Madem Gül
aday olacaktı, neden
seçim gecesi genel merkezin balkonuna birlikte çıktıklarında Sayın
Başbakan, Sayın Gül'ün elini havaya kaldırıp; "adayımız tabii ki yine Gül.." demedi?
Başbakan neden bekledi? Tereddüt mü geçirdi? Gül'ü "uzlaşma" adına adaylıktan vazgeçirmeye çalıştı da başarılı mı olamadı? Neden seçimden önce "uzlaşma arayacağım, partilere bir liste ile gideceğim, alternatif götüreceğim" diye konuştu? Sonra ne oldu da "karar, kardeşim Gül'e ait" diyerek bir bekleme sürecine girildi? Bu üç haftanın sırrı neydi?
Bu sorulara günlerdir ben de
cevap arıyorum. Son yazılarımda pek çok arkadaşım gibi birkaç sebep üzerinde durdum. Fakat şimdi inanıyorum ki bunun tek bir sebebi var. Yani üç haftanın sırrı;
AK Parti'nin, yere düşen
karpuz gibi parçalanmasını önlemekti... Bunu büyük bir keşifmiş gibi sunmuyorum. Pek çok kişi de böyle söyledi, yazdı. Ama ben dâhil hepimiz bunu, sebeplerden bir sebep gibi yazdık. Şimdi düşünüyorum da, Erdoğan, Arınç ve Gül arasındaki baş başa görüşmelerin cevabı aranan tek sorusu şuydu: "Gül aday olmazsa parti dağılıp gider mi?" Şu görüldü: Gül aday yapılmadığı takdirde, daha dün yüzde 47 oy almış parti birkaç hafta içinde dağılma ve erime sürecine girecek. Seçmene, AK Parti tabanına bunu izah etmenin imkânı yok. Çünkü Abdullah Gül'ün aday olmama ihtimaline gelen tepkiler, bir protestonun çok ötesindeydi. AK Parti'ye olan sevgi ve sempatinin, bir anda nefret ve düşmanlığa dönüşeceğinin açık belirtileri ortaya çıktı. Yükselen bir nefret dalgasının karşısında Erdoğan dâhil kimse duramazdı.
Kimileri bu üç hafta içinde Gül'le ilgili bir türlü netlik sağlanmayışını; Erdoğan'ın uzlaşma adına kendisinden anlayış beklediğine, Gül'ün ise adaylıkta nefsi adına ısrarcı olduğuna bağladılar. Hâlbuki yükselen ters dalga Gül'ün kendini de aşmıştı. Gül, artık istese de fedakârlık yapamazdı.
Öyle bir fedakârlığın adı artık
ihanet olurdu. O saatten sonra, yani partinin dağılıp parçalanacağı ayan beyan görüldükten sonra, Gül'den çekilmesini istemek veya Gül'ün kendisinin "çekiliyorum" demesi, "benden sonra tufan" demekti.
Şimdi herkes elini vicdanına koysun. Seçim kazanmış, her iki kişiden birinin oyunu almış bir partiye, "Gül'ü aday yapma ve böylece kendi ellerinle sonunu hazırla" denebilir mi? Hem Gül neden fedakârlık yapacaktı? İstikrar için değil mi? Yani maraza çıkmasın,
Meclis başkanlığı seçimindeki uzlaşma gibi bir yolla ortalık güllük gülistanlık olsun diye değil mi? Aday olmayınca ortada AK Parti diye bir şey kalmayınca istikrar nasıl sağlanacaktı?
İntihara zorlanan ve ipi boynuna geçiren bir parti bunu nasıl başaracaktı?
Onun için insafsızlık yapılmasın. Gül'ün tekrar aday olması rövanş alma duygularıyla asla bağdaştırılamaz. Bunu söylemek, fitne çıkarmak demektir.
Kimse, Silahlı Kuvvetler'le bir hesaplaşma içinde olamaz. Hele daha ilk geceden herkesi kucaklamaya çalışan bir Başbakan, bunu asla yapmaz.
Burada sözüm CHP'ye olacak. Artık askeri
tahrik etmekten,
kriz üretmekten vazgeçilsin. Değilse CHP'ye adını değiştirmesini şahsen
teklif edeceğim.
CHP'nin adı bundan böyle KÜP olsun: Kriz Üretme Partisi... Genel merkezin önüne de kocaman bir küp koysunlar, ürettikleri krizlerin turşusunu kursunlar... Gül, aday olmak zorundaydı. Bir de konuya empati yaparak AK Parti açısından bakılsın. Acaba başka çare var mıydı?
NOT: Geçtiğimiz perşembe akşamı Haber Türk Televizyonu'nda
Erol Mütercimler'in Aynanın Arkası programına katılmıştım. Soran okuyucularım oldu.
Program,
pazar günü saat 16.00'da tekrar yayınlanacak.
Hüseyin Gülerce/ZAMAN