2013 yılında; kişi başı geliri 10 bin doları geçen, milli geliri 800 milyar dolara ulaşmış, enflasyonu 'düşük tek haneye' indirmiş, işsizlik oranını daha da düşürmüş, ihracatı 200 milyar doları aşmış, turizm geliri 40 milyar dolara yaklaşmış bir ülke hedeflendiği vurgulanıyor. Cumhuriyetin 100. yılında ise satın alma paritesine göre dünyanın ilk 10 ekonomisi içinde yer alma hedefi not edilmiş. AKP'nin seçim beyannamesi, iktidar olmanın da avantajıyla 'duruma vâkıf' bir görünüm çizerken, istihdam ve işsizlik konularında bize göre görece daha gerçekçi bir yaklaşımın sergilendiği bir beyanname. Bu yüzden olsa gerek, işsizlik konusunda sayısal bir hedef verilmeden, 'daha da düşürülmesi' ibaresi yer alıyor. Öte yandan, önceki yıllardaki gibi somut bir maliye politikası hedefi de (faiz dışı fazla hedefi gibi) konulmamış. 'Yeni bakış' ne olacaktı? AKP'nin 'yenisi' Mehmet Şimşek'e sorduk: Dört buçuk yılın ardından Mehmet Şimşek'in gözünden, eksik kalan icraatlar, yeni dönemin gündemi neler? Bence birinci dönemden eksik kalan, en azından reform ayağından söz edecek olursak, sosyal güvenlik reformunun geciktirilerek son bir-bir buçuk yıla bırakılmış olması. Gerçi Türkiye'de sosyal güvenlik reformunu yapmak cesaret isteyen bir şey. Aslında, tüm gelişen ülkelerde, hatta gelişmiş ülkelerde sosyal güvenlik reformu yapmak çok kolay değildir. Ben ilk kez sayın Başbakan'la 2005 yılının ekim ayında Londra'da bir Avrupa Birliği zirvesinde bir araya geldiğimde Mısır'daki sosyal güvenlik fazlasını örnek göstererek dedim ki, "Bizde de olması gerek bu. Oysa bizim çok ciddi bir açığımız var. Uzun vadeli sürdürülebilir bir mali yapı düşünüyorsak, mutlaka bu sosyal güvenlik reformunun yapılması gerek" dedim. Sayın Başbakan "Mutlaka bunu yapacağız" dediler. Yatırım-tasarruf açığı açısından bakarsanız, kamu tasarruflarını artırmak anlamında konuşuyorum, bu reformun çok kapsamlı bir biçimde uygulamaya konulması gerekiyor. Benim birinci önceliğim bu. İkinci önceliğime gelince, Türkiye'de cari açık yüksek. Bunun arkasında temelde bir takım yapısal problemler, nedenler var. Genelde, katma değeri düşük, montaja dayalı ve düşük kâr marjlı sektörlerdeyiz, ya da bu tür ürünleri üretiyoruz. Bizim mutlaka teknolojisi daha yüksek, katma değeri daha yüksek ürünlere geçmemiz lazım. 1990'lı yıllardan başlayıp, 2005'e kadar olan dönemde ülkelerarası kalkınmışlık farkını analiz eden bir çalışmam var. O çalışmalardan çıkan, ülkeler arasındaki kişi başı geliri en iyi anlatan fark, verimlilikten kaynaklanıyor. Maalesef biz de verimliliği, her ne kadar son birkaç yılda çok mesafe almışsak da, sürdürülebilirlik boyutuna çekmemiz gerekir. Mutlaka ve mutlaka rekabeti artırmamız lazım. Genellikle, Türkiye gibi ülkelerde problem varsa makro problem sayılır. Bana kalırsa, mikro düzeye inmemiz lazım. Burada sadece imalat sanayiine değil, hizmetler sektörüne çok yakından bakmak lazım. Hele perakende gibi sektörler çok kritik. Ağırlıklı olarak döviz kurunun hiç etkili olmadığı ya da az etkili olduğu, dış ticarete konu olmayan sektörlerde mi rekabeti artırmak gerekiyor? Nasıl? Üretimin temel hammaddesi rekabettir. Rekabet yenilikçilik ve yenilik için çok temeldir. Burada, bütün sektörlere giriş çıkışları basitleştirmemiz lazım. Bakın sadece girişleri değil, çıkışları da. Türkiye'de bir şirketi kapatmak beş yıl alıyor. Bana söylenen o. Bugün ziyaret ettiğim bir yerde, odadan kayıt silmek için bile yüklü ödeme istendiğinden bahsettiler. Bir başka konu, rekabetin önündeki engelleri kaldırmaktır. Rekabetin önündeki temel engeller nelerdir diye sorarsanız bana, en başında kamu sektörünün büyüklüğü var. Kamu harcamalarının milli gelire oranı yüzde 44'lere kadar çıkmış. Şimdi yüzde 30'lara kadar indirmişiz bunu. Bence bu bile yüksek. Ama ciddi bir mesafe kaydedilmiş. Bakın, son dönemlerde yani son 50-60 yılda sadece birkaç ülke çıkış yapabilmiş. Baktığınız zaman çok dikkatinizi çeken bir özellik var; kamu sektörü harcamalarının milli gelire oranı ya düşük başlamış ya da ciddi bir şekilde düşürülmüş. Aşağı yukarı her ülkede, 10 puanlık bir düşüş var. Bana kalırsa, eğer mümkünse kamu sektörünün daha da küçültülmesi lazım. Belki kamu harcamalarını kısmak zorunda değilsiniz. Ekonomi büyürken artırmazsınız. Bir başka konu, kayıt dışı. Birçok kişi, kayıt dışı denilince, bir gelir kaybı problemi olarak bakarlar. En önemlisi haksız rekabettir. Peki bu kayıt dışı ile mücadele ciddi bir siyasal irade gerektirmiyor mu? Evet. Bu konuda bazı adımlar atıldı. Dışarıdan bakınca, başarılı olamadığımız alanlardan biri. Kayıt dışına iten nedenleri ortadan kaldırmamız lazım. İstihdam üzerindeki yükler çok ağır. Beyannamede nadir yerlerde rakam vermişiz. Bu yükleri 5 puan aşağı çekmek istiyoruz. Bir başka konu, söylediğim zaman insanlar yanlış anlıyor beni, ben diyorum ki, tüketici haklarının korunması lazım. Bu, belli bir kalite ve yenilik gibi birçok anlamda sağlıklı bir sistem için çok önemli. Türkiye'nin bu konuya eğildiği kanısında değilim. Bir başka konu, çıkar grupları. Bütün ekonomilerde vardır. Bizim, çıkar gruplarını rekabet eder hale getirmemiz lazım. Rekabetin önündeki tüm engelleri kaldırmamız lazım. Bir başka konu, işgücü piyasasını daha esnek hale getirmemiz lazım. Nedir mesela? Yarı zamanlı (part-time) çalışmaya izin vermemiz lazım. Detaylı olarak bakılması gerekiyor. Bunu, oturacağız, ilgili kesimlere açık ve güzel bir biçimde anlatacağız, bunun toplumsal uzlaşmayla yapılması gerekiyor. Başbakanımızın tercihi de böyle. İnşallah, toplumsal uzlaşma sağlanır da, bugünkü durumdan daha esnek hale gelir. Bana kalırsa, fakirlikten kurtulmanın yolu, Batı'nın yüksek verimlilik modelini örnek almaktır. Bizim son üç-dört yıldan bu yana tanık olduğumuz, sağladığımız verimlilik artışı "köpüğün atılması" mıydı? Başlangıçtaki verimlilik artışı, özellikle imalat sanayiindeki verimlilik artışının nedeni, 'job destruction' dediğimiz, çalışan sayısı azaldığı için ortaya çıkan verimlilik. Ama sonraki dönemlerde, toplam faktör verimliliğinde çok ciddi artış var. 2000'den sonraki resmi dikkate alırsak, o bahsettiğimiz çalışan sayısının azalmasından kaynaklanan bir artış. 2003'den sonra olan şey, özelleştirme yapmışız, doğrudan yabancı sermaye gelmiş. Özel kesimde adaptasyon, reaksiyon çok hızlı oluşabiliyor. O yüzden, Türkiye çok farklı bir yer. Toplam faktör verimliliğini tesadüfi bulmuyorum. Ben diyorum ki, şimdi bunu program içinde sistematik bir biçimde yapalım. Bu saydıklarımızın içinde hukuk yok... Oraya gelmemiştim. Ama size tamamen katılıyorum. İyi işleyen bir hukuk sistemi yoksa çok zordur. Yani 'işleyen piyasa ekonomisi' için mutlaka lazım. (Konuştuğumuz partiye yakın kişiler, AKP'nin seçim beyannamesi hazırlanırken, Mehmet Şimşek'in rekabet konusunda bir öneri getirdiği anlattılar. Şimşek, "Herhangi bir yasal düzenleme yapmadan, onun rekabete etkisinin, yani girişimci üzerindeki etkisinin ön değerlendirme ile dikkate alınmasını, bir 'süzgeç' olması gerektiğini" söylemiş-U.G.) Fakirlikten kurtulamamış olmanın bence temel nedenlerinden bir tanesi, ekonomik kavramların doğru anlaşılamaması ya da anlatılamaması. O nedenle bizim bu bazı yanlış kanıları da değiştirmek için yoğun çaba içinde olmamız lazım. Peki bazı yaklaşımlara yakın mı duracağız? Yoksa uzak mı? Örneğin, büyük alışveriş merkezlerinin kent dışına taşınması ile ilgili çabalar vardı. Beş yıl bunu konuştuk örneğin... Bunu rekabetin sağlanması konusunda nereye oturtacağız? Şimdi onu oturtmak çok zor. Öyle bir şey olmaması lazım. İşin popülist kısmına bakarsanız, Türkiye'de çok sayıda küçük esnaf ve sanatkâr var. O insanlara kendilerine yardım etmeleri için bizim yol göstermemiz lazım. Fakat, 50 bin kişiyi, 100 bin kişiyi korumak için çok önemli bir sektörde verimliliği engelleyecek bir takım düzenlemelere gitmememiz lazım. Şahsi görüşüm böyle. Uluslararası rekabet denilince, döviz kuru bir tarafa, iş dünyamızın uzunca bir süredir şöyle bir şikâyeti var: "Maliyetlerimiz de rakiplerimizin sahip olduğu koşullara yaklaştırılsın." Burada bir şeyler yapılabilir mi? Çıkış noktası neresidir? Onun çıkış noktası yine temel prensiplerdedir. Bir kere, sektörlerdeki liberalleşmeden, deregülasyondan tutalım, özelleştirmeye kadar. Biz, ne zaman özelleştirmeden serbestleştirmeye geçersek, o zaman başarılı oluruz. Özelleştirmeden rekabete geçtiğimizde başarılı oluruz. Örneğin elektrikte yüksek oranda kayıp-kaçak var, kamuya ait olduğu için yatırım da yapılmıyor. Diğer tarafında, sosyal kaygılarla devletin hareket etmesi makul. Ancak, bunu nasıl yapacağınız önemli. Bu belli bir program çerçevesinde yapılmalı. Mikro düzeyde araştırma ve geliştirme beni en fazla heyecanlandıran konu. 2013 yılına kadar, araştırma ve geliştirme harcamalarının milli gelirin yüzde 2'sine karşılık gelen bir seviyeye çıkarılması hedefleniyor. Doğru kullanırsak, önemli bir kaynaktır. Türkiye'de tarımda çok sayıda ücretsiz aile işçisi var. Bu insanlar işgücü piyasasına geliyorlar. Orada bir şey yapmak gerekmiyor mu? Tarım sektörü Türkiye'de inanılmaz verimsiz. Çalışanların dörtte biri orada çalışıyor, ne üretiyor onda birini. Çok açık. Kabul etsek de etmesek de, bu dönüşüm, yani tarımdan işte kent merkezlerine geçiş olacak. Tabii bunu nasıl yönetiriz sorusu önemli. Aslında bu insanlar temel eğitime sahip olsalar tamam. İşbaşı eğitimle gerisini halledebilirdik. Doğu Avrupa ülkelerinde temel eğitim çok sağlam verilmiş. Biz henüz orada değiliz. Bizde daha yeni sekiz yıla çıkardık. Belki 12 yıla çıkarmak lazım. Belki içeriğine bakmak lazım. Genç nüfusa sahibiz, hâlâ bunu yakalama şansımız var. İşsizlikle ilgili pek iddialı hedefler koymadık. İşsizliğin artmaması bile başarıdır. Sorun, tarım kesiminden kent merkezlerine geçiş. Bu devam edecek. Bence ne yapıp ne edip, Türkiye'de hizmetler sektörünü geliştirecek adımlar lazım. Turizmden başka, eğitim ve sağlık gibi alanlarda, hatta finansta dış müşterilere dış talebe hizmet verecek bir potansiyeli var. Örneğin demiryollarını iyileştirirseniz, bu defa demiryolları ile uçaklar arasında, demiryolları ile otobüsler arasında rekabet olur. Özelleştirme rekabete kaymalı diye bakıyorsunuz. Bu fotoğrafta kamu işletmeleri nerede olmalı? Zaruri, stratejik ya da o anlamda önemli bir pozisyonu yoksa, bence kamu işletmelerinin tümünün gözden geçirilip elden çıkarılması gerekir. Elden çıkarılamayacak olanlar? Özelleştirilemeyenleri ticarileştirmek lazım. Profesyonel insanlar atayacaksın, performansa dayalı çalışacaklar. Başarılı olanları ödüllendireceksin. Küreselleşme bir gerçek. Tersine çevirmek zor. Konu şu; bu var, biz de entegre olmuşuz. Onun için bu tehlikeleri en aza indirecek, fırsatları da en fazlaya ülke lehine kullanacak çaba içerisine girmemiz lazım. Buna girerken de, iş ortamının iyileştirilmesi, rekabetin artırılması, yeniliğe teşvik etme, bunlar çok zaruri şeyler. Biz bunu başarabiliriz. Kamu işletmelerinin daha rasyonelleştirilmesi lazım. Merkez Bankası-Hükümet ilişkisi... Batı'nın en gelişmiş ülkelerinde nasılsa öyle bakmamız lazım. Mevcut yapı korunmalı, bizim Merkez Bankası'nın işini kolaylaştıracak mikro reformları yapmamız lazım. Hizmetler sektöründe fiyat katılığı var değil mi? Niye katılık var? Demek ki rekabet iyi değil. Yüksek verimliliğe dayalı modele doğru gidersek, rekabetin önündeki engelleri kaldırırsak, inanın bana enflasyon makul düzeye gider. Merkez Bankası çok eleştiriliyor. Bence çok erken. Enflasyonun ihmal edilebilir bir seviyeye indirilmesi gerekir. Merkez Bankası'nın taşınması konusu... İstanbul'a taşıma konusunu, bu tartışmayı çok anlamlı bulmuyorum. Bunu çok abartmamalıyız. Her şey elektronik hale geldi. Bir tarafta ise İstanbul'da olması, gözden uzak olması iyi olabilir. Ekonomi yönetiminin farklı ellerde olması... Ben detaylara girmeyeyim isterseniz. O birimlerin etkin oluşu ya da etkisizliği farklı ellerde olmasından mı kaynaklanıyor onu bilemem. Öyle bir ihtiyaç varsa, bir araya getirmek etkinliği artıracaksa yapılmalı. Güçlü bir bakışım yok. IMF ilişkileri... Şu anda işleyen bir program var. Mayıs 2008'de o günün şartlarında düşünülür, bakılır. Konu, programın uluslararası boyutta kredibilitesiyle ilgili. Eğer Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidar olursa, 'policy credibility' anlamında sorunumuz olacağını zannetmiyorum. O çerçevede, IMF'ye olan ihtiyaç giderek azalacaktır. Bana kalırsa Türkiye bundan sonraki dönemde mikro reformlara eğileceği için, Dünya Bankası gibi bu alanda daha uzman olan kuruluşlarla daha yakın bir diyalogda olması makuldür. Dış kaynak... Ben genelde, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin temel sorununun kaynak olduğu kanısında değilim. Siz ortamı değiştirin, doğru şeyleri uygulamaya karar verin, gerek iç tasarruflar, gerekse dış tasarruflar harekete geçer. Esas sorun, o kaynakları harekete geçirecek dinamiklerin kurulamamış olmasıdır. * * * * * 2013 Türkiyesi büyüklükleri 2013 yılında; • Kişi başına geliri 10.000 doları (satın alma gücü paritesine göre 15.000 doları) geçmiş, • Milli Geliri 800 milyar dolara ulaşmış, • Enflasyonu 'düşük tek haneye' indirmiş, • İşsizlik oranını daha da düşürmüş, • İhracat 200 milyar doları aşmış, • Turizm geliri 40 milyar dolara yaklaşmış bir Türkiye hedefleniyor. • 2023 yılında satın alma paritesine göre milli hasıla büyüklüğü bakımından Türkiye'nin dünyanın ilk 10 ekonomisi içinde yer alması hedefleniyor. • Türkiye'nin ihracat hacmini 2013 yılında 200 milyar doların üzerine, 2023 yılında ise 500 milyar doların üzerine çıkarmak hedefleniyor. * * * * * AKP'nin ekonomi politikası hedefleri • Vergi politikalarında öngörülebilirliğin artırılması • Vergi mevzuatının sadeleştirilmesi • Kayıtdışı ekonomi, yolsuzluk ve kara para ile mücadelenin sürdürülmesi. • Belge düzeninin oturtulmasındaki en büyük engel olarak görülen damga vergisi başta olmak üzere işlemler üzerindeki vergilerin kademeli olarak kaldırılması. • Yatırımların ve istihdamın desteklenmesine yönelik politikalar çerçevesinde, mali disiplin de dikkate alınarak, istihdam üzerindeki vergi ve benzeri yüklerin düşürülmesine yönelik düzenlemelerin yapılması • Sosyal harcamaların toplam kamu harcamaları içindeki payının artırılması • İşveren üzerindeki vergi, prim ve benzeri yüklerin azaltılması • İşsizlik Sigortası Fonu'nu istihdamı geliştirecek yatırımları özendirme ve işgücü piyasasının ihtiyaçları doğrultusunda kişilere beceri kazandırma amacıyla harekete geçirilmesi • İşsizlerin bu fondan daha kolay, daha uzun süreyle ve daha fazla yararlanmasının sağlanması • Yurttaşların gelir durumu ve geçim şartlarını da içeren 'Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi', sosyal yardımlaşma ve dayanışma kapsamında üretilen envanter ve yoksulluk profili tespitine dönük çalışmaların birleştirilmesi. Bu şekilde oluşturulacak merkezi bilgi sistemi ise özellikle sosyal güvenlik şemsiyesi altında olan nüfusa toplu bir bakışın mümkün kılınması. UĞUR GÜRSES- RADİKAL
<< Önceki Haber Sıra mikro reformda Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER