Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, parti kapatılmasının zorlaştırılması gerektiğini belirterek, ''Şu anda işleyen
sistem,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ne zaman isterse, her parti hakkında,
akşam yatar sabah kalkar
kapatma davası açabilir'' dedi.
Arınç, program sunucusu Abdullah Abdülkadiroğlu'nun ''
Anayasa Mahkemesi Başkanı, '
AK Partiyi
kapatma davası DTP'yi kapatma davası sırasında da bu konuyu bize getirmeyin, bu konu parlamento,
siyaset içinde çözülsün' diyordu. Sayın Başbakanın da bir konsensüs olması gerektiği, ama şu anki tablonun konsensüs olmaktan uzak olduğu şeklinde ifadesi vardı, nasıl olacak bu iş?
Parlamento bu kararı nasıl verecek?'' şeklindeki sorusuna, Arınç,
Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç'ın yaptığı açıklamayla,
demokratikleşme açısından siyasetçilere, parlamentoya önem verdiğini ve görev düştüğünü söylediğini söyledi. Arınç şunları kaydetti:
''Haklıdır(Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç). Çünkü siyasi partilerle ilgili hükümler anayasanın daha çok 67, 68, 69. maddelerinde yer alır, ayrıca
siyasi partiler kanununda hükümler vardır. Geçmişte siyasi partiler kanununda önemli değişiklikler yapıldı. Ama Anayasa'nın temel esasları içinde diyelim ki, 69. maddede partilerin kapatılmasıyla ilgili hükümlerde bir iyileştirme yapılmadı. Şu anda işleyen sistem, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı ne zaman isterse her parti hakkında akşam yatar sabah kalkar kapatma davası açabilir. Ondan sonra 11 kişinin önüne gelecek, bunlar da mevcut
delil durumuna göre Anayasadaki hükümleri dikkate alarak bir karar verecek. Kapatma talebi reddedilen partiler de var. Mesela AK Parti için, kapatma talep ederken, hazine yardımının belli ölçüde geri alınmasına karar verilen hükümler de var, DTP'nin şu anda oy birliğiyle kapatılması da var. DTP'nin çizgisine bakarsak geçmişte 5 parti aynı şekilde kapatılmış. AK Parti için açılan davada delillerin yüzde 75'i kabul edilmemiş. Diğerleri de kapatma kararı verilecek kadar ağır görülmemiş. Sonunda hazine yardımının 1/2 oranında geri alınması şeklinde karar verilmiş.
Siyasi partiler rejimi çok önemli, çünkü demokrasilerde partilerin kapatılması istisnai olmalıdır en azından. Çünkü kapatılmasın düşüncesi biraz ekalliyette kalan bir düşünce,
azınlık düşüncesi. Kapatılsın ama şartları ağırlaştırılsın bu çok daha tutarlı bir düşünce. Onu ayağı yere basacak bir şekilde Anayasa'nın içine koymamız lazım. Biz buna yürekten inanıyoruz ve 7 seneden beri yaptığımız tüm hazırlıklarda masamızın üzerinde. Ama iki engel var. Bir Anayasa değişikleri, malum nitelikli çoğunluk gerektiriyor. Biz Anayasayı yeniden yapma durumunda değiliz. 67, 68, 69'da değişiklik lazım. Mesela demeliyiz ki başsavcı dilediği zaman dava açamamalı. Ne yapmalı? Dava açacaksa belki iddianamesini parlamentoya göndermeli, parlamentonun onayından sonra dava açabilmeli diyebilmeliyiz ki önce Anayasa Mahkemesi'ne sunmalı o yeterli görürse... On tane seçenek var. Yani burada amaç bir defa çok ciddi deliller olmalı bu dediller bir partinin kapatılmasına yol açabilecek ağırlıkta görülmeli. Ama ne kadar hukuki karar veriyor da desek nihayetinde siyasi bir sonuç ifade edeceği için siyasi bir mercinin de buna onay vermesi gerekir.
Hükümetlerin dava açma hakkı var Avrupa'nın pek çok ülkelerinde, parlamentoların onay vermesi var pekçok ülkede. Bunlar bizde yok. Yani bu başsavcının şahsıyla ilgili bir konu değil. Siz ona bu imkanı verirseniz o da şu veya bu sebeple gelişi güzel açabilir, bu davayı istediği zaman açabilir. Şimdi
Vural Savaş gibi birini düşünün aman Allahım. Ne davalar açmazdı bugüne kadar. Bir başkasını düşünün kimbilir hangi gerekçelerle ne davalar açabilir. İyi ama bunun siyasi ağırlığı, gerçekliği, tutarlığı nedir? Bunu bir mercinin en azından bir çek etmesi lazım. Böyle bir kararı parlamentonun en azından 276 gibi salt çoğunlukla dava açılabilir gibi bir izne bağlanması lazım. Çok farazi olarak konuşuyorum. Buna ait 3-4 seçenekten birisini umarım ki parlamento kabul eder ve bunu değiştirir. Ama 330, 367 çok önemli rakamlar. Şimdi öyle bir kilitlenme varki parlamentoda DTP kapatılmadan önce biz bunu getirmeyi düşündük. Bizim 330 milletvekilimiz var DTP'nin 20 milletvekili var 350, 367 etmiyor. Muhalefette bize diyor ki 'siz kendiniz ne yaparsanız yapın'. Bunu yaparken iki şeyi düşünüyor; 367 yi bulamayacaklar nasıl olsa değiştiremeyecekler. 367 yi bulamayacaklar ama AK Parti ile DTP'yi bir araya getirmiş olacaklar. İkiside kapatılması gereken bir parti. Dolayısıyla
dayanışma içindeler bir. İkincisi de AK Parti, DTP,
PKK,
İmralı bağlantısını zaten özellikle ortaya koymaya çalışıyorlar. Görüyor musunuz MHP ve
CHP ile birleşemediler ama DTP ile bir Anayasa değişikliğine gidiyorlar. Bu belki yanlış belki çok doğru olmayan bir davranış ama maalesef muhalefet partileri böyle bir birlikteliği ortaya koymak için Anayasa değişikliğine kesin kez hayır dediler. Tabi bir de parti hakkında dava açılmışken, yapılabilecekken bir Anayasa değişikliğinin hukuki tutarlılığı
tartışma konusu olur. Böyle bir değişiklik 3, 4, 5 sene evvel yapılabilirdi. Ama
Türkiye'nin geldiği noktada parti kapatmalarının çok böyle güncel olmayacağını, her aklına gelenin bugün bir parti kapatılacak diye düşünülmeyeceğini biz tahmin ediyorduk. Biraz saf davranmışız. Yani Türkiye'de böyle bir parti kapatmanın çok kolay hale geldiğini görmek bu kadar demokratikleştikten sonra insanı çok üzüyor''
''2011 SEÇİMLERİNE KADAR BÖYLE BİR GERGİNLİKLE GİTMEK ÇOK KÖTÜ, ÇOK TEHLİKELİ''
Abdülkadiroğlu'nun ''o zaman şu anki siyasi aritmetikle, parlamento aritmetiğine baktığımız zaman böyle bir konunun gündeme gelmesi imkansız mı gözüküyor'' sorusuna Arınç, '' Büyük bir ihtimalle, hesapla böyle görünüyor. Şunu belki göze almak mümkün. Yani 330 milletvekili
evet oyu verdiği taktirde
referandum imkanı olabilir. Referanduma götürmek nasıl bir sonuç verir, sonucu nasıl alabilirsiniz? Referandumla igili süreçte önünüze başka engeller çıkar mı oda ayrı konu. Bir de tabi Anayasa Mahkemesi için hoş olmayan, hukuki olmayan bir kanaat herkesin aklında peydah oldu. Bırakın 330'u 367'yi, 411 kabul oyuyla Anayasa değişikliğini yaptık, ama Anayasa Mahkemesi onu bile iptal etti. Şimdi bu başka kararlar için emsal olursa bir de Anayasa Mahkemesi engeli var diye milletvekilleri düşünebilirler. Yani olumsuz şartların içerisindeyiz bu konuda'' cevabını verdi.
Arınç, ''Bir türlü bir araya gelinemiyor gibi bir durum var. Bir üslup problemi de var. Ve bu üslup problemi sürekli iktidarla muhalefetin arasını açıyor gibi bir görüntü ortada, bu bi gerçek. Bunun aşılabileceğini düşünüyor musunuz? Yoksa bu böyle mi gidecek
2011 seçimlerine kadar? 2011 de ortaya çıkacak yeni tabloya göre yeniden mi dengeler kurulacak?'' sorusuna ise şu yanıtı verdi:
''Bu çok önemli bir konu. Maalesef 2011 seçimlerine kadar böyle bir gerginlikle gitmek çok kötü, çok
tehlikeli. Çünkü siyasi parti liderlerinin ağızlarındaki bu ithamlar, suçlamalar, hakaretler, küçültücü beyanlar devam edecek olursa bu sadece siyaseti küçültmekle yada itibarsız kılmakla kalmaz,
topluma dalga dalga yayılır. Yani bu liderlerin ağzındaki seviye
sokakta da kendini gösterir, evdede, il başkanlıklarında, teşkilatlarda da gösterir. Eskiden birbirlerine karşı daha samimi daha sıcak olan farklı partilerin mensupları neredeyse birbirlerini düşman gibi görmeye başlarlar. Ben burada büyük bir tehlike görüyorum. O yüzden siyasi parti liderlerine biraz daha aklı selim, sağduyulu ve üsluplarını çok
temiz bir üslüp haline getirmeleri gerektiğini söylüyorum. Dün mecliste bir konuşma yaptım, Başbakanın
bütçe konuşmasında CHP'de kendisine sürekli sataşan insanlara, milletvekillerine karşı 'sayın başkan siz susturmayacaksanız ben mi susturayım' şeklinde konuşması
eleştirildi. Salt bu açıdan baktığımız zaman sayın Başbakanın bu sözünün biraz maksadı aştığını ve çok doğru olmadığını söyleyebilirsiniz ama sayın Başbakanı bu noktaya getiren oradaki sataşmalardır, ağır tahriktir. Oturduğumuz yerden buna baktığımız zaman ellerini kollarını arkaya atarak adeta ikide bir sözünü kesip kendisini ağır sözlerle konuşturmamaya çalışanları görünce ve bir
gürültü içerisinde bir Başbakanın sözü kesilince belki ölçüsüz hareket etmek herkes için söz konusu... Yani hiçbirimiz masum değiliz noktasından meseleye bakarsak daha kolay olur. Şimdi bir milletvekili diğerine 'alçak, vatan haini, sen bölücüsün, şunu satarsın, bunu yapansın' dememeli. Biz iç tüzüğümüze göre konuşmaya başlarken bile 'sayın başkan, sayın milletvekilleri' diye başlamak zorundayız. Eleştiri sonuna kadar haklıdır ama eleştiriyle hakareti, küçültücü ifadeyi birbirinden ayırt etmemiz lazım. Şahsi hayatlarında birbirlerine o kadar kibar davranan insanların siyasi bir konuşma yaparken birbirlerine bu kadar acımasız olmasını doğrusu kabullenmek çok zor. Bu sadece siyasette gerginlikten medet umanların işi olabilir, kendilerine siyasi bir katkı sağlamış olabilir, kendi partileri yada tabanları içerisinde daha keskin güçlü bir konuşlanma meydana getirebilirler ama siyasete verdikleri zarar, Türkiye'ye verdikleri zarar, Türkiye'nin bütünlüğüne, toplumun birbiriyle dayanışmasına verdikleri zarar o ne olacak? Partiler birbirlerinin düşmanları değildir, ancak rakipleridir. Ama karşıdaki partinin mensubunu yok edilmesi gereken bir düşman gibi görürseniz, buna yönelik ifadeler kullanırsanız bu inanın konuştuğunuz yerde kalmıyor. Türkiye'nin her yerinden karşılık bulabilir. Bugün toplumsal olaylarda eğer olumsuz bazı gelişmeler varsa bence bunun asıl sorumlusu sorumsuzca konuşan ve toplumu geren siyasetçilerdir, genel başkanlarından başlayarak... Bunda kendimizi de sorumsuz tutmayalım, bizim de eleştirilecek yönlerimiz olabilir ama bir yerden başlamalıyız, üslubu temiz bir üslup olarak kullanmalıyız. Birbirimize saygıyı hiçbir zaman elden bırakmamalıyız.''
-MUHALEFET LİDERLERİNİN AÇIKLAMALARI...
Program yöneticisinin, ''Bugün sayın Başbakan,
Baykal ve Bahçeli bir araya gelip sokaktaki
eylemlerle ilgili herkesi sağduyuya çağırsa müthiş olur. Gerçi sayın Baykal bütün parti teşkilatlarına hiçbir eyleme katılmamaları yönünde
çağrıda bulundu. Bunun siyasetten, muhalefetten gelmesi önemli bir çağrı'' demesi üzerine ise Arınç, ''Bu konuda bir sorun yok. Sayın Bahçeli hem
gençlik teşkilatının, hem parti teşkilatının sokaktaki olaylara katılmaması yönünde bugün değil çok uzun zamandır gayret sarf ediyor. Ve o konuda da kendisini takdir etmek gerekir. Çok hareketli bir gençlik kitlesi var. Bu gençlik kitlesi onun bir tek sözüne bakarak eylemler de yapabilir. Ama kendileri aleyhinde bile olsa hiçbir zaman sokağa taşmamak, hiçbir zaman eylem yapmamak konusunda sayın Bahçeli'nin çok doğru çok haklı üslubu var. Cumhuriyet Halk Partisi'nin de bugünkü açıklaması, eylemlere veya
gösterilere CHP adına genel merkezin bilgisi dahilinde kimsenin katılmaması noktasında... Ben bunları son olaylarla bağlantılı olarak olumlu buluyorum'' yanıtını verdi.
Arınç, ''Bunları yaparsınız ama siz ağzınızdan kin kusarsanız, böyle kızılcık şerbeti içmiş ama şöyle davranıyor gibi bir
takım eylemler söylemlerde bulunursanız bu yaptıklarınızın çok fazla faydası olmaz. Sürekliliği ve tutarlılığı olması lazım. Hem de liderler, grup başkan vekilleri, partilerin sözcüleri çok önemlidir'' diye sürdürdü.
Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''
yurt dışında bulunanların ülkemize dönmeleri konusunda biz istekliyiz, arzuluyuz.'' dedi.
Program sunucusu Abdullah Abdülkadiroğlu'nun sorularını yanıtlayan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Arınç, ''Yeniden Kandil'den dönüşlerle ilgili çalışma var mı? Bunla ilgili süreç daha önceki gibi kamuoyunun gözü önünde mi yapılacak, yoksa sessiz sedasız mı gerçekleştirilecek? Bunla ilgili demokratik
açılımın işleyişi ve icraat noktasında bilgi verir misiniz?'' sorusu üzerine şöyle konuştu:
''Yurt dışında bulunanların ülkemize dönmeleri konusunda biz istekliyiz, arzuluyuz.
Mahmur'da 8-10 bin kişi var. Bunlar bundan 15-20 sene evvel Türkiye dışına çıkmışlar, orada çocukları olmuş, kimisinin nüfus cüzdanı var, kimisinin yok, yıllardan beri orada mahrumiyet içindeler ve eylemlere karışmamışlar, en azından biz öyle biliyoruz. Bunlar Türkiye'ye dönebilirler. Dağda olup da yine bizdeki kayıtlarıyla herhangi bir eylemin yapıcısı veya faili durumunda olmayan insanlar gelse ve 'Türk
Ceza Kanunu'nun 221. maddesi kapsamında ben döndüm. Hiçbir eyleme katılmamıştım, bundan sonra da böyle yapacağım, ben bu şeyden istifade etmek istiyorum' dese, bu da olabilir. Ama eylemlere katıldıkları bilinen, bizde hem istihbarat
örgütlerinde, hem emniyette hem de pek çoğu hakkında iade istediğimiz suçlular, sanıklar varsa bunlarda da biz hukuk devletiyiz. O ne gerektiriyorsa onun şartları olacaktır.
Bizim bu konuda takvime bağlanmış, planlanmış, karışılıklı görüşmeler suretiyle 'şu gün gelin, bu gün gelin' diye ortaya koyacağımız hiçbir şey yok. Süreç işliyor zaten. Biz bir hukuk devleti olma şartları içerisinde yurt dışında bulunup da örgüte bir şekilde intikal etmiş ama bir eylemde bulunmamış, en azından bizim bu şekilde bildiğimiz insanlar, 'biz bundan vazgeçtik, dönüyoruz, topraklarımıza geliyoruz' deseler biz onlara kapıyı kapatmayız.
Burada tek kırılma noktası Habur'da son karşılama olayında yaşanan rezalettir maalesef. Bunun ne kadar yanlış olduğunu biz de söyledik, toplumun her kesimi de söyledi. Yani bir kahraman edasıyla Türkiye'ye gelip örgüt propagandası yapmaya yönelik hiçbir gösteriyi haklı ve meşru kabul edemeyiz, gelenler buna karışmamış olsa bile. Çünkü o gösterileri yapanlar hem Öcalan'ı hem de örgütü ön plana çıkarma gayreti içine düştüler. Hatta orada burada, zaman zaman böyle seyahatler yapıp bu propagandayı yaymaya çalışınca biz buna karşı çıktık. Bununla ilgili
soruşturmalar devam ediyor.
Eğer şu veya bu şekilde yine aynı yerlerden giriş yapacaklar olursa bunlar hiçbir şekilde böyle karşılanmayacak ve kendilerine hukuk ne diyorsa o muameleler yapılacak. Bu şartlar altında gelişler olabilir mi? Evet olabilir. Hükümetimiz bu konuda gereken dikkati, azami hassasiyeti gösterecek.''
-''ANADİLDE YAYIN''-
Arınç, 13
Kasımda yapılan
Meclis konuşmalarında İçişleri Bakanı Beşir
Atalay ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ilk, orta ve uzun vadede yapılacakları ortaya koyduğunu anımsatarak sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bunlardan bir tanesi RTÜK'ün yaptığı yeni yönetmelik değişikliğidir. Bu zaten elimizde bir çalışma olarak vardır. Bunu 8-
10 Kasım civarında Resmi Gazete'de yayımladık. Halkın günlük dilinde, geleneksel olarak konuştuğu dillerde, yani biz bunlara ne diyelim, anadilini konuşuyorsa belli kesimler, onlar eskiden
radyo ve televizyonlarda bu dilde yayın yapabiliyordu, ama ne kadar sanıyorum televizyonlarda 40 dakika, 1 saat kadarda radyolarda yapabiliyorlardı. Bunun yanında
Türkçe'sini de yapmak zorundaydılar.
Reklam alamıyorlardı. Biz yeni yönetmelik değişikliğiyle zaman kısıtlamasını kaldırdık. Yani gücü ne kadar yetiyorsa o kadar yayın yapabilecek. Ayrıca Türkçe bu yayını tekrarlama mecburiyeti ve altyazı mecburiyetini kaldırdık.
Şimdi bu iyi gelişme. Çok
şükür muhalefet de buna karşı çıkmadı. Herşeye karşı çıkılınca, 'eyvah buna da karşı çıkarlar' diye düşündüm, ama bunu haklı ve
yerli bir karar olarak gördük. Buna benzer 3-4 kanun sevk ettik Meclise. Mesela
Kamu Düzeni veya Kamu Güvenliği Müsteşarlığı, bununla ilgili kanun temmuz ayından beri Meclis gündeminde. Ekimde gündeme gelecekti ama başka gelişmeler oldu. Bu, terörle ilgili olarak Türkiye'de yapılması gereken çalışmaları hem fikri planda hem de
uygulama noktasında yeni bir istihbarat beraberliği, koordinasyon beraberliğini getirecek.
İkincisi, bu
telefon dinlemeleri konusu bir
insan hakları meselesi. Bu konuda uygulamada eksiklikler görülebileceği gibi yasal olmayan dinlemelerle insanların kişilik hakları ihlal edilmiş olabilir. Kanundaki cezaları 3 misline kadar artırıyoruz.
Bir diğeri, İnsan Hakları Başkanlığı diye tamamen bağımsız bir kurul oluşturuyoruz. Bu, AB sürecinde de bizim için çok önemli. Ayrımcılıkla mücadele diye ayrı bir birim oluşturuyoruz. Yani bunu sadece
Kürt meselesi olarak değil Türkiye'de ayrımcılıktan şikayetçi olan herkes bu konuda hukuki haklarını koruyup kollayacak bir merciye kendisini ulaştırabilecek.
BM'nin işkenceye karşı yapılabilecek eylemler konusunda bir sözleşmesi vardı. Biz buna taraf değildik. Onu meclisten geçirmek suretiyle devam edeceğiz. Bazı idari düzenlemeler, genelgelerle
halkın günlük hayatta daha rahat yaşayabilmesini temin edecek, vatandaşın kendi beyanına uygun bir takım genişlemeleri bakanlıklarımız takip ediyorlar.
Yani geçmişte demokratikleşme adına ne yapmayı istemişsek bugünde onları tekrar gündeme getireceğiz. Bunu demokratik açılım sürecinin bir parçası olarak da görebilirsiniz, halkımızın ihtiyacı olarak da görebilirsiniz.
Ancak 'örgütle veya Mahmur Kampı'nda bulunanlarla ilgili ne yapılacak' derseniz hukukun dediği yapılacak, yani hukuk bu konuda Ceza Kanunu'nun 221. maddesine uygun olarak nedamet, etkin pişmanlık konusunu getirmiştir. Bunun dışında, hiçbir eyleme katılmadığı halde yurt dışına şu veya bu şekilde gitmiş insanların dönüşü mümkün olabilir. Onlar sorgularını yaptıktan sonra
Pasaport Kanunu'na muhalefetten soruşturma yapılıyor. Askere gitmeyenler varsa askerlikle ilgili gelişmeler takip ediliyor. Bunun ötesinde bazı şeyler varsa bu hükümetin takibinde olan konulardır.
-''AFRA TAFRA İÇİNDE BİR GELİŞİ HİÇBİRİMİZ ARZU ETMİYORUZ''-
Program sunucusunun, ''daha önce İçişleri Bakanı 100-150 kişilik gruplar halinde geleceklerini ifade etmişti'' demesi üzerine Arınç, ''Tahminini söylemişti. Ama biz gelecekler varsa böyle kahraman gibi karşılanmak veyahut da 'ben istediğimi yaparım' bir afra tafra içinde bir gelişi hiçbirimiz arzu etmiyoruz. Böyle yapacaklarsa gelmesinler. Geleceklerse bize eylemden vazgeçtiklerini, böyle bir şeye karışmadıklarını, bundan sonra yasalar çerçevesinde Türkiye'de suç işlemeden bir vatandaş olarak hayatlarını sürdüreceklerini beyan edecekler ve buna uygun bir
yaşam tarzı seçeceklerse öyle gelsinler'' dedi.
Abdülkadiroğlu'nun, ''Kısa, uzun, orta vade ne kadar süredir?'' sorusuna ise Arınç, şu yanıtı verdi: ''Biz buna süreç diyoruz. Yani devam edecek bir süreç. Hangi ölçüler içerisinde? Demokratikleşme, özgürlükler ve
terörle mücadele...
Terörle mücadele de kendi süreci içinde devam ediyor, yani bütün bu eylemlere karşı biz hem dışardan yapılan hem de içerden tezgahlanan pek çok eyleme en acımasız bir biçimde terörle mücadele neyi gerektiriyorsa onu yapacağız ama bunun yanında da terörü ortaya çıkaran sebepleri yok etmek için
ekonomik siyasi, toplumsal tedbirler alacağız.
Bu tedbirlerin bir kısmı kanunladır, bir kısmı idari tasarruflarladır, bir kısmı ekonomiktir. Zaten bunlar geçmişten bu yana yapılıyor. Esasen bu sebeple biz halkın örgüte karşı bakış açısını değiştirdik. Yani örgüt eskisi kadar halktan
destek bulamıyor, yüz bulamıyor. İkincisi, bakınız bu örgüte karşı çok şükür güçlü bir güvenlik teşkilatımız var ve onlarla mücadelede de çok başarılı sonuçlar alıyoruz.
Son olaylara bakın hem DTP'nin kapatılmasında hem de sokak gösterilerine karşı Batman'da 15 baro başkanı açıklama yapıyor, Diyarbakır'da 70
sivil toplum örgütü açıklama yapıyor. Sokağa çıkıyorsunuz vatandaşa her birine
mikrofon tutuyorsunuz, 'bu gösteriler yanlıştır hükümete güvenin. Böyle bir şeyi kabul etmiyoruz' diyor. DTP'nin kapatılmasından PKK'yı sorumlu tutan açıklamalar yapıyor. Eskiden bunlar yoktu. Eskiden bir suskunluk vardı ve bir kabul vardı ve biz bu kabulün yanlış olduğunu hep söylüyorduk.
Yani halkımız temizdir, hiçbir zaman örgütü sevmemiştir ama tehdit,
baskı ve
şantaj altında kaldığı için sadece suskun kalmıştır. Çünkü eziyet görmüştür, onlardan zulüm görmüştür. Ama bugün halk sesini çıkarıyor; 'bakın bu demokratik açılım Türkiye için çok faydalı hükümetin işini zorlaştırmayın, siyaseti parlamentoda yapın, hiçbir zaman örgütün temsilcisi olmayın, filan kişinin adına eylemleri organize etmeyin, iş yerlerimizi talan etmeyin, çocuklarımızı kullanmayın.' Artık anneler babalar da konuşmaya başladı. Bu örgütün zafiyetini, halkın da bilinçlendiğini gösterir.''
Abdülkadiroğlu'nun ''Kürt sorununun çözümünün PKK'nın gölgesinden kurtarılmaya başlandığını söyleyebiliriz'' şeklindeki sözleri üzerine de Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç ''Bu noktada çok iyi ilerliyoruz. Tam manasıyla belki değil, ama her hadise toplumdaki bilincin, örgütün isteğinden tam farklı olarak, artık örgütün gölgesinin de varlığının da bu işlerden kesinlikle yok olmasını isteyen bir vatandaş tavrı var. Bence bu çok önemli'' diye konuştu.
AA