26 Ekim’de Hak-Par’ın kongresi var. Genel başkanlığınız devam edecek mi?
Bırakacağım. Bir dönem yani iki yıl için almıştım görevi. Bu süre doldu. Yaşım ilerledi. Örgütlü çalışmak bensiz de devam eder. Örgütlü siyasal yaşamım 50 yılı doldurdu. Türkiye İşçi Partisi’nde siyasal yaşama girmiştim. Oldukça yoğundu. Benim gibi bir insan için 50 yıllık siyasal çalışmanın yeterli olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda yazarım ben. Buna hiç ara vermedim. En yoğun olduğum dönemden beri yazı hayatını sürdürdüm. Hem edebi, hem siyasal konularda yazdım. Bundan sonra da yazarım. Doğrusu parti yöneticiliği eğer ciddiye alıyorsanız, zor bir iş. Bunu yeterli buluyorum artık. Yeniden İsveç’e dönmem. Orada çocuklarım var. Gider gelirim ama Ankara’da olacağım.
Gelişiniz çözüm sürecinin sembol gelişmelerinden biriydi. Süreçle ilgili bugün gelinen noktayı nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye’de siyasal ortam inişli çıkışlı. Bazen kötü günleri, şiddeti geride bıraktığımızı düşünüyoruz ama üç-beş yıl sonra bir bakıyorsunuz tekrar çıkıyor. Ben geldiğimde de öyle olmuştu. Seçimlerden önce bir yumuşama olmuştu 2011’de. Sonra karıştı, sonra silahlar yeniden sustu. Olumlu gelişmeleri yurt dışındayken de, buradayken de destekledim. Ama fazla da iyimser değildim… Sanıldığı kadar kısa bir sürede sorunun çözüleceği, kalıcı bir barış ortamının oluşabileceği kanısında değildim. Ne yazık ki öyle de oldu. Çünkü devlet henüz buna hazır değil. Değişen hükümetlerin tutumu biraz farklı olsa bile bir bütün olarak ne devlet ne kamuoyu Kürt sorununu radikal bir biçimde çözmeye hazır değil.
Hazır olmayan sadece devlet ya da Türk halkı mı?
Kürt kesimi de hazır değil. Sadece devlet boyutuyla bakmıyorum. Kürtler de bir bakıma çözüme yeterince hazır değil. Kürt siyasi hareketinin siyasal olarak kitlesi bölünmüş durumda. Kürt siyasi hareketi dendiği zaman sadece PKK akla getiriliyor medya tarafından. Ve BDP-HDP birliği... Peki, Kürt siyasi hareketi bu mudur? Bunun dışında farklı partilere kanalize olanlar var. Hak-Par var. Bence Kürt hareketinin kendi talepleriyle, kendi kimliğiyle sahneye gereği gibi çıkması için fırsat oluşmadı. Ya devlet çok baskı yaptı ya da devletin baskısına karşın silahlı bir örgüt oluştu. Böylesi bir kutuplaşma ortamında Kürt hareketinin kendini sağlıklı bir yere konumlandırması zordur. Ya devlet yanlısı hatta korucu olacak ya da PKK’nın yanında olacak. Kürt hareketinin sağlıklı bir kanala ulaşması için kendini özgürce ifade edeceği bir barış ortamına ihtiyaç var. Ne devletten korksun ne de PKK’dan... Şu koşullarda bu yok.
Devlet tarafındaki sorun ne peki?
Devlet, Kürt sorununu tüm ebatlarıyla kabul etmiyor. Meseleyi bir terör sorunu gibi gösterme eğilimi geçmişten beri var. Nihayet, ‘Sorun sadece terörden ibaret değil.’ dendi ama Kürt sorununun boyutları ne? Nasıl bir çözüme ihtiyaç var? Devlet henüz açık ve net bir anlayışa sahip değil. Bir projeleri de yok. Bu sorun televizyon kanalı açmakla ya da okullara 1-2 saatlik ders koymakla olmaz. Başından beri bu konudaki görüşümüz eşitlik temelinde bir çözüm. Türkiye üniter bir yapıyla bu sorunları çözemez çünkü toplumsal yapımız çok renkli. Mesela PKK’nın silah bırakmasını yeterli görenler var. Bu tabii ki iyi olur. Biz en baştan beri şiddetin sonuç vermeyeceğini savunduk. Bizim savunduğumuz barış yolunda siyasal mücadeleydi. Çünkü şiddet bir sorunu çözmedi, her iki taraf da bedelini çok ağır ödedi.
Birkaç gün önce Altan Tan, ‘Kobane eylemlerinde şiddete engel olmalıydık. Bunu yapamıyorsak bırakalım bu işi.’ minvalinde açıklamalar yaptı. Sizce BDP’nin şiddeti önlemede etkisi ne kadar?
Sokağa hâkim olmak kolay değil. Öfkeli kalabalıkların sokağa çıktığı zaman nereye varacağı belli olmaz. Ama partinin etkisi tabi ki olur. Altan Tan’ın söylediklerini son derece olumlu buluyorum. Bahçeli’nin ülkücü gençleri sokağa dökmemek için gösterdiği çabaları hep olumlu buldum.
Kobane’de yaşananlar Türkiye Kürtlerinde yeni bir duygusal kopuşa sebep oldu mu?
Türkiye’nin Suriye politikasının iki ayağından biri Esad’ı devirmekti. Öteki ayağı da bence Kürtlerin orada bir statü elde etmelerine karşı duydukları kaygı. Sınır bölgesinde tampon bir bölge oluşturması talebinden kaygılıydılar. Türkiye bir zamanlar Irak’taki özerk yapıdan da kaygı duydu. Her ne kadar şimdi Irak Kürdistanı ile iyi ilişkileri olsa da zamanında bundan çok ürkmüştü. Aynı şey Suriye için de söz konusu. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye politikasının hedeflerinden biri de bunu önlemek. Nitekim Kobane meselesinde bir koridor açmamaları, orada IŞİD’le PYD arasındaki düelloyu Türkiye’nin seyretmesi bunu gösteriyor.
PYD’nin PKK ile bağlantısı sebebiyle Türkiye’de halkın tepkisinin Kobane konusunda zayıf kaldığı söylenebilir mi?
Kobane meselesini sadece PYD olarak görmemek lazım, orada bir halk var. Bütün olarak bakmak lazım. PYD ile PKK’nın ilişkisi var. Bu yalan da değil. Kaldı ki PYD de tıpkı PKK gibi yanlışlar yaptı. Oradaki diğer Kürt hareketlerinin çalışmalarını engelledi. Elinde silahla baskı yaptı onlara. Biz bunu hep eleştirdik. Suriye’deki Kürt halkının birlikte hareket etmesini savunduk. Kürtlerin kendi kendini yönetmesine ortam hazırlansın. Bu federal da olabilir, otonom bölge şeklinde de. Ne yazık ki PYD’nin politikaları yanlış oldu. Orada insanlar yüz binler halinde göçmen duruma düştü. Bu bir soykırımdır. Türkiye’nin bunu seyretmesi son derece yanlış ve acımasız. İlla öbür tarafa asker göndermesi gerekmiyor. Koridor oluşturulabilirdi.
Henüz kimsenin konuşamadığı dönemlerde Kürt sorunuyla mücadele ediyordunuz. Bugüne gelindiğinde sizin bu tecrübeniz Kürt siyasi hareketi içinde dikkate alınıyor mu?
Yurtdışından döndükten sonra da federal çözümden yanaydım. Dediğim gibi, etkili olanlar PKK tarafıydı. BDP kesiminde farklı fikirler olsa da sesini çıkarmadılar. Dolayısıyla bana karşı iyi niyetli olanlar, var. Selahattin Demirtaş bile geldiğimde hoş geldiniz diye aramıştı. Leyla Zana, Ahmet Türk, Altan Tan, Osman Baydemir ile ilişkilerim insanca ve iyidir. Ama bunlar da bana aşikâr destek veremez. Maalesef o kesim öyle. Bugün de parti olarak bana herhangi bir şey sordukları yok. Olup bitenlerle ilgili görüşümü sormak, katkımı istemek gibi bir tutumları yok.
Hükümet tarafıyla ilişkileriniz nasıl?
Hükümet kesimiyle de ilişkim yok. Onu da söylemeliyim. Geldiğimde hükümetin fikri galiba şöyleydi: Kemal Burkay şiddete karşı, silahların susmasında katkıda bulunabilir. Öyleyim elbette. Geldiğimde de söylemiştim. Koşullar bugün elverdiği için yurda döndüm. Amacım Kürt sorununun çözümüne ve demokratikleşmeye katkıda bulunmak. Ama bunu hükümet için yapmadım. Süreç içinde savunduğum görüşler devletin de hoşuna gitmedi. Bu arada tabi, Öcalan ile ilişkiler düzeldi. Böyle olunca ilişkiler Öcalan üzerinden ve Kandil ile diyalog kurarak yürütülmeye çalışıldı. Başka isimlere ihtiyaç duymadılar. Bence bu doğru değildi. Yani, Öcalan malum, İmralı’ya geldikten sonra önce Genelkurmay ile uyumluydu. Sonra askerin etkisi zayıflayıp hükümet güçlenince onlarla uyumlu hareket etmeye başladı.
Buradaki karmaşaya alışmak zor
31 yıllık sürgün hayatından sonra Türkiye’de dördüncü yıla yaklaştınız. Nasıl geçti burada zaman?
Başlangıçta bazı illeri dolaştım. Memleketimi, Ağrı’yı… İlk geldiğimde bir süre İstanbul’da yaşadım. Partideki görevden dolayı Ankara’ya geçtim. Bu süre içinde memleketin birçok yerine gittim.
Ankara’da yalnız mısınız?
Evet. İstanbul’da iki kızım var. Onlar yurtdışına hiç çıkmadı. Üç çocuğum da İsveç’te yaşıyor. Altı ayda bir oraya gidiyorum, üç-beş gün kalıp hasret gideriyorum.
Uzun İsveç yıllarından sonra Türkiye’de hâlâ alışamadığınız şeyler var mı?
İsveç, oldukça sakin. İstanbul’un, Ankara’nın hatta öteki büyük şehirlerin kargaşası yok. Buradaki kargaşaya alışmak zor. ‘Buraya alıştın’ mı diye soruyorlar. Burası memleketim, zaten Türkiye’den gittim. Ama buralar çok büyümüş ve trafik çok ciddi bir sorun, Diyarbakır’da bile.
Türkiye’ye ilk geldiğinizde devlet size dört koruma vermişti. Reddetmiştiniz. Bu süreçte koruma talebinde bulundunuz mu?
Sonra bir meseleden dolayı tekrar verildi. Fakat Ankara’ya geldikten sonra ben istemedim. Türkiye siyasetinde herkes tehdit altında. Korumalarla dolaşmak hoş bir şey değildi.
ZAMAN