Şişli Belediye Başkanı
Mustafa Sarıgül, evinin kapılarını ilk kez HT Pazar’a açtı. Sarıgül ile kahvaltıda çok iddialı konular konuşuldu
Bazen “keşke bunları yaz
masaydım da, sizi karşıma alıp bire bir anlatma imkânım olsaydı” diye geçiriyorum. Mustafa Sarıgül’le sohbetimizi satırlara dökerken de aynı duygular geçti içimden. Yazdan kalma bir
Kasım sabahında
mükellef bir kahvaltı yaptık. Ama mükellef olan yediklerimiz içtiklerimiz değil, sohbetimizdi. Beni en çok keyiflendiren, lider kişilikli bir politikacıyı bir insan olarak tanımaktı.
Bu güzel kahvaltı sofrasında siyaseti askıya alsak da “içinizdeki sizi” tanısak? Her zaman çalışkan, güler yüzlü bir Sarıgül var. Peki Sarıgül robot mu, ağlamaz, hüzünlenmez mi?
Dışarıdan öyle görünüyor tabii. Aslında benim için geceleri çok zor saatlerdir. Akşam 9’dan sonra dakikaları sayarım.
Yalnız mı hissediyorsunuz geceleri kendinizi?
Yalnızım tabii. Bu çok zor. Ama hayatımın büyük bir bölümünü Emir’e verdim, çünkü annesi
vefat ettiğinde henüz 9 aylıktı.
Hem analık hem
babalık yapmak zor olmalı...
Veli toplantısında tek erkek ben olurdum. O dönem hayatımı Emir’e verdim, şimdi de Ömer’e veriyorum. Artık bütün dünyam Ömer.
Ömer daha şanslı galiba...
Tabii. Evlendiğimizde 22’ydim. Annesi de 25 yaşında vefat etti. Ömer bu yüzden daha şanslı.
Emir ne yapıyor şimdi?
Kendi inşaat firmasında çalışıyor. Ama dedim ya şimdi benim için varsa yoksa Ömer. Onun da mimar olmasını istiyorum.
Despot bir baba mı Sarıgül?
O kadar da değil. Ama yönlendiririm.
Çocuklara bazı alternatifler sunmak lazım.
Politikaya çok
genç yaşta atıldınız. Örnek aldığınız siyasetçiler kimler?
Siyasi yaşamımda iki Malatyalı, bir Kayseriliyi örnek alıyorum. O iki Malatyalı’dan biri Turgut
Özal. Hastayım rahmetliye. Diğer Malatyalı da
Erdal İnönü.
Türkiye tarihinde, seçimlerden sonra “Başarılı olamıyorum” deyip koltuğunu bırakan tek lider İnönü. Ötekileri kara
toprak ayırdı. Bazıları da hâlâ devam etmek istiyor.
Gelelim Kayseriliye. O da rahmetli mi?
Çok
şükür Hüsamettin Bey yaşıyor. Hüsamettin Özkan’ın da ahd-ı vefasına, stratejisine, zamanlamasına ve ülkeyi yönetmekteki ustalığına hayranım. Siyasi hayatımın başarısını ona borçluyum.
Görüşüyor musunuz Hüsamettin Bey’le?
10 günde bir biraraya gelerek neler yapmam gerektiği konusunda kendisinden
yardım alırım.
Peki ya
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan? Görüşüyor musunuz?
Allah rahmet eylesin, annesinin vefatında hep oradaydım. Tayyip Bey çok çalışkan bir insan. Sağda Başbakan’ı; Sosyal Demokrasi’de de Mustafa Sarıgül’ü aynı kategoride görüyorum.
Çok klasik bir soru ama, ne olacak bu sosyal demokratların hali?
Bu konuda da üzgünüm, çünkü 52 yıldır sosyal
demokrasi tek başına
iktidar olmamış.
Hiç
analiz ettiniz mi?
Hakkın değerlerini
halkın değerleri ile buluşturamıyorlar da ondan. Kılıçdaroğlu’yla bir rüzgâr esmeye başladı. Devam ettirmemiz gerek.
Ama AK Parti’yle
CHP arasındaki oy farkı giderek açılıyor.
Bugün pek çok kişi Tayyip Erdoğan’a oy veriyorsa, bu Erdoğan’ın değil sosyal demokratların kabahati. Sosyal demokratların yapması gereken “Neden bu oyları Erdoğan alıyor da biz alamıyoruz” diye sorgulamaktır.
Oysa Sarıgül tek başına kazanıyor.
DSP’nin Türkiye’de yüzde 1 oyu var. Ben giriyorum DSP’den, kazanıyorum.
Yine gömüldük siyasete. “Akşamlar zor geçiyor” demiştiniz.
Benim bundan sonraki görevim, çocuklarım ve torunlarım için yaşamak, düşüncelerimi mutlaka iktidara taşımak.
Ne kadar iş hayatına kendini adasa da, herkesin içinde bir çocuk yaşarmış. O yaramaz çocuğu bilerek saklıyorsunuz gibi geliyor bana.
O çocuk, çocukluğunu yaşayamıyor. Dikkatli olmak zorunda, çünkü sorumlulukları var.
“İçimdeki çocuğu yaşayamıyorum” diyorsunuz.
İçimdeki Sarıgül’ü yaşama hakkına sahip değilim. Benim durumumda bir gün bile tıraşsız sokağa çıkamazsın.
Sürekli kurallarla yaşamak çok zor olmalı.
Bir siyasi kendini yaşayamaz. Hedefin yoksa çalsın sazlar oynasın kızlar. Ama siyasi sorumluluğun varsa, onlar için yaşamakla mükellefsin. Sarıgül’ün yaşamı bu. Siyasetin her kademesinde yer almış. Sadece “orası” kaldı.
O ne zaman olacak?
İktidar yorulacak. Gitme vakti geldiğinde yeni bir enerjiye ihtiyaç olacak. İşte o zaman.
“O zaman” gelmeden, biraz dedelerinizden söz etsek. Kadirov’dan.
Kadiroğulları’nın torunuyuz. Televizyonda “
Erzincanlıyım” deyince
Nevzat Demir aradı; “Erzincanlıyım demeyeceksin, Kadiroğulları’nın torunuyum, etrafı dağlık, ortası bağlık bir yerden geliyorum” diyeceksin ve ilave edeceksin. “Rüzgârının sert, delikanlısının mert olduğu yerden geliyorum”. Kadiroğulları’ndan geliyoruz ama Başı Açık Süleyman’ın torunuyum.
Neden başı açıkmış dedenizin?
Dedem ve 20 arkadaşı, 4 günde at sırtında
Erzurum Kongresi’ne gidiyor. Kongreden çıkarken Atatürk’ün karşısında şapkasını çıkartıp “Paşam ben Süleyman Sarıgül, Erzincan Gökse Köyü’nden geldim, emrinizdeyim” diyor.
Mustafa Kemal de dedemin şapkası başında değil elinde olduğu için “Sağol, bundan sonra senin adın Başı Açık Süleyman olsun” diyor.
‘Öfke yönetimiyle ilgili
ders alıyorum’
Bugüne dönersek Mustafa Sarıgül sinirlendiğinde adeta deliriyormuş.
Maalesef. Şu anda
öfke yönetimiyle ilgili ders alıyorum. Mükemmeliyetçiyim. Sinirlenen insan mükemmeli isteyen insandır. Her şeyin en iyisini yapmak, bir numara olmak istiyorum. Şurada bir toz görsem ister istemez sinirleniyorum.
İleride başbakan olursanız ilk bekâr başbakan mı olacaksınız? Yeni bir first lady filan?
O sayfayı kapattım. Artık ailem, çocuklarım ve torunlarım.
Şimdi bir şey daha soracağım ama siz de bana nereden öğrendiğimi sormayın. Neden çoraplarınız hep dize kadar?
Galatasaray yönetimine girdiğimiz günlerde herkesin çorapları kısaydı. Paçalar biraz yükselince ayak bilekleri filan görünüyor. Sonra
Faruk Süren’e baktım, onun çorapları uzun. “Uzun çorap giyersen bileklerin görünmez” dedi. O günden sonra herkes uzun çorap giymeye başladı.
‘30 yıl bekleyecek vaktim yok ki’
Bu arada gelin hanımı beklerken Fatih Hoca’yla da bol bol sohbet etmişsinizdir. Bir Galatasaraylı olarak ne düşünüyorsunuz Fatih
Terim hakkında? Küs olduğunuz doğru mu?
Elbette Galatasaray’ın başarılı olmasını isterim.
Fatih Terim Hoca’yla da çok eski dostluğumuz var. Birara gazetelere yanlış yansıdı, hiçbir zaman Fatih Hoca’yla aramızda kırgınlık olamaz. Galatasaray’ın başına gelmesi için
Ünal Aysan’a telkinde bulunan 2 kişi vardır. Biri Faruk Süren, diğeri ben.
Ama sanki bir kırgınlık yaşandı gibi aranızda...
Biz 9 puan geri düştüğümüz zaman da ben 4 sene yöneticiydim. Fatih Hoca oradayken, biz ona hep
destek verdik. Kırgınlık olamaz. Ayrıca benim 30 sene daha bekleyecek zamanım yok ki yeni bir Fatih Hoca yetişsin...
Bir yanlış anlaşılma var ortada galiba...
Benim o gün TV’de dediğim şey, Başkan Ünal Aysan’ın başarıya endeksli olduğudur. Başarısız olan kimseyle çalışmaz. Zaten Fatih Hoca da başarısız olduğu yerde durmaz ki. Fatih Hoca’nın görevi Galatasaray’ı
şampiyon yapmak. Aysan’ın görevi de GS’yi en az 4 kere şampiyon yapmaktır.
Neden 4 kere?
Çünkü benim dönemimde 4 kez üst üste şampiyon yaptık. Ünal Ağabey’in de bizi geçmesi lazım. Ben söyledim kendisine; zoru başaracak yani. Bizim rekorumuzu egale edecek. Ünal Aysan çok iyi dostumdur, Galatasaray için de bir şanstır. Ama Ünal Aysan başarılı olmadığı süre içinde benim desteğim de olamaz. Ben başarılı olmasını istiyorum.
Başarılı olamayan hiç kimseye destek olmazsınız yani...
Ee yani. Birine bir görev veriliyorsa başarılı olmak zorundadır. Başarısız olan yerinde kalamaz ki.
‘En büyük holdinglerden birini yönetiyorum’
Kaç kişi çalışıyor yanınızda?
2400 kişiye ekmek veriyoruz..
Yani bir holdingden farksız...
Şu anda Türkiye’nin en büyük holdinglerinden biri.
Belediyenin bütçesi ne kadar?
Aşağı yukarı yıllık 1.5 milyar dolar. Aylık 320 milyon dolardan söz ediyoruz.
“Allah nazardan saklasın” demişken, nazara inanır mısınız?
İnanırım.
Nasıl korunursunuz nazardan?
Her cuma sabahı dualarımızı yapıyoruz. Bizim için dualar okuyan binlerce yurttaşımız var. Kaç tane
Kuran kursu, kilise, sinagog,
cemevi yapmışım. Ama öyle birisi vardır ki, bakarsın hakikaten nazarı değer.
Son bir soru. Parti kuruyormuşsunuz diye duydum. Doğru mu?
Yok yahu, yok öyle bir şey. Parti kurmak kolay. Bugün Ankara’da birçok parti var; ancak parti tabelası asmak yeterli olmuyor. Ankara’ya gideceksek, iktidar olmak için gitmeliyiz. Biz
Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki değişime destek vermek için parti çalışmalarımızı ertelemiştik. Bu desteğimiz devam ediyor. Önemli olan, sosyal demokratların iktidar olmasıdır. Halkın desteği kimi işaret ediyorsa ona destek vermek lazım. Bizim ne yapacağımıza da halk karar verecek.
‘Ağabeyim tarlada feci dövdü’
Şimdi gelelim dayağa. Nasıl yani?
Yani ilk dayak faslına. Herkesin bir ilki vardır. Sizinki askerde mi oldu? İlk dayağı ağabeyimden yedim. Köyde. Hiç unutmuyorum tarlada kovaladı ve feci dövdü.
Yaşı ve suçu da öğrensek?
7 yaşındaydım. Hayvanları ahıra almam lazımdı. Meğer hayvanlar tarlaya girmiş, buğdayları yemiş.
Gece gündüz her daim jilet gibisiniz. Nasıl demeyeceğim ama neden diye soracağım.
Politikacı giyimine dikkat edecek.
Vitali Hakko’yla ilginç bir olay yaşamışsınız.
Şişli’nin
marka cadde olması gerektiğini düşündüm. O zaman en büyük markalardan biri Vakko. Vitali Bey’in ofisine gittim. Abdi İpekçi’de bir
mağaza açması için ikna edeceğim.
Vakko yok muydu Şişli’de?
Bir kere açmış, batmış. “A be kuzum, kesinlikle gelemem, çünkü orada battım” dedi. Çıkarken “Harç, iskân bedeli,
işletme ruhsatı parası da almayacağım orada olmanızı istiyorum” dedim. Hiç yanaşmıyor. Sinirli de biraz. Pazartesi saat 10’da gitmiştim. Yanlıştı.
Ne olmuş
pazartesi sabahı gitmişseniz? Nesi yanlış?
Pazartesi sabahları insanın en sinirli olduğu saatlerdir. Ders oldu. Zabıtalara dedim ki “Pazartesi sabahları kimseye ceza kesmeyin, “Günaydın hayırlı işler” deyin. 10 gün sonra Vitali Bey’i bir galeride yakaladım.
İnşallah pazartesi değildi.
Yok. “O gün sizi üzdüm” dedim. Meğer o da üzülmüş. Ertesi gün sarı güller yaptırıp tekrar gittim. “Hatırın için bir eşarp mağazası açacağım” dedi. Şu anda Vakko’nun 11 mağazası var Nişantaşı’nda.
Şişli ilginç, bir yanda markalar, diğer yanda mütevazı semtler.
Kuştepe,
Feriköy,
Okmeydanı gibi semtlerde yaptığımız okulları,
spor merkezlerini,
emekli evlerini, sağlık merkezlerini görmenizi isterim. Bizim oyumuz gecekondulardan gelir. Diğer partiler gittiğinde derler ki; “Elimizde maşa, kimse Sarıgül’le çıkamaz başa.” Benim iki evladım var, üçüncü Şişli.
Peki bunca yıllık politik hayatınızda kimlere kırgınsınız?
İsim vermek istemiyorum ama bir siyasiye çok büyük kırgınlığım var. Bana yapmadığı zulüm kalmadı, 120 ayımı yedi.
Hiç affetmeyeceksiniz galiba.
Yoo. Kin tutmam. Sadece kırgınlığım var. Kim olursa olsun delikanlıca mücadele istiyorum. Arkadan güreşmeyi sevmiyorum.
Zor günler geçirmiş olmalısınız.
İçeriği boş davalarla
mahkeme kapılarında süründürdüler beni. Hepsinden
beraat ettim.
Özellikle miting alanlarında sürdürülüyor bu savaş...
Dünya ile bağımın kesildiği an, mikrofonu elime aldığım andır. O kadar heyecanlanırım, 3 Kulhuvallah 1 Elham okurum. Ama konuşmaya başlayınca her şey biter.
Gece eve geldiniz, kapılar kapandı... Neler dinlersiniz mesela?
“Oy bahçenize ben giremedim yavrum gazelden oyy oy...” Benim hastalığım Türk Halk Müziği. “Saza niye gelmedin, söze niye gelmedin.” Bir de; “Kara
tren gecikir de belki hiç gelmez.”
‘
Tatlıses aradığında çok duygulandım’
Bir de İbrahim Tatlıses’in nikâhını sormak istiyorum. Neler hissettiniz?
Aradığında çok duygulandım. Hastane psikolojisini de merak ediyordum. Önce kararsızdım ama “Ben imam nikâhını yaptım, bekliyorum” deyince kıramadım.
Ne zaman aradı sizi?
Bir gece önce saat 9’da.
Bunca kıydığınız nikâhtan sonra sizi etkilemez ama heyecanlandınız mı?
Heyecan yok. Ama duygusallık oluyor tabii. Çünkü ben Almanya’da
hastanede yatarken de ziyaret ettim İbrahim’i.
Nikâhın unutamayacağınız karesi?
Nikâh saati gelmiş. Fatih Hoca’nın acelesi var. Ayşegül Hanım ortalıkta yok.
İnsan ölür meraktan ne oldu bu kıza diye. Anlatsanıza ne oldu sonra?
Telefon geldi. Ayşegül Hanım’ın arabası güvenlik şeridine takılmış.
Polis de bırakmıyor.
Nikâh yatacak. Nasıl yetişti peki?
Başbakanlık korumalarına, Emniyet Müdürü’ne rica ettik. 19.30’da olması gerekiyordu nikâhın, saat oldu 21.00. Gerilmesin diye İbrahim’e de söylemek istemiyoruz ama o da meraktan ölüp bitiyor. Neyse çözdük sonunda.
HABERTÜRK