Gerilim değil yumuşama!
Kimse
Abdullah Gül'ü sevmek ya da beğenmek zorunda değildir. Herkes kendi aklınca, kendi gönlünce bir Gül değerlendirmesi yapabilir.
Kimilerinin kafasındaki, yüreğindeki
cumhurbaşkanı olmayabilir Abdullah Gül. Kimileri de onu
Çankaya'ya yakıştırır.
Hepsi mümkün.
Kimse kimseye karışamaz.
Farklılıklara saygıdan, değişik görüşlere tahammül ya da toleranstan geçer
demokrasi yolu.
Oyunun kurallarına bağlı olmak koşuluyla istediğiniz gibi düşünmekte özgürsünüz, adı demokrasi olan düzende.
Oyunun da birçok kuralı vardır.
Ancak, halkın oyuyla
seçim sandığı olmadan demokrasi oyunu oynanmaz. Demokrasi son tahlilde
seçim sandığında gerçekleşir.
Meşruiyet sandıktan çıkar.
Altında millet iradesi yatar.
AKP, iki seçmenden birinin oyunu alarak kazandı 22 Temmuz seçimlerini. Üstelik seçimlere
katılım yüzde 87 gibi
rekor düzeyde gerçekleşti.
Ve AKP, meşruiyet tabanı bir önceki seçimle mukayese edilemeyecek kadar genişlemiş bir parlamentonun içinden Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanlığına
aday gösterdi.
Gül'ün bu ayın sonuna doğru, üçüncü turda seçilip Çankaya Köşkü'nün 11. sahibi olması bekleniyor.
Kısacası:
Her şey
Anayasa'ya uygun.
Sözüne de, özüne de uygun.
Dolayısıyla da meşru...
Onun içindir ki, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığını meşruiyet açısından
tartışma konusu yapmak doğru değil.
Birinci nokta bu.
İkinci noktaya gelince...
Dayatma, hesaplaşma, intikamcılık, rövanşizm gibi güncel sözcüklerle ilgili. Abdullah Gül'ü Çankaya'nın kapısına getiren anayasal kuralları savunmanın bu sözcüklerle hiçbir ilgisi yoktur, olamaz da.
İki seçmenden birinin oyunu alarak seçimleri kazanmış bir çoğunluğun kendi adayını cumhurbaşkanı seçmesi dayatma değildir.
Eğer ille de dayatma arıyorsanız, çok fazla geriye gitmeniz gereksiz, 27
Nisan tarihli gece yarısı muhtırası dayatma girişiminin ta kendisidir. Duyarlığınızı bu konuda göstermeniz demokrasi kültürüne
daha uygun düşer.
Askerin
siyasete müdahalesine karşı çıkmanın da intikamcılıkla, rövanşizmle ilgisi yoktur. Demokrasiyi savunmanın adı ne zamandan beri intikamcılık, rövanşizm ya da asker düşmanlığı oldu ki?..
12
Eylül gibi Türkiye'de demokrasinin kolunu kanadını kıran ve ülkeye deli gömleği giydiren rezil bir darbenin sonuçlarını ortadan kaldırmak için
sivil anayasa yapılmasını istemek ne diye rövanşizm olacakmış ki?..
Geçelim.
Hesaplaşmaya gelince...
22 Temmuz'un bir açıdan
27 Nisan'la bir hesaplaşma olduğu söylenebilir.
Bu da doğaldır.
Siyasete dışarıdan müdahalenin seçim sandığında ters tepmiş olması, bizim yakın tarihimizdeki ilk örnek de değildir.
Öte yandan, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığını -
Baykal sözcülerinin yaptığı gibi- askerle hesaplaşma, cumhuriyetle hesaplaşma diye yorumlamaya kalkışmak iyi niyetli bir çaba değildir.
Askeri kışkırtmaktır çünkü.
Askerle hesaplaşma, cumhuriyetle hesaplaşma diyerek
kriz üzerinden siyaset yapmaya çalışmak, Türkiye'ye iyilik değildir. Türkiye'yi germektir, kutuplaştırmaktır çünkü. (Bu arada anlaşılan o ki, Baykal ve sözcüleri daha hâlâ 22 Temmuz'dan gerekli dersi çıkaramamış durumdalar, yazık)
Oysa Türkiye'nin, tam tersine, yumuşamaya ihtiyacı var.
Seçimler yapıldı.
Özgür ve serbest seçimler.
Kazanan belli, kaybeden belli.
Hâlâ askerci tavırlar!
Hâlâ kriz tamtamları...
Olacak şey mi?
Yinelemekte yarar var:
Türkiye'nin gerilime, kutuplaşmaya değil, yumuşamaya ve istikrar ortamına ihtiyacı var.
22 Temmuz'u doğru okuyalım.
HASAN CEMAL - MİLLİYET