Son yedi sene zarfında neden bir Allah'ın kulu Sezer'in cumhurbaşkanlığını sorgulamadı?
Cevabını birlikte arayalım. Çünkü Sezer için böyle bir sözü söylemek "dam üstünde saksağan" demekten farksızdı. Bizzat kendisi, böyle bir sözü gereksiz ve anlamsız kılacak şekilde "kimsenin
cumhurbaşkanı olmamayı" zaten başarmıştı. O, sadece "Devletin Cumhurbaşkanı" idi. Hepimiz ona bizim değil, bizden ayrı ve gayrı yükseklerde, çok ama çok ötelerde var olan devletin cumhurbaşkanı nazarıyla bakmadık mı?
"O kimsenin cumhurbaşkanı değildi". Çünkü o bir bürokrattı.
Yargı bürokrasisinin zirvelerinden Çankaya'ya adeta atama ile gelmişti. O güne kadar vatandaş sıfatıyla karşısına gelen hiç kimsenin elini sıkmamış, kimsenin derdini dinlememişti. Bu yüzden yedi yıl boyunca Çankaya'da
Anayasa'da tanınan yetkilerini bir genel müdür gibi kullandı. Bütün bürokratlar gibi önüne gelen
imza kartonlarını devirdiği zaman, görevini kamilen yerine getirmenin rahatlığı ile gece yatağında rahat uyudu. Ayıklayıp geri gönderdikleri için ise; kendini riske atarak "sorumluluk üstlendiği" duygusuna kapıldı. Öyle ya, Anayasa'ya göre cumhurbaşkanı "sorumsuz"du. Her şey önüne gelen, altında imza hanesi açılmış kâğıtlarda gizliydi. Sezer bu gizemi 7 yıl boyunca tek başına yönetti.
Önümüzdeki hafta
Ahmet Necdet Sezer Çankaya'dan ayrılacak. Muhtemeldir ki, bir hafta sonra kimse onu hatırlamayacak. Birbirinin kopyası olan eski
Sovyetler Birliği Komünist Partisi sekreterleri gibi abus ve donuk bir yüze sahip olmak hatırlanmak için yeterli değil. Kenan Evren'in "netekim"inden, Turgut Özal'ın tonton şirinliğinden, Demirel'in inanılmaz oportünizminden sonra Sezer'e dair bir izi, çizgiyi veya bir hatırayı hafızasına kaydetmiş birileri acaba var mı? Sabahleyin eşinin tuttuğu paltoyu giydikten sonra, eline tutuşturulan sefertası ile işe giden Evkaf Nezareti memurları gibi, Çankaya'da yedi sene
mesai yapan bir "memur"u kim hatırlar?
"O kimsenin cumhurbaşkanı değildi". Çünkü o bir memurdu. O zaman şu soruyu sormak da hakkımız: Sezer'in amiri kimdi? "O kimsenin cumhurbaşkanı değildi" derken benim derdim emekliye ayrılmış bir bürokratı eleştirmek değil; bir geçmişle, Sezer'e de hükmeden bir güçle hesaplaşmak. Sezer'in amiri statükoydu. Sıradan bir memurun muhakemesi ile, sahip olduğu gücü kendisine veren statükoyu her şeyiyle müdafaa etmeyi asli görevi olarak benimsemişti. Oraya statüko onu getirmişti; öyleyse statükonun her değişim direncine karşı savunulması gerekiyordu. O statüko ise bizim ensemizde boza pişiren, canımızdan bezdiren, iliklerimize kadar tüketen arkaik bir düzendi. Sezer,
Türkiye'nin ufkuna yeni bir vizyon koymaya, ülkeyi tek parça halinde tutmaya dair endişeleri Çankaya'nın uzağında tutarken, oturduğu koltuğu hükümete çelme takma yeri olarak bu gerekçe ile benimsemişti. Statüko buydu. Halkın seçtikleri, tıpkı
halk gibi hata yapabilirdi. O zaman hatayı düzeltmek, yanlış yapanı çelme takarak durdurmak birilerinin görevi olmalıydı. Allah'tan cumhurbaşkanları, biraz fazla da olsa sembolik yetkiler kullanıyorlar. Bu yüzden tarihe not düşerken Sezer'e, değişime ve çağa direnenler arasında, sahip olduğu yetkilerle müsavi bir yer vereceğiz.
O kimsenin cumhurbaşkanı değildi. Yaptığı son büyük konuşmalardan birinde bizi "Türkiye cumhuriyeti devleti ideolojisine bağlılığa" davet ediyordu. Kendisine cumhurbaşkanlığını getiren
Anayasa Mahkemesi Başkanı sıfatıyla yaptığı meşhur özgürlükçü konuşma da; tek tipçi totaliter nutuklar da ona ait değildi. Kendi rengi, tarzı ve üslubu olmayan bütün büyük makam sahipleri gibi eskimiş tekdüze ideolojilerin
siyah beyaz dünyasına sığındı. Devleti tıpkı sığ ideolojisi gibi halktan ayrı gördüğü için, halka dair endişeler taşımayı, temsil ettiği halka güven duymayı aklına getirmedi. Her zaman halkın uzağında, halktan ayrı yaşamayı
tercih etti.
"O kimsenin cumhurbaşkanı değildi".
Ne mutlu bize ki, yenisi sadece birkaç kişinin "O benim cumhurbaşkanım olamaz" diye
itiraz edebildiği birisi.
MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE - ZAMAN