Aynı sürede sağ kulvarda Süleyman
Demirel, Turgut
Özal ve Recep
Tayyip Erdoğan iktidara gelirken, Türk solunun lider adayları hangi sebeplerle bunu başaramıyor?
* * *
Ağır
Ceza Reisi Şevki Bey,
İstanbul’da görev yaparken bir gün
Ankara’dan haber gelir.
Adalet Bakanlığı Teftiş Heyeti Reisi Sezai Bey, bir
davada yakını lehine karar verilmesini istiyordur. Şevki Bey, “
Yetim hakkı yedirtmem.” deyip restini çekince teftişe tâbi tutulur, hakkında görev hataları gerekçesiyle dava açılır. Üstelik maaşı yarıya indirilir. Ardından iki
küçük oğlu
Galatasaray Lisesi’nde öğrenci olmasına rağmen Aydın’a
sürgün gönderilir.
Bu olay, 1939
Türkiye’sinde gerçekleşti. Şevki Bey davadan
beraat etmesine rağmen İstanbul’daki görevine iade edilmedi.
Meslek hayatında hep en iyi sicillerle mümtazen
terfi ettiği için
Yargıtay üyesi olmaya hak kazanmasına rağmen ondan bu hak da esirgendi. 43 yıl boyunca hâkim olarak Türk
adaletine
hizmet eden ve yüksek hâkim olamadan
emekli edilen Şevki Bey,
Turgut Özal’ın çalışma arkadaşlarından Mükerrem Taşçıoğlu’nun babasından başkası değil. O gün İstanbul’da
tren garından babası ve annesini ağabeyi
Muharrem ile birlikte Aydın’a uğurlayan Mükerrem 11 yaşındaydı ve artık okula yatılı olarak devam etmek zorundaydı.
Babasının yaşadığı bu olaylar, Mükerrem Taşçıoğlu’nu öğrencilik yıllarından itibaren
CHP karşıtı siyasi faaliyetlere yöneltti. 1950’lerde milliyetçilerin öğrenci lideri oldu, ardından da
ANAP’ın kurucusu. Sonraki yıllarda
Süleyman Demirel’in yanında
Dışişleri Bakanlığına kadar yükselen Hayrettin Erkmen’i CHP karşıtı yapan şey de benzer bir olaydı. Köyde vergisini veremeyen bir köylünün
jandarma dipçiği ile uçurumdan yuvarlanışını gören küçük Hayrettin, bu olayın etkisiyle siyasete girmeye karar verdi. Gerek Taşçıoğlu ve Erkmen gibi okumuşlar, gerekse CHP’nin karşısındaki partilere yönelen geniş
halk kitleleri, sağ ile sol arasında bir
tercih yapmıyordu. Çünkü Türkiye’de henüz “sağ-sol” ayırımı yoktu. Nitekim 1950’de
Demokrat Parti’yi iktidara getiren
Anadolu insanı “Demokrat” kavramının ne olduğunu bilmediği için bunu “Demirkırat” olarak telaffuz etti. CHP, devletin “ceberrut” partisiydi, Demirkırat ise halkın partisi olacaktı.
1960’lı yıllara kadar CHP solcu bir parti olarak görülmüyordu. Zaten ben solcuyum demek, “komünistim” şeklinde algılanıyordu ve ağır bir suçtu. Her türlü sol hareket devletten “komünizm” muamelesi görüyordu. 1965 ortasına kadar bu böyle sürdü. O yıl Türkiye genel
seçimlere gidiyordu. 29 Temmuz 1965 günü İsmet
İnönü, CHP genel başkanı olarak
Milliyet gazetesine şu açıklamayı yaptı: “CHP bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır… Adalet Partisi sağcıdır. Onlara söylüyorum, siz sağı koruyun aşırılardan, ben solu koruyayım. O zaman memlekette korkuya yer kalmaz. Onların karşısında biz sol bir partiyiz. Bizim solumuzda da bir
tehlike var; biz kendimizi onlardan koruruz.”
“ORTANIN SOLU MOSKOVA’NIN YOLU”
İnönü’nün bu sözlerinden sonra, solculuk Türkiye’de günah olmaktan çıktı,
legal hale geldi. CHP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Ecevit’in yakın arkadaşı Ahmet İsvan’ın deyimiyle, o tarihe kadar sol öylesine ağır bir suçtu ki söyleyeni ç
arpardı. Bunu ancak İnönü gibi devletle özdeşleşmiş kimliğe sahip, dokunulmaz bir kişi dile getirebilirdi. Ama Demirel’in Adalet Partisi’ne göre, “ortanın solu” da komünizmden başka bir şey değildi. “Ortanın solu,
Moskova’nın yolu” sloganı böyle doğdu.
“Ortanın solu Moskova’nın yolu” tartışması bir yana gerçekte CHP’nin hâlâ sosyal demokrat bir kimliği yoktu. 1972’de
Bülent Ecevit, İsmet İnönü’yü yenilgiye uğratıp CHP genel başkanı olunca gazetelerin “şef partisinden halk partisine” başlıklarını kullanması bu açıdan hayli ilginçti. Bir yıl sonra, 1973 seçimlerinde “Halkçı Ecevit” ve “Karaoğlan” sloganları böyle doğdu. Ecevit’e Karaoğlan lakabı,
Sivas’ta kendisini dinlemeye gelen
yaşlı bir Anadolu kadını tarafından takıldı. Ecevit’in bakanlarından
Orhan Birgit’in deyimiyle, CHP ile halk arasındaki 50 yıllık duvarları ilk defa Ecevit yıktı. 1973 seçimlerinde yüzde 33 oyla birinci olan CHP, 1977 seçimlerinde yüzde 41,4 oyla yine birinci oldu.
12
Eylül 1980 darbesinden sonra eski partilerin kapatıldığı, Özal’ın iktidar olduğu dönemde,
Erdal İnönü liderliğindeki Sosyal Demokrat Halkçı Parti, 1989 belediye seçimlerinde yüzde 28,7 oyla birinci parti olup Ankara, İstanbul ve
İzmir büyükşehir belediye başkanlıklarını kazanınca; solun yeniden iktidar alternatifi haline geldiği düşünülmeye başlandı. Ne var ki, 1993 yazında patlak veren
İSKİ skandalı her şeyi alt üst etti. Bunun en çarpıcı yansıması
Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Ertuğrul Özkök’ün 19
Ağustos 1993 tarihli köşesinde yer alan şu cümleydi: “Sadece sağcılar namussuzluk yapabilir, solcular günahtan arınmış varlıklardır safsatası artık bitmiştir.” O yılların tek özel televizyon kanalında yorum yapan Engin Ardıç, ekranlardan SHP’ye “Sosyal Hırsızlar Partisi” diye bağırıyordu.
“Müteahhitler SHP’yi ele geçirmiş. İSKİ skandalı bu müteahhitler takımıyla parti içindeki işbirlikçilerinin ortak ürünü.” tezi o günlerde yoğun
taraftar buldu. Nitekim, o sıralarda yapılan araştırmaya göre SHP’nin 76 il başkanından 28’i müteahhitti. İstanbul, İzmir ve
Adana gibi büyük illerin başkanları da müteahhitti. Bir yıl sonra meydana gelen bir başka olay, solun halk nezdindeki imajını bir daha yerle bir etti. SHP’li Bayındırlık Bakanı Mustafa Yılmaz, “SHP örgütü benden usulsüz taleplerde bulunuyor.” gibi
zehir zemberek bir açıklamayla
bakanlıktan
istifa etti. Yılmaz, SHP’li müteahhitlerden gelen talepler karşısında bakanlık koltuğunda ancak iki ay dayanabilmişti.
ECEVİT’İN İNANÇLARA SAYGILI LAİKLİK SÖYLEMİ
Durum böyle olunca, potansiyel sol oylar olarak görülen varoş oylarının yeni talibi Necmettin
Erbakan’ın
Refah Partisi oldu. SHP eridikçe, 1994 seçimlerinden itibaren Refah Partisi oy patlaması yaptı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını
Recep Tayyip Erdoğan’a kaptıran SHP, öteki büyük şehir belediyelerini de kaybetti. SHP bu şekilde eriyip varoş oylarını RP’ye kaptırırken, 1990’lı yıllar tıpkı 1980 öncesindeki gibi yeniden Ecevit’in yükselişine sahne oldu.
Daha 19
Mayıs 1958’de CHP Ankara milletvekili iken
Ulus gazetesinde yazdığı yazıda “
İrtica, demokratik bir düzen içinde önlenmesi imkânsız bir tehlike olmaktan çıkmıştır.” diyen Ecevit, “
inançlara saygılı
laiklik” anlayışıyla hem 1999 seçimlerinde yüzde 22 oyla solun birinci partisi oldu, hem de
Cumhuriyet Halk Partisi’ni barajın altına itti. “Laikliğe en yakın din
İslam dinidir. Yeter ki laiklik barbarca uygulanmasın, inanç özgürlüğü kısıtlanmasın.” diyen Ecevit’in bu yaklaşımı, 1980 öncesi siyasi galibiyetlerinde de etkiliydi. Örneğin 1973 seçimleri öncesinde şöyle demişti: “CHP, Türk halkının dinî inançlarının, dine bağlılığının, demokratik yollardan ve sosyal adaletle
kalkınma için bir engel değil, tersine kolaylaştırıcı bir etken olduğu inancındadır.”
1999’daki seçim zaferinden sonra
Milliyetçi Hareket Partisi ile
koalisyon kuran Ecevit, Prof. Ahmet
Taner Kışlalı’nın Ankara
Kocatepe Camii’nde yapılan cenaze töreninde bazı sol gurupların “Başbuğ Ecevit” sloganlarına muhatap oldu.
ECEVİT NEDEN DSP’Yİ KURMA İHTİYACI HİSSETTİ?
Bu
eleştirileri dikkate almayan Ecevit, 1980 sonrasında yeniden CHP’nin başına geçmek yerine neden
Demokratik Sol Parti’yi kurduğunu şöyle açıklıyordu: “CHP zaten bir burjuva partisiydi. O misyonunu tamamladı. Sosyal demokrat bir parti olamadı.” İlginç olan yıllar sonra aynı sözlerin bugünkü CHP için,
Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Fuat Keyman tarafından da dile getirilmesi. Prof. Keyman, “CHP bir an için yok olsa siyasette eksikliği fark edilmez.
Avrupa Birliği’ne giren bir Türkiye’de, hâlâ sırtını devlete dayamış bugünkü CHP’nin yeri olamaz. Sosyal demokrat bir parti ancak CHP dışında bir partiyle oluşur.” diyor.
Aslında CHP lideri Deniz
Baykal da Ecevit’i başbakanlığa taşıyan sırrın farkına varmış durumda. Nitekim, Ecevit’in “inançlara saygılı laiklik” anlayışına paralel olarak 2002 seçimleri öncesinde “Anadolu solu” kavramını ortaya attı. Baykal, 28
Şubat süreci dönemindeki bir röportajında, “Paylaşım solculuğu değil,
üretim solculuğu yapacağız.” sözleriyle de
toplumun belirli kesimlerine açılma çabasına girdi.
Ama, 28 Şubat süreci olarak bilinen 1997’den bu yana CHP’nin bazı söylem ve yaklaşımları, partinin “sosyal demokrat” kimliğini yine tartışmaya açtı. Örneğin, 28 Şubat sürecinde partinin genel sekreteri olan
Adnan Keskin’in, yer yer
dindar insanları rencide eden ağır söylemleri hafızalardan silinmedi. Keskin, bugün Baykal’ın yanında değil, ama onun boşluğunu zaman zaman Ali Topuz dolduruyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidar olduğu son yıllarda da CHP, yine sert laiklik çıkışlarını ana siyasi malzemesi haline getirdi. CHP’nin özellikle
Avrupa Birliği ve
Güneydoğu sorunu ile ilgili yaklaşımları tartışmaların odağında.
Türkiye’de başbakan olan liderlere bakıldığında, “Sırtımızda arpa tozu var” diyen Demirel, halkın Çoban Sülü’süydü. Ecevit Karaoğlan’dı. Özal, karşıtları için ne kadar “
Çankaya’nın şişmanı” ise, halk tabanında o kadar Tonton Amca’ydı.
Aynı kitleler, ‘Kasımpaşalı Tayyip’te bir şeyler buldu. Daha sonra
Deniz Baykal’dan kopup kendi partisini kuran
Yaşar Nuri
Öztürk, CHP’de iken Baykal için “Yağızoğlan” lakabını kullanmıştı. Eğer günün birinde bu tabir halk tabanında da makes bulursa o zaman Baykal’a başbakanlık yolu açılır.
DENİZ BAYKAL BAŞBAKANLIK KOLTUĞUNA OTURABİLİR Mİ?
Eğer bu gerçekleşirse Baykal,
Başbakanlık koltuğuna oturabilir. Ama eğer
seçmen Baykal’a “Yağızoğlan” lakabını vermezse, halkla bütünleşme potansiyeline sahip soldaki öteki lider adaylarına sıra gelecek. İlginç olan bu adayların çoğunlukla Ecevit profilini andırması. Bunların başında
Murat Karayalçın, Ertuğrul
Günay ve
Mustafa Sarıgül geliyor. 1980 öncesindeki Ecevit hükümetlerinde Köy İşleri Bakanı Ali Topuz’un müsteşar yardımcılığını yapan Karayalçın, Turgut Özal’ın
Anavatan Partisi’nde görmek istediği bir kişiydi. Özal, 1984 belediye seçimleri öncesinde Karayalçın’a danışmanı
Adnan Kahveci’yi gönderip, “Seni Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı yapmak istiyorum.” demiş, Karayalçın “Ben sosyal demokratım.” diyerek bunu kabul etmemişti.
Henüz bir parti lideri olarak ortaya çıkma zemini bulamamış olan Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül de alışılmış klasik “sosyal demokrat” çizginin dışında bir siyasetçi. Annesinin cenazesine DYP lideri
Mehmet Ağar’ın katılması bunu gösterdi. Geçmiş’te Deniz Baykal’a karşı genel
başkan adayı olmuş
Ertuğrul Günay da klasik bir solcu değil. Günay o günlerde, “Eğer CHP’ye genel başkan olsaydım, Fazilet Partisi’nden bile CHP’ye geçmeye hazır olan belediye başkanları vardı.” demişti. Fakat solun giderek genişleyen parçalı yapısı içinde ne Karayalçın, ne Sarıgül, ne de Günay, şu ana kadar gelecekteki tek lider adayı olarak güçlü bir pozisyon elde edebilmiş değil.
Aksiyon’a konuşan Prof. Keyman’ın söylediği gibi, bu yapısıyla Türk solunun gelecekte iktidara gelmesi tamamen imkansız mı; yoksa Hürriyet gazetesi yazarı
Tufan Türenç’in dediği gibi sol partiler birleşirse yeniden AKP’ye karşı iktidar alternatifi olabilir mi? 28 Şubat’ın “yargısız infazlarına” sahip çıkan ve katı bir “laiklik koruyuculuğu” misyonunu üstlenen CHP’nin, 60 yıl sonra yeni Mükerrem Taşçıoğlu, Hayrettin Erkmen vakıalarıyla özdeşleştiğini söyleyenler haklıysa Prof. Keyman’ın kehaneti doğru çıkacak. Bunca lider adayı uzlaşmayı başarıp solda birliği sağlarsa belki de
Tufan Türenç’in kehaneti gerçekleşecek.
“SOL BİRLEŞMEDEN İKTİDARA GELEMEZ”
Hürriyet gazetesi yazarı Tufan Türenç, sorularımızı cevaplandırdı:
-Bülent Ecevit’in ölümü ile CHP’nin önümüzdeki seçimlerde birinci parti olma şansı arttı mı?
Pek öyle bir değerlendirme yapmak doğru olmaz. Çünkü daha sandığa epeyce var. Anketlerde AKP yüzde otuz diyen var, yüzde 21 diyen var. CHP’ye yüzde 13 diyen var, yüzde 20 diyen var. Şu anda kararsızlar çok geniş bir yelpazeyi oluşturuyor. Gerçek eğilimler
sandık yaklaştıkça daha çok belirginleşir, ama CHP’nin ve solun iktidar olması için solun birleşmesi lazım. Birleşirse bir alternatif olabilir. Kesin tek başına bir iktidar çıkarabilir demiyorum; ama AKP’ye karşı bir alternatif olabilir.
-Solu iktidara taşıyacak olan lider Deniz Baykal mı?
Üst kesimde, elit kesimde, aydın kesimde Deniz Baykal’a karşı bir tepki olduğu gerçek. Ama bu tepkinin halkta, ne oranda olduğunu kestiremiyorum. Tabanda o tepki var mı, yok mu, onu da seçim yaklaştıkça göreceğiz. CHP’ye olan eğilimi mitingler, kamuoyu yoklamaları gösterecek. Ayrıca, AKP’deki gerileme devam mı edecek; yoksa AKP toparlanacak mı, onu da göreceğiz.
-CHP’nin şu andaki söylemleri ile
Milliyetçi Hareket Partisi’ni andırdığını söyleyenler var.
Saçma sapan bir şey. Olur mu öyle şey? CHP’nin politikası belli, geçmişi belli, ideolojisi belli. MHP ile uzaktan yakından ilgisi yok.
-Bu eleştiri Avrupa Birliği (AB), Güneydoğu gibi sorunlara yaklaşım bakımından dile getiriliyor
AB bakımından da CHP ile MHP’nin görüşlerinde dünya kadar farklar var. CHP AB’ye girmeyelim demiyor. Belli şartlarda girelim, kimliğimizi koruyalım, belli ödünleri vermeyelim diyor. MHP öyle demiyor. Genelde AB’ye karşı. -Türk solu neden tek başına iktidar olamıyor?
Cumhuriyet tarihine bakarsanız, Türkiye’de sol hiçbir zaman sağ kadar şanslı olmamıştır. Genelde yüzde 65 sağ, yüzde 35 sol arasındadır bu iş. Çok partili yapıya geçtiğimizden bu yana hep sağcı iktidarlar daha kuvvetli, daha büyük oy oranına sahip. Avrupa’da sol partiler iktidara geliyor, ama ideolojiler oralarda bizdeki kadar keskin değil. Bizde de bu düzeye geliyor. Sol ideoloji yumuşadı. Merkeze daha çok kayma oldu. En aşırı sol partiler bile merkeze kayıyor.
-Ama Ecevit 1980 öncesinde iki defa iktidara gelebildi…
Ecevit bunu tersine çevirmeyi başaran bir adam oldu. Solu halka indirdi ve halka sevdirdi, ama o bile solu tek başına iktidar yapamadı. Yüzde 41 oya ulaşmasına rağmen. Solcu olarak yine azınlıktasınız. Bu artık yerleşmiş bir şey. Sol bir partinin iktidara gelmesi sağ bir partinin gelmesinden çok daha zor. 40 yıldır bunu izledik.
-Ecevit’in inançlara saygılı laiklik anlayışı vardı. Bir ara Deniz Baykal da Anadolu solu söylemini ortaya attı. Solun böyle bir dönüşüme ihtiyacı yok mu?
Anadolu hoşgörüsü, Anadolu aydınlanması zaten solun kendi felsefesi içinde var. Sol emeğe saygılı, yoksuldan yana, dar gelirliden yana. İnsanları daha mutlu yaşatma rejimine dönük. 1973, 1977 seçim kampanyalarını incelerseniz oradaki sloganların ne kadar çok insancıl olduğunu, Ecevit’in hangi toplum kesimlerine hitap ettiğini görürsünüz. Ecevit her iki kampanyada da dar gelirli kesimlerin kadınlarını çok etkiledi ve onların sayesinde solu bu oylara taşıdı…
-Peki şu anda CHP’nin söylemlerinde bir problem yok mu?
Bana göre yok. CHP Türkiye’nin birliği, bölünmezliği, toplumun birliği konusunda tabii ki duyarlı. Bunlarda duyarlı ve tek
bayrak, tek millet, tek toplum dedi diye MHP ile özdeşleştirmek doğru bir değerlendirme değil. Onu her aklı başında insanın kabul etmesi lazım…
-Ama 28 Şubat süreci ve onu izleyen dönemdeki benzer söylemlerle CHP 1999 seçimlerinde barajın altında kalmadı mı? Erbakan’a karşı çıkalım derken işin dozu kaçmadı mı?
Eğer o zaman CHP Erbakan’a karşı durmasaydı kendi varlığını inkâr ederdi. Çünkü CHP’ye göre Erbakan’ın partisi Cumhuriyete karşı bir partiydi. Ne diyor CHP? Cumhuriyetin korucusu bir partiyim, bunu daima korurum.
-O tarihlerde Adnan Keskin gibi CHP’lilerin yaklaşımları partinin barajın altında kalmasında etkili olmadı mı?
CHP’nin barajın altında kalması, Abdullah
Öcalan’ın yakalanmasından kaynaklandı. DSP ve MHP’nin oyları patladı. CHP’nin oyları yüzde onun altında kaldı.
-Mustafa Sarıgül, solu tek başına iktidara getiririm diyor.
Sarıgül’ün solu tek başına iktidara getirmesini ben ciddiye almam. İddia güzel bir şey de, yere basması lazım. Öyle bir şeyi görmüyorum.
Aksiyon