MEHMET BAKİ -AKSİYON
İstanbul Teknik
Üniversitesi’nin bahçesinde
küçük bir bekçi kulübesi. Ama öğrenciler içeride namaz kılıyor. Safta, birinci
sınıf talebesi Mehmet
Recai de var.
Namazdan sonra üst sınıftan bir isimle tanışır: Necmettin
Erbakan. 1947’deki bu tanışma,
genç mühendis adayı Recai’nin geleceğini de şekillendirdi. Erbakan’ın hem iş hem
siyaset hayatında yanındaki isimlerden biriydi artık. Nitekim, Millî Selamet (MSP) ve
Refah Partisi’nde (RP) Erbakan’ın yardımcısı oldu. İki kez
bakanlık yaptı. Erbakan’ın siyasi
yasaklı olduğu ve sancılı günlerin başladığı 28
Şubat sürecinde partinin başına o geçti. Millî Görüş’ün yükü artık onun omuzlarındaydı. 10 yıl genel
başkanlık yaptıktan sonra
Ekim 2008’de aktif siyaseti bıraktı. Onun hayat öyküsü, bir türlü rayına oturmayan Türk demokrasisinin de özeti niteliğinde. Tek parti dönemindeki öğrencilik hayatı, 27
Mayıs darbesi sırasında DSİ’deki çalışmaları, 12
Eylül ihtilalinde cezaevinde yaşadıkları, 28 Şubat sürecindeki sıkıntılı günleri ve kendisine emanet edilen Millî Görüş partileri, hikâyesindeki kesitlerden sadece birkaçı. Peki, bu zor süreçlerde hangi tecrübeleri yaşadı? “GAP’ın gizli mimarı” olarak görülmesinin sebebi ne?
Kutan, bir yıl önceki SP kongresinde (26 Ekim 2008) yerini
Numan Kurtulmuş’a bırakırken duygusal bir atmosferde partililerle vedalaştı. Salonda onun arkasından ağlayan partililer vardı. Aslında çok önceden genel başkanlığı bırakmak istiyordu; ancak lideri buna izin vermemişti: “Türkiye’de mecburi askerlik 1,5 yıl. Ben 4 yılımı doldurdum’ dedim. Ama bölünmeden dolayı zor bir süreçten geçiyorduk. Bırakmam davaya menfi etki yapabilirdi.” Gerçekten de siyasi hayatının her döneminde davanın en önemli ferdiydi. 28 Şubat, sadece Millî Görüş hareketinin kırılma noktası olmadı, onun omuzlarına ağır bir yük getirdi. 1998’in ilk ayında RP’nin kapatılması ve Erbakan’a siyasi yasak kararı çıkması üzerine ‘geçiş dönemi’ için düşünülen en uygun adaydı. Böylece Refah’ın yerine kurulan FP’nin mayıstaki (1998) kongresinde genel başkan seçildi. Ancak, Millî Görüş hareketi için çok sıkıntılı ve sancılı günler başlamıştı. Parti içinde söz sahibi olmak isteyen ‘yenilikçi grup’ doğmuştu. 14 Mayıs 2000’deki FP kongresinde partideki bu çekişme gün yüzüne çıkmış, yenilikçi kanat Kutan’ın karşısına
Abdullah Gül’ü çıkarmıştı. Ancak Kutan, 112 oy farkla yeniden partinin başındaydı.
FP’nin kaderi de Refah’ınki gibi oldu. Dönemin
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
Vural Savaş’ın açtığı
kapatma davası 22 Haziran 2001’de sonuçlandı ve parti kapatıldı. Yenilikçi kanatla yollar artık tamamen ayrıldı. Recep
Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül,
Bülent Arınç gibi önemli isimlerin öncülüğünde hareket eden yenilikçiler, FP’nin yerine kurulan Saadet Partisi’ne katılmadı. Peki, bu zor süreçte partinin başında bulanan Kutan neler hissediyordu: “O sıkıntılı günlerde hep sabrettim. Şartların zamanla değişeceğine inandım. En zor dönemin yükünü taşımak mecburiyetindeydim. En az zararla bu hareketi belli bir noktaya getirmek zorundaydım.” 28 Şubat’ta iktidardan indirilmesine rağmen hâlâ toplumsal desteği vardı Millî Görüş’ün. Nitekim ‘postmodern darbe mağduru’ olarak girdiği 1999 seçimlerinde yüzde 15,4 oyla 179 milletvekili çıkarmıştı. Ancak kapatma davaları ve ‘yenilikçi-gelenekçi’ tartışmaları partiyi iyice zayıflatmıştı. Kutan’a göre bölünme olmasaydı Millî Görüş iktidara gelecekti: “Aslında FP’nin ilk dönemlerinde Türkiye’deki gidişat Millî Görüş’ün iktidara geleceğini gösteriyordu. O dönem yapılan araştırmalar da bunun kanıtı. Ne zaman ki arkadaşlarımızdan bir kısmının partiden ayrılma eğiliminde oldukları ortaya çıktı bu durum camiada endişeye sebep oldu,
ümitler zedelendi.”
“İHTİLALDEN İKİ AY ÖNCE
YERİMİZİ AYARLAMIŞLARDI”
Recai Kutan, 1973’te Erbakan’ın isteği ile siyasete atıldı. Bu işin zorluğunu da
12 Eylül ihtilalinde öğrendi. Aslında darbeden kısa süre önce Kenan
Evren ile yaptığı görüşmede müdahalenin olacağını hissetmişti: “
Cumhurbaşkanlığı seçimi krize dönüşünce
Kenan Evren her partiden bir yöneticiyi Genel
kurmay’a davet etti. MSP’den ben gittim. Erbakan’ın bazı söylemlerine kızmış, sitem ediyordu. Böyle bir arayış içinde olduklarını doğrusu hissettim.” Hisleri onu yanıltmadı, darbe geldi ve bir ay sonra (15 Ekim 1980) MSP yöneticisi olarak gözaltına alındı. Diğer parti yöneticilerinin kaldığı Kirazlıdere tutukevinde (Dil ve
İstihbarat Okulu) 9,5 ay sürecek
hapis hayatı başlıyordu. Aslında 12 Eylül sabahı gözaltına alınmayı bekliyordu: “
Sabah erken duyduk haberi. Hemen çocuklarla helalleştim. Küçük bir valiz hazırladım ve Karanfil sokağındaki evimin önünde beklemeye başladım. Bir
minibüs geldi, içinden bir
subay ve süngülü dört asker çıktı. Tam bizim kapının önünde durdular. İçeri girmelerini bekledik ama bir süre sonra gittiler.”
Askerler, bir daha Karanfil sokağına uğramadı. Ancak Kutan’ın özgürlüğü sadece bir ay sürdü. 15 Ekim’de radyodan adı
anons edildi. İsmi ‘tutuklanacaklar’ listesinde geçiyordu. Hiç beklemedi, aynı gün gidip kendisi teslim oldu. O gün en çok anne ve babasının hayatta olmayışına seviniyordu. Çünkü onlar hapse düşmesine dayanamazdı. Kirazlıdere tutukevinden içeriye ilk adımını attığında ‘uzun süre burada kalırım’ diye düşünüyordu. Partili arkadaşlarının gösterdiği sıcak ilgi o
soğuk kafesin havasını değiştirmişti. Üç ayrı koğuş vardı. Birinde MSP’liler, diğerinde MHP’liler, öbüründe ise
CHP’liler kalıyordu. ‘Ülkeyi idare edememek’le suçlananlar aynı kaderi paylaşmıştı. Erbakan ve
Alparslan Türkeş (MHP lideri) özel odalarda kalıyordu. Üç katlı binanın zemin katında cezaevi yönetimi, üst katında ise ‘kader mahkûmları’ vardı. Bu bina havacılara ait Dil ve İstihbarat Okulu olarak biliniyordu.
Cezaevindeki ilk günlerinde ihtilalle ilgili ilginç bir gerçeği öğrendi: “Burası darbeden iki ay önce
hapishane hâline getirilmiş. Demir parmaklıklar, zincirler sonradan monte edilmiş. Hatta cezaevini korumakla görevli askerî birlik de iki ay önce Çanakkale’den getirilmiş. Yani yerimizi ihtilalden çok önce ayarlamışlar.”
MSP’liler, kendileri için ayrılan
demir parmaklıklı bölüme ‘Selamet Koğuşu’ diyordu. Erbakan ile birlikte 17 kişiydiler. Partinin resmî protokolü, burada da uygulanıyordu. Örneğin yemek masasında oturma düzeni protokole göre oluyordu. Baş tarafa Erbakan, sağında Lütfi Doğan, solunda Tahir Büyükkörükçü, bu isimlerden sonra sırayla Süleyman Arif Emre, Fehmi Cumalioğlu, Yasin Hatipoğlu, Şevket
Kazan, Şener Battal ve
Temel Karamollaoğlu geliyordu.
Yemekleri gençler; Battal ve Karamollaoğlu hazırıyordu. Kutan, kiler ve yemek işlerinden sorumluydu. MHP’lilerin koğuşunda durum biraz farklıydı: “MHP’lilere evlerinden yemek geldiği zaman herkes kendi odasında yiyordu. Gördüğümüz kadarıyla
merhum Türkeş nerdeyse yalnız başına kalmış bir adam pozisyonundaydı.”Selamet Koğuşu’ndaki
disiplin günlük hayatı da belirlemişti. Namazlar cemaatle kılınıyordu.
İmam, Lütfi Doğan’dı. Önceleri cemaate sadece MSP’liler katılıyordu; fakat sonra cemaat artmıştı: “MHP’liler ilk zamanlarda gelmiyorlardı ama sonra gelmeye başladılar. Belli bir süre sonra Türkeş de geldi.” İkindi namazından sonra Lütfi Doğan, hadis dersleri veriyordu. Bu derslerin daimi talebelerinden biri de CHP’li
Ertuğrul Günay’dı. Tahir Büyükkörükçü ise divan edebiyatından
Farsça dersler veriyordu. Bu dersin en iyi talebesi Yasin Hatipoğlu’ydu. Selamet Koğuşu’nun en keyifli anları şiir ve edebiyat sohbetlerinin yapıldığı saatlerdi: “
Şevket Kazan Bey’in idaresinde koromuz vardı. İlahiler söylüyordu. Süleyman Arif Emre ve Yasin Hatipoğlu ise karşılıklı atışmalar yapardı aruz vezni ile. Fehmi Cumalıoğlu çok şiir yazardı. Şevket Kazan da dörtlükler, rubailer yazmaya başladı. Ben o şiirleri toparlıyordum.”
Selamet Koğuşu’ndaki sıcak hava CHP ve MHP koğuşunda yoktu. Çünkü onlar birbirleri ile hiç temas kurmazdı. Ama Selamet Koğuşu hem MHP’lilerin hem de CHP’lilerin uğrak yeriydi. MHP’liler zaten namazı burada kılıyordu. CHP’den
Ertuğrul Günay, Temel Ateş, Nedim Orhan,
Ahmet Yıldız,
Tuncay Mataracı ve Şerafettin Elçi de Selamet Koğuşu’nu sık ziyaret eden isimlerdi. Bu arada Türkeş ve Erbakan zaman zaman buluşuyordu. Bu temasları yürüten arabulucu Kutan’dı: “Merhum Türkeş davet ediyordu beni. ‘Hoca ile bir araya gelsek iyi olur’ diyordu. Hocaya haber veriyordum. Derken ya hocanın odasında ya da Türkeş’in odasında görüşme oluyordu.” Cezaevinde kaldığı süre içinde Kutan’ı rahatsız eden en önemli durum ailelerle görüşmenin haftada 10 dakika ile sınırlanmasıydı. Süngülü askerlerin gölgesinde çocukları ve eşiyle hasret gideremiyordu. Bu yüzden duygularını mısralara döküyordu. Her hafta ailesine
mektup yazıyordu.
12 Eylül darbecileri bütün partilerin kapısına
kilit vurmuştu. Millî
Güvenlik Konseyi, iki yıl sonra partilerin kurulmasına izin verince Millî Görüş hareketi bu kez Refah Partisi ismiyle siyasi alandaydı. Partinin en önemli yöneticileri arasında yine Kutan vardı. Millî Görüş’ün yükselişe geçtiği 1991’den sonraki başarıda katkısı büyüktü. 1995 seçiminde yüzde 21 oy oranıyla kazınılan
zafer, hareketin sıçradığı en yüksek nokta oldu. Refahyol hükûmeti ile Erbakan ilk kez başbakan olurken, sırdaşı Kutan enerji ve tabii kaynaklar bakanı olarak kabinede yer aldı.
GAP’IN GİZLİ MİMARI
Kutan’ın bu çetrefilli hayata adım atmasında biraz da iş hayatında gösterdiği başarının etkisi var. 1952’de İTÜ’den
mezun olduktan sonra DSİ’nin
Malatya Bürosu’nda Korkut
Özal ile çalışmaya başladı.
Munzur Nehri üzerine kurulacak
barajın yerini tespit etmek için günlerce
katır sırtında gezdi. 1957’de ise DP hükûmetinin onayıyla DSİ’nin
Diyarbakır bölge müdürü oldu. DSİ’nin genel müdürü Süleyman Demirel’di. Genç bir mühendis olarak GAP’ın etüt çalışmalarına öncülük etti. 9 yıl kaldığı bu görevde Doğu ve Güney
doğu Anadolu’da yapılmış Keban dışındaki tüm baraj ve sulama projelerinin temelini attı, barajlara isim verdi. Karababa adını verdiği baraj daha sonra
Atatürk olarak değiştirildi. 1963’te NATO’nun Diyarbakır’da bir tatbikatı oldu. Millî Birlikçi komutanlar bu tatbikata katılmıştı. 100’e yakın
general tatbikattan sonra
Fırat ve
Dicle nehirleri ile bölgedeki ovaları gezdi. Bölgenin bu zenginliğine rağmen neden insanların
yoksul olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Diyarbakır Valisi
Namık Kemal
Şentürk, onları DSİ’nin Diyarbakır Bölge Müdürlüğü’ne götürdü. Genç mühendislerin çalıştığı bu büronun başında Kutan ve Fehim Adak vardı. GAP’ın ilk etüt çalışmalarını yürütüyorlardı.
Genelkurmay Başkanı
Cevdet Sunay, bölgenin nasıl kalkınacağını öğrenmek isteyince, 33 yaşındaki Kutan bütün kuvvet komutanlarına brifing verdi: “İki saat boyunca Fırat ve Dicle havzalarındaki su ve
toprak kaynaklarından, sulama, hidroelektrik enerji üretimi imkânlarından ve üzerinde çalıştığımız projelerden bahsettim. Projelerin ekonomiye katkılarını anlattım. Gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin bölgede güç kazanacağını ifade ettim. Komutanların yüz ifadelerinden çok memnun oldukları anlaşılıyordu. Bir süre sonra Hava
Kuvvetleri Komutanı İrfan
Tansel, Cevdet Sunay’dan izin alarak ayağa kalktı, gelip beni kucakladı. İki yanağımdan öptü.” Komutanlara verdiği bu brifing yıllar sonra karşısına çıkacaktı. 12 Eylül’ün yasaklı günlerinde bir arkadaşını ziyarete gitmişti. Kenan Evren’e yakınlığı ile bilinen MDP Genel Başkanı Turgut Sunalp de oradaydı. Durmadan
ANAP lideri Turgut Özal’ı eleştiriyordu: “Özal Keban’ın da Karakaya’nın da altında kendisinin imzasının olduğunu söylüyor. Ama bu doğru değil.” Kutan o sırada pürdikkat Sunalp’i dinliyordu: “Ben daha kurmay albayken Diyarbakır’da DSİ’deki bir brifinge katıldım. Gencecik bir mühendis bize iki saat boyunca projelerini anlattı. Ben GAP’ı ilk defa bu genç adamdan duydum. Bu projeler, o genç ve kadrosuna ait.
Allah selamet versin, kim bilir nerededir.” Bu sözlerden sonra Kutan söz alıyordu: “Efendim size o takdimi yapan bendim.” Bu cevabı duyunca şaşkınlığını gizleyemiyordu Sunalp.
İş hayatında bu başarılarına rağmen aslında o edebiyatçı olmak istemişti.
İlkokul ve liseyi memleketi Malatya’da bitirdikten sonra edebiyat okumak vardı aklında. Lisede edebiyat hocası Arif Nihat
Asya’ydı ve ondan etkilenmişti. Ancak babasının isteği ile inşaat mühendisliğine yöneldi. O yıl İstanbul tıbbı da kazanmıştı. Bir süre hem tıp hem de mühendislik fakültesine devam etti. Ancak mühendislikte karar kıldı. Siyasete çok geç girmesine rağmen aslında üniversite yıllarında, siyaset merkezli mücadelelerin içinde yer aldı. İTÜ Talebe Birliği’ni o dönem İnkılapçı öğrenciler yönetiyordu.
Korkut Özal, Mehmet Turgut gibi arkadaşlarıyla birliği ele geçirdi. Ardından Millî Türk Talebe Birliği’ni (MTTB) CHP’nin elinden aldılar. Üniversitede entelektüel bir çevre edinmişti. Ali Fuat Başgil, İsmail Danişment, Nurettin
Topçu, Bahadır Dülger, Rauf Orbay, Hamdullah Supni Tanrıöver gibi önemli isimlerle zaman zaman bir araya geliyordu. Ayrıca Türk
Kültür Ocağı’na da gidiyordu. Ancak
ocak Nurettin Topçu’nun önderliğinde ‘Anadolucular’ ve Nihal Atsız’ın temsil ettiği ‘Turancılar’ olarak iki hizbe ayrılmıştı. Komünizme Karşı Mücadele adında 4 sayfalık tabloid bir
gazete çıkarıyorlardı. Gazeteyi sokaklarda satanlar arasında Kutan da vardı. Topçu, Atsız, Ali Fuat Başgil, Arif Nihat Asya, Prof. Remzi
Oğuz Arık gibi isimler orada yazıyordu. Derginin yazı işlerine
Bediüzzaman Said Nursi’nin avukatı Bekir Berk bakıyordu.
Kutan’ın hayat öyküsü aslında Türk siyasetinin serencamı gibi. Tek partili dönem, demokrasiye geçiş, darbe ve muhtıralı yıllar olmak üzere ülkenin bütün sancılı günlerine tanıklık etti. Siyasette başarılı bir
profil çizmemesine rağmen nezaket ve hoşgörüsü ile akıllara kazındı. Ama onu ön plana atan en önemli özelliği yarım asırlık Millî Görüş davasının çilesini çeken adam olmasıydı.
Kutan: En çok bulvarda yürümeyi özledim
Recai Kutan, genel başkanlığı bıraktıktan sonra özellikle torunlarına zaman ayırıyor. Fırsat buldukça hatıralarını yazıyor. Genellikle ekonomi ve dış siyasetle ilgili kitapları okuyor.
Edebiyat ve şiire ilgisi devam ediyor. Bugünlerde Niyazi Mısri’nin şiirlerini ezberlemekle meşgul. ESAM’ın da genel başkanlığını yaptığı için mesaisinin yüzde 60’ını buraya harcıyor. Aynı zamanda partide genel idare kurulu üyesi. Ayrıca SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’a ihtiyaç duyduğu konularda danışmanlık yapıyor. En çok özlediği şeyi şu cümlelerle ifade ediyor: “Şöyle tek başıma Atatürk Bulvarı’nda vitrinlere baka baka yürümek. 10 yıldan beri o bulvarda yürüme imkânım olmadı.”
AKSİYON