Geçmişin zerafeti yerini zamanla “
Limon gibi sıkılmayın”,“Herkese iki anahtar”, türünden
pazar yeri çığırtkanlıklarına bıraktı. Profesyoneller şimdi bilinç altına hitap ediyor.
Yirminci yüzyılın büyük siyasi hareketleri,
propagandayı bir sanat haline getiren liderlerin omuzlarında yükseldi. Ancak milyonların meydanlara döküldüğü yıllarda Türkiye'de tek parti rejimi hüküm sürdüğü için, propaganda da tek yönlüydü.
CHP'nin kitlelere ulaşmak gibi bir problemi yoktu. Hükümetin, devletin ve bürokrasinin tek sahibi olarak tüm kitle
iletişim araçlarını
denetleme olanağına sahipti. 1946'da çok partili hayata geçilmesiyle birlikte Türkiye'de her şey geri döndürülemez bir biçimde değişti. Türk
siyaseti propagandanın gücünü keşfedecek, kitleleri kazanmanın, meydanları ve sandıkları doldurmanın yöntemlerini her geçen gün daha fazla geliştirecekti.
İlk genel
seçimlerden bu yana öyle
kampanyalar düzenlendi ki, birçok parti hem tek başına
iktidarı yakaladı hem de hafızalarda yer etti.
Yeter! Söz milletin
1950 genel seçimlerinden ezici bir zaferle çıkan
Demokrat Parti, birçok siyasi tarihçiye göre iki medya ve tek bir sloganla iktidara geldi. Yani
afişler,
radyo ve “Yeter söz milletindir” sloganı. Bu slogan, siyasi tarihimizin en etkili
mesajı olarak kabul edilir. “Yeter söz milletindir”, toplumun çok haklı bir özlemine
cevap veriyordu. Halk, 27 yıl boyunca iktidarda olan CHP'nin uyguladığı
ekonomik ve politik programdan her ne pahasına olursa olsun kurtulmak istiyordu. DP'nin sloganı,
Hitler sonrası değişen dünyaya ve Türk
halkının beklentilerine birebir uyuyordu.
Sloganın sahibine sürgün
Sloganın ve afişin sahibi olan
Selçuk Milar, günümüz PR uzmanlarının üstadı olarak kabul edilir. Teknik Öğretim Müsteşarlığı'nda memur olarak çalışan Milar, yaratıcılığının bedelini CHP'nin
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali
Yücel tarafından sürgüne gönderilerek ödedi. DP kampanyaları ardından, Milar'ı makamına çağıran Yücel, önce afiş için
tebrik ettikten sonra, Milar'a “Aslında sizden biz yararlanmak isterdik” dedi. Ancak Milar, “Eğer CHP'den böyle bir istek gelseydi kabul etmezdim” diyerek izin istedi. Bu olaydan 20 gün sonra Urfa'da bir şantiyeye tayininin çıktığını öğrendi.
İlk profesyonel kampanya
İlk profesyonel seçim kampanyası 5 Haziran 1977 seçimlerinde Adalet Partisi tarafından yaptırıldı. Cenajans bu kampanyada ilk kez ses kasetleri ve basın ilanları hazırladı.
Televizyon da ilk kez bu seçimlerde parti propagandalarına açıldı. 77 seçimlerinde yükselen
sokak çatışmaları, AP'nin seçim propagandalarına damgasını vurmuştu. Bu seçimlerde AP,
mektup biçiminde hazırlanan afişlerle halktan oy istedi. Mektup afişlerden en dikkat çekeni ise, okumak isteyen bir gencin annesine ülkedeki çatışmalara karışmayacağını anlattığı “Canım anacağım” başlıklı afiş oldu. AP bu dönemde rejimin tehdit altında olduğu inancındaydı.
Orta direk mevzuat hazretlerinden kurtuldu
12
Eylül darbesinden üç yıl sonra demokrasiye geri dönüldü. Artık siyasi sahnede Turgut
Özal vardı. Özal'ın tek başına iktidarla çıktığı 1983 seçimlerinde rakibi bürokrasiydi. “Mevzuat hazretleri” başlığıyla bastırdığı afişlerde bürokrasinin yurttaşa çıkardığı engellerin kaldırılacağını, iş bilir ve becerikli bir kadronun iş başına getirileceğini ilan etti. “Orta direk”in güçlü desteğini arkasına alan Özal, iktidara gelince söylediklerini büyük ölçüde yaptı.
ANAP dönemi seçim kampanyaları birçok yeniliği de beraberinde getirdi. Artık vaatlerin yerini icraatlar almıştı. Bu dönemde “işbitiricilik”, “orta direk” ve “çağ
atlama” kavramları kısa sürede hafızalara yerleşti.
Kalemin sırrı
ANAP'ın kampanyası siyasi iletişimde yeni bir yol olan “star stratejisini” de hayata geçirdi. Özal siyasi bir
yıldız olarak yeniden doğmuştu. Kampanyayı düzenleyen ajans, Özal'ı
kamera karşısında duruş ve konuşma konularında eğitime aldı. Deneme çekimlerinde Özal'ın konuşurken el-kol hareketleriyle yüzünün önemli bir bölümünü kapattığı fark edilince, eline bir
kalem verildi. Kalem Özal'ın
hesap kitap bilen lider imajını pekiştirirken, sonraki yıllarda da ayrılmaz bir parçası oldu.
Adil düzenle iktidara
'Yeni bir dünya' sloganıyla 1991 seçimlerinde fena sayılmayacak bir başarı yakalayan
Refah Partisi, 1995 seçimlerine “Adil düzen” sloganıyla katıldı. Enflasyonun yüzde 150'lilere tırmandığı 95 yılında kapitalist sistemi eleştiren bir söylem tutturan Refah Partisi'nin kampanyası büyük ilgi gördü.
Yolsuzluk skandallarının birbiri ardına patladığı yıllarda “Adil düzen” sloganı merak uyandırmıştı. Partinin seçim stratejisi ise, ilk kez lideri öne çıkarmadan çeşitli sosyal katmanlardan insanları afişlere yerleştirerek mesaj vermek oldu. İşçi,
köylü, esnaf afişleriyle halkın sorunları halkın dilinden anlatıldı.
İcraat in hamaset out
Tayyip Erdoğan: Günümüzün liderlik kriterlerine en fazla uyan siyasetçi,
Başbakan Erdoğan. İcraata dayalı konuşmaları çok etkili. Örneğin en son yaptığı
ulusa sesleniş konuşması, içinde hamaset olmayan çok yerinde bir konuşmaydı. Geçmişte liderler her şeyden anlamak zorundaydı, çünkü dönemin koşulları böyleydi. Ama artık uzmanlaşma var. Bu dönemde her şeyden anlayan lider imajı olmaz. Her şeyden anlayan kadrolara sahip liderlik olabilir. Erdoğan'ın etrafında gerçek liderlik tablosu sergileyebileceği bir
ekip de var. Halk artık bu türden liderliğe önem veriyor, tek tabanca mantığı ilgi görmüyor.
Deniz Baykal: Yeni liderlik anlayışına gösterilebilecek en kötü
model Deniz Baykal. Baykal'ı şahsi olarak beğeniyorum. Yaşına rağmen
genç görünüyor,
spor yapıyor, yakışıklı, düzgün konuşuyor. Muhtemelen iyi bir insandır, iyi bir babadır ancak çağımızın liderlik anlayışına kesinlikle uymuyor. Daha çok 40'lı yıllara ait bir tarzı var. Hala genel
başkanlık yapıyor olması şaşırtıcı.
Erkan Mumcu-Mehmet Ağar: Erkan Mumcu, siyasi iletişim yöntemlerini iyi bilir ancak uygulamada sorunları var. Biraz zor anlaşılıyor, çünkü siyasetçiden çok akademisyen gibi konuşuyor. Bir
tanıtım filmi vardı; masada konuşurken, onca işi arasına bir de siyaseti sıkıştırmış, 'hadi bir de siyaset yapalım' der gibi bir havası vardı. Mehmet Ağar da Mumcu'nun aksine devleti çağırıştırıyor.
Zeki Sezer: Siyasette,
yöneticilik ayrı bir şeydir liderlik ayrı bir şey. Zeki Sezer için iyi bir yönetici diyebiliriz ama lider demek zor.
Ali Saydam bugünkü siyasi liderlerin karizmalarını ve iletişim yeteneklerini masaya yatırdı.
Birçok ünlüye iletişim danışmanlığı yapan, Türkiye'nin önde gelen halkla ilişkiler uzmanlarından Ali Saydam'a göre, iletişim araçları ve pazar alışkanlıkları değiştikçe siyasi liderlik de değişime uğradı. Lider olmak için gereken boy, pos, karizma, belagat yerini farklı niteliklere bıraktı. Artık insanlar hamasete o kadar da fazla
prim vermiyor. Yani “Ey milletim! Bizim iktidarımızda…” türünden konuşmalar ilgi görmüyor. Seçmen laftan çok icraata bakıyor. Hatta Saydam'ın deyişiyle
taraftar bile, “kolumu kessen kanım sarı kırmızı akar” mantığını terk ediyor. Çünkü köy kökenli yaşamın yerini
kent kültürü alıyor. Bu hızlı kültür içinde insanlar tumturaklı laflar dinlemek yerine çözüm yolunu gösterecek, bilgiyi öne çıkaran ve ekip başı liderlere yöneliyor. Bu yüzden halk, yakışıklı ve karizmatik tanımıyla hiç ilgisi olmayan
Turgut Özal'ı defalarca iktidar yaptı. Karizmatik liderlik, Özal'dan itibaren bilgiye dayalı, aksiyona dayalı, somut işe dayalı liderliğe doğru evrildi.
Hamasetin sonu hüsran
Saydam'a göre, hamasi nutuklara en son örnek
Tuncay Özkan'ın yaptığı miting konuşmaları. Saydam bir de hisseli kıssa anlatıyor. “Son dönemde insanların meydanlara yığılmasına bakmayın. Hamaset artık kazanamaz. Kazanır zannedenlere 1950 yılında CHP'nin yaptığı
Taksim mitingini anımsamalarını öneririm. Meydanda DP'ye karşı 200 bin kişi toplanmıştı. Zamanın
İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, kürsüye çıkan İsmet Paşa'ya “İşte Paşam İstanbul” demişti. Ancak o seçimlerde CHP İstanbul'dan tek bir milletvekili bile çıkaramadı.”
Yenişafak Pazar