Genel Sekreter Yardımcısı
Algan Hacaloğlu’nun açıkladığına göre ‘
CHP’nin gelecek on yılının programını oluşturacak olan
taslak’ Deniz
Baykal’ın önünde duruyordu.
Anayasa Mahkemesi’nin AKP’nin kapatılması talebine karşılık hazine mahrumiyeti kararıyla yetinmesi
soğuk duş etkisi yaratmıştı. Yaşanan bu şok yüzünden olsa gerek en kadim müttefikleri olarak gördükleri orduyla, K.
Irak harekatı sonrasında yaptıkları gibi yine sert bir polemikle öfkelerini boşaltmaktan kendilerini alamadılar.Rektör atamaları nedeniyle Cumhurbaşkanı’nı eleştirirken dahi ‘Sezer’in haksız atamalarında
Cumhuriyet’i korumak uğruna’ suskun kaldıklarının itirafıyla yine ‘
yandaş basına’ malzeme verdiler. CHP artık AKP’yönelttiği ‘kurumlarla çatışmaktan kaçınma’ uyarısının kendisini ilgilendirir hale geldiğini görmek zorunda.
Anayasa Mahkemesi’nin kararından çıkaracağı sonuç ‘bürokratik mühendislik ’yoluyla elde etmeye çalıştığı siyasi zaferin tam da bu nedenle yani siyasallaşan hukukun gayr-ı ciddi bir davada siyasi ve reel politik bir karar vermesiyle ortaya çıkmıştır. CHP çekirdek devletten köşeye sıkıştığı zamanlarda aldığı ‘garantörlük’
teşvik ve müdahalesinden mahrum bırakılmıştır.Çekirdek devlet tarafından, ülkeyi kuran irade olarak markalanarak
siyaset sahnesindeki rolünü ‘sosyal demokrat’mış’ gibi oynaması istenen CHP, hamisi olan ‘büyük biraderleri’ tarafından da cazibesini yitirmiş,son kullanma tarihi çoktan geçmiş, deyim yerindeyse
halk nezdinde ‘deşifre’ olmuş bir aktöre dönüşmüştür.
Deniz Baykal önünde duran ‘gelecek on yılın
demokratikleşme programı’ ile son kararını vermeden önce 28 Şubattan beri geçirdiği son on yılın ve etrafının muhasebesini yaparsa belki yanılgılarından
ders çıkarma yeteneğini de elde etmiş olur.
BİR ZAMANLAR SOLCUYDU
Deniz Baykal
gençlik yıllarında zorlu işlerde çalışmış bir halk çocuğu olarak akademik hayata geçiş yapmış ve hızlı yükselişiyle ‘sosyal demokratların harika çocuğu’ olarak anılır olmuştu.CHP’de girdiği siyasi hayatında ,genç yaşında
bakanlık koltuğuna oturarak kalıcı olacağının işaretlerini veriyordu.12
Eylül darbesine en çok karşı çıkanlardan biri olarak Zincirbozan’a gönderildi, siyasi yasaklılar listesine dahil edildi.Ne tuhaftır ki
12 Eylül Anayasası’nın siyasete ‘çelik kafesle’ kuşatan egemenliği kırılmak istendiğinde,
sivil Anayasa girişimlerine en sert tepki Baykal’dan gelecek ve ‘Cumhuriyetin temellerini oluşturan Anayasa’yı ortadan kaldırmakla’ suçlayacaktı rakiplerini.
1992 ‘de SHP’nin
Güneydoğu’daki ittifakı için
destek verirken bugün
Kürt meselesinde somut ve iyileştirici adımlar atılmasına en çok karşı çıkanlardan oldu.’Etnik guruplara kendi dillerinde eğitim yapma imkanı verilmesi
Türkiye’nin ulusal bütünlüğünün içine yerleştirilmiş bir mayındır’ diyordu.
Demokratikleşme adımlarına, AB sürecine can havliyle karşı çıkan Deniz Baykal, 1991 yılında solun sorunlarına çare bulmak amacıyla İsmail Cem’le birlikte ‘Yeni Sol’ adlı bir program hazırlamış ve büyük dikkat çekmişlerdi. Bu değişim programının editörlerinden siyasetçi Fuat
Atalay, CHP Genel Başkanı olan Baykal’ın ‘Zemin uygun değil’ diyerek geri çekildiğini aktarıyor.Uğur
Mumcu suikastinin yarattığı atmosferde de, ‘Deniz Bey o nokta da kolayı seçti.Derinlemesine tahlil edip
toplumu yönlendirmek yerine bu hassasiyetleri dikkate alacak konjonktürel davranış seçilmiş oldu.’diyerek siyasi kaostan statüko gayretkeşliği ile nemalanmaya çalışıldığını vurguluyordu.(
Aksiyon, 13.08.2007)
Kemalizm’le Baykal’ın kurduğu ilişki sanılanın aksine içselleştirilmiş ideolojik bir tavır değil konjonktürel ve manevra amaçlıdır. Giovanni Sartori gibi bir ‘Anayasal Demokrasi’ kuramcısının kitabını çevirmiş olan Baykal çekirdek devletin siyaset mücadelesinde, ‘konuk
oyuncu’ olmayı kabullenmiştir.CHP’nin kökleşmiş siyaset ve toplum anlayışını değiştirmesinin mümkün olmadığını fark ettiği anda repliklerini değiştirmiştir.Siyasi olarak hep demokrat olduğu önermesinde bulunmuyorum.Ama özgürlükçü bir sosyal demokrat olarak
kariyerini sürdürebilme yeteneğini kullanmama tercihinde bulunduğunu vurguluyorum.Baykal’ın sorunu yaptıklarının günahından öte gerçek düşüncelerini, sınırlı bir kariyer uğruna kurulu düzenin ayartmasıyla paranteze alması, yapmadıklarıyla
hesap verecek olmasıdır.CHP’nin gerçek temsili ve kurulu düzen adına takdimi
Onur Öymen profilinde kurgulanmıştır.Öymen, Deniz Baykal’ın da ötesinde ‘hikmet-i hükümet’in lejyoneri, çekirdek devletin kadim ve uzlaşmaz ‘bekçisi’, kraldan çok kralcı ‘aport’u yani ‘statükonun havarisidir’.
Erdoğan ve Baykal buluşsun diyenlere ‘Bu kadar laftan sonra ne diye buluşacaklar” diyerek ilk karşı çıkan kişi olmakla misyonunun ‘uzlaşmazlık’ olduğunu ortaya koymaktadır.1930’ların CHP’sinde otoriter Recep Peker neyin temsili ise Onur Öymen’de odur.
VEDA ZAMANI GELMEDİ Mİ?
Deniz Baykal yeni program için kararını verirken yine kendisini ama sosyal demokrat Baykal’ı referans alırsa iyi olur.” 12 Eylül askeri darbesi Anayasa düzenini, siyaset düzenini alt üst etmiş, siyaseti ve toplumu öncesinden de kötü bir konuma sokmuştur…Sorunların çözümü askeri bir darbe de olmaz, başka kestirme bir yol da olamaz…Çözüm siyasetin
demokrasiye ve cumhuriyete sahip çıkmasıdır.’
Bu sözleri söyleyen Baykal ise ’27
Nisan E-Muhtırasının her satırına katılıyoruz’ diyen CHP’nin neden Genel Başkanı olduğunu yeniden düşünmek zorundadır.
Ergenokon davası siyasetin eskisi gibi olmayacağının işaretlerini veriyorken, bu davanın avukatlığına soyunanların da yerlerini aynen muhafaza etmeleri mümkün değildir.’
Tarih iki kere yaşanır’ der Marx,’İlkinde trajedi,sonrasında komedi olarak’. Sanırım bu kez Baykal’ın siyasi macerası komedi safhasını çoktan geçmiş ve trajediye doğru ilerliyor.
Baykal yeni programını yaparken ‘Beni bu CHP mahvetti!” demeyi başarırsa, siyasi intiharından vazgeçmiş olur ve her şeye rağmen ‘ demokrat’ bir jübilenin partisine olmasa bile kendisine ‘iade-i itibar’ yolunu açacağını da umut edebilir.
ORHAN OĞUZ GÜRBÜZ - TARAF