HSYK Birinci Daire Başkanı İbrahim
Okur, milletvekili seçilmelerine rağmen cezaevinde
tutuklu bulunan Hatip
Dicle dışındaki milletvekillerine ilişkin, ''Ben o
dosyanın hakimi olsaydım, açıkçası ben
tahliyeden yana oy kullanırdım. Aday olmuşlar, belli bir oy almışlar, milletvekili seçilmişler, görüşlerini parlamentoda ifade etmelerinin imkanı sağlanmalıydı. Benim kişisel görüşüm bu ama arkadaşlarımızın yaptığının kesinlikle doğru olduğunu düşünüyorum'' dedi.
HSYK ile
Türkiye Adalet Akademisinin ortaklaşa düzenlediği ''
Yargı ve
Medya İşbirliği Kapsamında
Basın Sözcülüğü Çalıştayı''
Ankara Vilayetler Evi'nde yapıldı.
Çalıştayın ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Okur, milletvekili seçilmelerine rağmen cezaevinden tahliye edilmeyen milletvekillerinin durumu hatırlatılarak ''Siz olsaydınız ne yapardınız?'' sorusu üzerine, şu anda bu durumda bulunan 9 kişi olduğunu, bu kişilerden
Hatip Dicle'yi ayrı, diğer 8 kişiyi ayrı değerlendirmek gerektiğini belirtti.
Okur, ''Bir tanesi ile ilgili YSK'nın aldığı kararın, doğru bir karar olduğunu düşünüyorum ancak geç alınmış bir karar. Geciken
adalet adalet değildir, keşke bu konuda haberleri oldukları zaman,
seçimden önce bu karar alınmış olsaydı. Çünkü seçilmesine engel şekli de olsa bir durum söz konusu'' diye konuştu.
İbrahim Okur, diğer 8 kişi ile ilgili
Anayasa'nın 83. ve 14. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde bu kişilerin milletvekili seçilmiş olmasının tahliyeyi gerektirmediğini belirterek, şöyle devam etti:
''Doğrudan tahliye edilmeleri sonucu doğurmuyor çünkü
dokunulmazlık kapsamı dışında bu suçlar. Burada mahkemelerin takdiri söz konusu. İlgililerin tutuklu kaldıkları süre, delillerin toplanıp toplanmadığı, tüm bunları değerlendirerek mahkemenin, hakimlerin bir değerlendirme yapması gerekiyor, takdir haklarını kullanması gerekiyor, nitekim mahkemeler bunu yapmıştır. Diyarbakır'daki mahkemeler, oy birliği ile -İstanbul'daki mahkemeler sanıyorum bir tanesi oy çokluğu ile diğeri oy birliği ile- kararlarını verdiler. Hem muhalefet hem çoğunluk görüşünün doğru olduğunu düşünüyorum çünkü hakimlerin takdiridir bu. Kişisel olarak ben o dosyanın hakimi olsaydım, açıkçası ben tahliyeden yana oy kullanırdım. Çünkü
aday olmuşlar, belli bir oy almışlar, milletvekili seçilmişler, görüşlerini parlamentoda ifade etmelerinin imkanı sağlanmalıydı. Benim kişisel görüşüm bu ama arkadaşlarımızın yaptığının kesinlikle doğru olduğunu düşünüyorum. Vicdani kanaatlerine göre karar vermişlerdir, herkes bu noktada kendi kanaatini ortaya koymuştur.''
Hatip Dicle ile ilgili YSK kararının Anayasa Mahkemesine taşınıp taşınmayacağına ilişkin bir soru üzerine Okur, Anayasa'nın 85 maddesi ile ilgili Anayasa Mahkemesine başvuru yapılabileceğini ancak Anayasa'nın bu başvuruyu belli hallerle sınırlı tuttuğunu hatırlattı. Okur, ''Yani bu halle ilgili başvurulamayacağını düşünüyorum. Bu durumla ilgili başvurulamaz, Anayasa'nın 85. maddesindeki fıkralar çok açık'' dedi.
Bir başka soru üzerine Okur, Hatip Dicle'ye
mazbata verilmesinin başlangıçta hatalı bir
uygulama olduğunu belirterek, ''YSK'nin elinde böyle bir dosya varken, YSK'nın incelemesi devam ederken mazbata verilmemeliydi. Kamuoyunda tepki çeken hususlardan birisi de bu oldu. YSK'nin kararı kesinleşmeden il seçim kurulunun mazbata vermesi, kanımca yanlış oldu'' diye konuştu.
Hatip Dicle yerine
AK Parti milletvekili adayı Oya Eronat'ın milletvekili olmasının doğru bir uygulama olup olmadığı sorusuna ise Okur, bunun seçim kanunlarından kaynaklanan bir
düzenleme olduğunu söyledi.
Bir gazetecinin ''(Ben olsam tahliye ederdim) dediniz, bu yargıya müdahale ya da talimat gibi algılanırsa'' demesi üzerine Okur, bu konuda kişisel kanaatini ifade ettiğini belirterek, şunları söyledi:
''Bunu bir soru üzerine söyledim. Zaten ben o mahkemenin hakimi olsaydım, böyle bir dosyada nasıl davranırdım sorusuna
cevap olarak verdim, yoksa hakim arkadaşlarımızın yaptıkları davranış ve verdikleri kararlar doğrudur, muhalefet de doğrudur, çoğunluk görüşü de doğrudur. Çünkü vicdani kanaatlerine göre hareket etmişlerdir. Hele hele bugün, itirazın görüşüleceği bir günde benim bu açıklamamın bu şekilde anlaşılması beni de üzer arkadaşlarımı da üzer. Asla ben onları yönlendirme, onlara herhangi bir şekilde nasıl davranmaları gerektiği konusunda bir şey söylemem mümkün değil. Kişisel görüşüm sorulduğu için bu benim kişisel görüşüm. Ben orada olsaydım o şekilde davranırdım. Arkadaşlarımızın yaptıkları da son derece normal çünkü dosyayı, içeriği onlar biliyorlar.''
-HSYK'NIN YAZ KARARNAMESİ-
HSYK'nın yaz kararnamesi ile
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığındaki AK Parti'ye yönelik
kapatma davasına
bakan üç savcının birlikte görevden alınmasının eleştirildiğinin hatırlatılması üzerine, Okur, şunları kaydetti:
''Yargıtay savcılarının görevlendirmesini, Yargıtay Başsavcısı yapar. Hangi savcının hangi masada çalıştığını yargıtay savcıları dışında hiç kimse de bilmez. Samimiyetle söylüyorum bu arkadaşların hangi masada çalıştıklarını ben de bilmiyorum. 16 arkadaşın hangisi hangi masada çalışmıştır, bunları bilmiyorum. Bizim önümüze Yargıtay Başsavcılığından böyle bir talep geldiğinde biz
Kurul olarak bunun değerlendirmesini yaptık, takdirimizi şöyle kullandık: Bu arkadaşlar nereye atanacaklar? Geçmiş
hizmetlerine bakarak ve daha önce çalıştıkları yerlere bakarak bu arkadaşları ihtiyacımız olan yerlerde değerlendirdik.
Türkiye'nin her yerinde çalışmayı göze almış, her yerinde çalışacağını deklare etmiş arkadaşlarımızın, bu arada her biri de birinci
bölgelere gitti bu arkadaşlarımızın, birinci bölge hizmet yerlerine atanmalarını '
sürgün' olarak değerlendirmeleri, bu konuda açıklamalar yapmaları, bunu bir 'kıyım' olarak değerlendirmeleri, '
Sırbistan' benzetmesi yapmaları, gerçekten üzüntü verici sanıyorum. Sırbistan'daki olay böyle bir olay değildi. Orada bin 500 civarında hakim görevden uzaklaştırılmıştı, burada herkes yargılama görevine devam ediyorlar, üstelik birinci bölgedeki yerlerde. Bunun 'siyasallaşma, sürgün, kıyım' olduğunu iddia etmek en hafif tabiri ile insafsızlık olur.''