"Ehlisünnet Vakfı Başkanı İD,
Sünni vatandaşların
CHP, MHP, Genç Parti ve HYP'den yana oy kullanacaklarını söyledi." (peşinen ikaz etmek isterim; haber metninde bazı kelimelerin yerine başka kelimeler koydum; devamı geliyor) AKP iktidarı döneminde 25 milyon Sünni vatandaşın görmezden gelindiğini belirten İD, oylarını duygusallıkla kullanmayacaklarını söyledi. Prof. D, Sünni vatandaşların CHP, MHP, GP ve HYP lehine oy kullanacaklarını ancak hiçbir partinin kendilerini tatmin etmediğini söyledi. MHP'nin çok sayıda Sünni'yi
aday göstermesini de değerlendiren D, bu yaklaşımı kırgınlıkların ortadan kalkması yönünde olumlu bulduklarını söyledi."
Hayır, kimseyi ihbar etmek, suç duyurusunda bulunmak ve buradan hareketle, "21. yüzyılda hâlâ böyle şeylerle mi uğraşacağız,
laiklik nerede kaldı?" şeklinde "cık cık cık" yorumlarına tevessül etmeyeceğim fakat şu yaklaşımı eleştirmekte haklı olduğumu herhalde teslim edenler çıkacaktır: Türkiye'de sair kişi ve
örgütler gibi dini topluluk, cemaat veya tarikat mensuplarının da siyasetle uğraşmaları, seçme ve seçilme hakkını kullanmaları,
propaganda çalışmalarına katılmaları en tabii haktır fakat bu topluluk önderlerinden birinin çıkıp, alenen, "biz bu
seçimde filan partilere oy vereceğiz; falanlara vermeyeceğiz" diyebilmesi "şık" değildir; çünkü böyle bir angajmanda bulunmak, o topluluğa bağlı kişilerin birer hür irade sahibi fert olduğunu zımnen ve fiilen inkâr eder. Bu sözler, "Bu insanlar bana inanır ve güvenirler, sözümden çıkmazlar; bizde bir iç
disiplin vardır, dolayısıyla biz büyük bir kuvvetiz" tarzında bir böbürlenme, bir gövde gösterisi olarak anlaşılır; başkaca te'vili var mıdır bilmem?
Meseleyi "laik
Cumhuriyet ilkeleri"yle ilişkilendirmek isteyenler çıkabilir; böyle yorumları saygıyla karşılar ama iştirak etmem. Benim eleştirim, milyonlarca kişiden ibaret olduğu öne sürülen bir kitle adına, onların siyasi iradelerine ipotek konulmuş gibi gizli veya açık pazarlıklar yapılmasının uygun olmadığı merkezindedir.
Seçim sandığının Türkiye'de bildiğimiz ama üstünde durmadığımız pratiklerinden biri de bu olgu işte: Tarikat, cemaat, aşiret ve benzeri topluluklar, siyasette etki kazanmak için o topluluk adına total kararlar verebiliyorlar; tesir derecesi giderek azalıyorsa da etkili olmadıklarını kimse söyleyemez. Bu bir gerçek fakat doğru değil; çünkü ferdî iradeyi hiçe sayan, örgüt kararını şahsi tercihlerin üstüne çıkaran bir belirleme biçimi. Bu tür kararlara
egemen olan mantık ise, "filanca parti bizim dini hassasiyetimiz, cemaat veya aşiret yapımız açısından daha elverişlidir" fikriden yola çıkıyor. Demokratik teori bakımından sakıncasız gibi görünse de bu açmazın sürdürülmesi nihai safhada demokratik kültürü benimsemiş bir
toplum oluşmasını geciktirmektedir.
Şimdi yeniden yazının başındaki habere dönebiliriz: Bildiğiniz gibi Türkiye'de Ehlisünnet vakfı diye bir kuruluş yok. Bu haberin metnindeki "
Alevi" kelimelerini "Sünni", "
Cem Vakfı"nı ise Ehlisünnet Vakfı isimleriyle değiştirdim. Şahsi polemiğe sebep olmamak için bu
vakıf başkanının adını kapalı tuttum. Bu
küçük oyunun sebebi, Türkiye'de anlamların mevzilere göre yeni muhtevalar kazanabileceğini hatırlatmaktı sadece; bunun dışında üzerinde önemle durmak gereken hadise şudur: Böyle toplulukların siyasi sürece katılmaları,
demokrasi açısından faydalı fakat, ferdiyet idrakinin geliştirilmesi için çeşitli mahzurlar gösteriyor.
Şu "muasır
medeniyet"e vâsıl olmak için galiba daha çok yol gideceğiz; öyle anlaşılıyor.
A.TURAN ALKAN - ZAMAN