Başbakan Erdoğan’ın
Kızılcahamam’da yaptığı ve herhalde hayatının en uzun nutku olan konuşmayı dinledim. Ve herhalde değinmediği bir konu da kalmadı. Seçime hazırlanan bir partinin hem kendi içine, hem de kamuoyuna önce ‘Biz kimiz?’ diye sorup, ardından verdiği
cevapları içeren bir konuşmaydı.
Ak Parti
iktidarı altıncı yılını dolduruyor. Bu uzun sürenin içinde hem dünya hem de
Türkiye, birçok önemli şey yaşadı. Büyük kırılmalar, gergin ve tartışmalı süreçler, yüksek tempolu siyasal çatışmalar ve elbette
ekonomik krizler...
AK Parti’nin kriteri kendi birinci dönemi
Geçen süre zarfında iktidarı ölçmek ve değerlendirmek için kullanılan kriterler de değişti. AK Parti, 2007’ye kadar halefi olduğu
koalisyon hükümetinin performansına göre ölçülüyordu, bugün ise kendi iktidarının birinci dönemiyle kıyaslanıyor. Baz alınan rakamlar, hizmetler ve politikaların ölçeği de
doğal olarak değişti. Yani kıyas yapılacak değerler büyüdü. Sözgelimi, Başbakan enflasyonun yüzde 30’dan yüzde 11’e düşürülmesini bir icraat olarak anlatıyor. Evet öyle ama bugün insanların zihnindeki temel değer değişti. Yüksek enflasyon korkusu yerini çift haneli enflasyon endişesine bıraktı. Yeni ölçü bu...
Avrupa Birliği konusunda yapılmayan yapıldı, 40 yıl sürüncemede bırakılan sürecin önü açıldı; Türkiye müzakere eden
ülke haline geldi. Bir ayağını AB’nin içine attı. AK Parti’nin bu süreçte cesur ve planlı adımlar atmasının, Avrupa’yı zorlamasının, içeride de
toplum psikolojisini yönetmesinin rolü büyüktür. Ama şimdi, o konuda da standart değişti... İnsanlar 40 yıl öncesini değil 3
Ekim 2005’i; yani müzakerelerin başlangıcını baz alıyor.
Yani ikinci AK Parti iktidar döneminin ölçüsü her alanda birinciiktidar döneminde ortaya çıkan rakamlar, değerler ve standartlardır.
İşin özü şu; bugün artık AK Parti, AK Parti’yle yarışmak zorundadır.
Kıbrıs politikası da, toplu konut hamlesi de, duble yollar da, sağlık
reformu da ya da mesela okullarda ücretsiz dağıtılan kitaplar da... İrili ufaklı bütün icraatlar geride kalan 6 yılda yapılanlarla kıyaslanacaktır. Çünkü, toplum daha fazlasını isteme hakkı ve imtiyazına sahiptir.
Reform cümleleri
İktidar partisi hem muhalefetle klasik mücadeleyi sürdürürken hem de kendiyle
rekabet etmek zorundadır. Çünkü son
seçimin geride bıraktığı iktidar da kendisidir.
Dünkü konuşma uzun süreden beri AK Parti’ye yönelen bir bölümü önemli ve ciddi eleştirilere karşı cevaplar içeriyordu. O kıyaslamanın Başbakan tarafından da anlaşıldığını hissettiriyordu.
Ben o uzun paragraflar arasından
manşet için şu cümleyi seçtim:
‘Bizim kitabımızda statükoculuk yoktur!’
Bu cümlenin altını çiziyorum. Ve aynı zamanda bu cümlede, ‘Erdoğan reformları rafa mı kaldırdı, devlet içinde bazı güçlerle mi anlaştı, bazı şeyleri bilerek mi erteliyor, bazı adımları kasten mi durduruyor, vs.’ türünden endişeli soruların cevabını buluyorum.
Devamındaki şu sözler de o cevabı destekliyor:
‘’Kimse AK Parti’yi başka örneklerle tanımlamaya gayret etmesin. AK Parti’nin yolu demokrasi yoludur. AK Parti Türk siyasi tarihinde ezber bozan, yeni yaklaşımlar getiren bir partidir. Kıbrıs sorununda ezberleri AK Parti bozmuştur. AB sürecinde ezberleri AK Parti bozmuştur.’’
Başbakan, sadece cevap vermiyor hem partisinin felsefesi bağlamında iman tazeliyor hem de kendini bağlıyor. Evet, statükoya
itiraz eden o cümleler aynı zamanda bağlayıcı bir
seçim vaadidir.
Diyarbakır konuşmasına sahip çıkmak
2005
Ağustos’unda yaptığı Diyarbakır konuşmasının hala arkasında durduğunu tekrarlaması da bir başka
vaat cümlesidir.
Başbakan,
Kürt sorunu politikası konusunda değişen söylemi nedeniyle haklı eleştiriler alıyor. Çünkü, herkesin canının acıtan ve politik söylemler değiştiğinde ‘Yine mi eskiye dönüyoruz’ umutsuzluğunu üreten bir sorunla karşı karşıyayız. Ama Erdoğan, söylemindeki kızgınlığa rağmen mesela
gözaltı sürelerini uzatan bir karar almadı, mesela
OHAL yoluna giden bir sertlik politikası izlemedi. Yani aslında politikasını değiştirmedi, taktik hamleleri değiştirdi. O yüzden ‘Hala, Diyarbakır’daki sözlerimin arkasındayım’ sözü de önemlidir.
Seçime 4 ay var... 29
Mart, sadece
yerel seçim değil; bekleyen reformların kaderini
tayin edecek önemli bir ‘referans’ seçimidir.
MUSTAFA KARAALİOĞLU - STAR