Kapatma davasıyla birlikte başlayan süreçteki olaylara “yerel-küresel güçler mücadelesi” perspektifinden bakanlar da var.
Bu bakış açısı, “
Türkiye’ye, özellikle dış
politika alanında yön
tayin etme amaçlı” bir
operasyon uygulandığına işaret ediyor. “
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan ve ekibinin
tasfiyesinin” hedeflendiği böyle bir müdahale
Ortadoğu denkleminin şekillenmesini de etkileyecek güce ulaşabilir mi? Soru bu.
“Derin Devlet” kavramını ortaya attığında aynı isimli kitabı yüz binden fazla satan Profesör
Mahir Kaynak şu anda matbaada basım aşamasında olan yeni kitabına “Operasyon Erdoğan” ismini uygun görmüş.
Yayınevi 20 bin adet basma kararı verdiği kitabın duyurusundan sonra gelen talepler üzerine hemen ek 10 bin basımlık hazırlığa girişmiş.
Kaynak, dün kendisine sorduğumda kitabını şöyle özetledi:
“
Kitap, adını bir kişiden aldı ama anlattığı olaylar bütün ülkeyi ilgilendiriyor. Bu, bir ülkenin hikayesidir. Yüzünü ülkesine dönen liderlerin kaderini sorguluyorum. Erdoğan yüzünü ülkesine dönmeye başladı, o yüzden tasfiye ediliyor.”
Mahir Kaynak, Başbakan Erdoğan’ın “milli” yönünü vurguluyor.
Küresel güçlerin bu nedenle Gül-Erdoğan denkleminde Gül’den yana tavır koydukları inancında. Gül’ün, siyasi yasaklı olsa bile
Köşk’te kalacağı ve Gül ekibinin hem yeni partinin liderliğini hem de Türkiye’nin özellikle
dış politikasını yönlendireceğini düşünüyor.
Kişisel olarak, Gül-Erdoğan ilişkisini bir
rekabet veya çatışma zemininde değerlendirmenin gerçekçi olmadığına inanırım. Gül ve Erdoğan’ı “kader ortaklığı yapmış” iki siyasi figür olarak görürüm. Aralarındaki “tarz, söylem, kadro ve hayata bakış açısı farklarını” bilmiyor değilim. Ama bu farklara “nüans” olarak bakarım, çatışma psikolojisinden çok ama çok uzakta olduklarını görürüm.
“Sahnede ya da hayatta kalma açısından zaman zaman aralarındaki farkların vurgulanması ve kamuoyuyla paylaşılmasının” söz konusu olabileceğini dikkate alırım. “Tarihe ben farklı düşünüyorum” notu düşülür. O kadar.
Herhangi bir nedenle
AK Parti’nin Gül-Erdoğan fay hattında kırılacağına ve bölüneceğine hiç ihtimal vermem. Ama dediğim gibi, bu benim okumam. Mahir Kaynak ise olaya bambaşka bir pencereden bakıyor. “Operasyon Erdoğan” hikayesi o bakış açısını yansıtıyor. Doğrusu, Erdoğan’ın yerel kimliğinin, milli özelliklerinin çok daha güçlü olduğuna ben de tamamıyla katılıyorum. Açıklamaya çalışayım...
Erdoğan’ın “milli” yönü
Başbakan Erdoğan’ın hayat hikayesine ve yetişme tarzına bakınız. Ruhu Kasımpaşalı. Onu kaybetmiyor. AB ve ABD ile ilişkileri ilgi
çekici bir dalgalanma izliyor. Sık sık hem
Brüksel’e hem de
Washington’a sert çıkışlar yapıyor. Bu konuları merak edenlerin yerinde olsam, Erdoğan ABD’ye ilk ne zaman gitmiş, hatta ilk yurtdışı seyahatini ne zaman yapmış onu öğrenirdim.
“Uluslararası tezgahtan geçmek” diye bir kavram var. Erdoğan o tezgahtan geçmiş birisi değil. Bence Erdoğan’la ilgili sorun, özellikle onun
okyanus ötesi ilişkilerini kurmaya çalışanların kimliklerinden kaynaklanıyor.
Mesela Erdoğan ordumuza “Peygamber ocağı” der. Ordunun kutsallığını anlatmaya çalışırken, hayatının en kutsal değeriyle asker ocağını örtüştürür. Erdoğan yalnız bir adamdır;
yerli ve yalnız... Mesela, Erdoğan hayatı boyunca tek bir yabancıyla baş başa bir görüşme yapmamıştır. Evet,
İngilizce bilmediği için böyledir ama sonuçta her görüşmesinin en az bir tanığı vardır.
Öbür yanda ise küresel sermayeyle ilişki açısından tam da
Kemal Derviş kadar iç içelik söz konusu.
Erdoğan halka daha yakın bir lider. Bence askere yaklaşmak istiyor.
Sınır ötesi operasyon sonrasındaki Erdoğan’ın konuşmalarını hatırlar mısınız...
Aslında devlete bakış bakımından dünyanın her yerinde büyük bir mücadele var. ABD, kendi içinde böyle bir saflaşmayı yaşıyor.
Avrupa Birliği ise çok daha güçlü biçimde “halkların Avrupası mı, devletlerin Avrupası mı?” savaşının içinde. AB’nin Komisyon-
Parlamento dengesi bunun en büyük arenası.
Ben, Başbakan Erdoğan’ın dünya çapındaki bu mücadelenin Türkiye ayağında enteresan bir yerde durduğunu düşünüyorum. Kesinlikle küreselleşmeci değil. Tam güçlü bir devletçi de değil. Devletle milleti yaklaştırmak isteyen bir sentez noktasını temsil ediyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün daha küreselleşmeci olduğunu kabul ediyorum, AB ve ABD’ye hiç
eleştiri getirmiyor oluşunu da görüyorum. Gül’e de haksızlık yapmak istemem, bir eleştiri getiriyor değilim, yalnızca bir
analiz yapmaya çalışıyorum. Sonuç itibarıyla, siyasal duruşumuz, bizim geçmişimiz, ilişkilerimiz ve ülkemizin geleceğine dair oyun planımızın yansımasıdır. Ben
Anayasa Mahkemesi’ndeki davayı bütünüyle bu ilişkilerin dışında değerlendiriyorum. Orada hukuk konuşacak. Ama bunun iç ve dış siyasi ayağında herkes pozisyonunu dizayn etmeye çalışıyor. Ayrım burada başlıyor.
İSMAİL KÜÇÜKKAYA - AKŞAM