İdam, silah ve sille
Yargıtay eski Başsavcısı
Sabih Kanadoğlu, 18
Şubat günü
Başkent Üniversitesi’nde düzenlenen panelde şöyle diyordu: ‘
Hükümet ülkeyi dinci diktaya götürüyor. Buna karşı yargının bir silah olarak kullanılması gerekiyor. Yargı laikliğin korunmasında en etkili silahtır.’
Katılımcılardan biri de henüz
darbe hesabını vermemiş Şener Eruygurdu: ‘Bu sözlere sonuna kadar katılıyorum.’ Sivil General
Mümtaz Soysal ise mokasenlerini çıkarıp postallarını giyiyordu: ‘Bunlarla haklı olarak vuruşacağız ve sonunda kazanacağız. Büyük taarruz başlayacak.
Seferberlik ilan edilmelidir.’
‘Silah’, ‘taarruz’, ‘seferberlik’ gibi askeri terminoloji üzerinden
politika üretenlere en ciddi
destek,
Anayasa Mahkemesi’nden geldi. Anayasa ihlal edildi ve yüksek öğretimde eğitim özgürlüğünü güvence altına alan
düzenleme iptal edildi.
Bu kararla, kuvvetleri ayrılığı ilkesi çiğnenmiş, meclis
vesayet altına alınmış ve yasama alanı fiilen ortadan kaldırılmıştır. Kanadoğlu’nun tanımından hareketle yargı ‘silah’ gibi kullanılmış, Soysal’ın taarruz projesi yaşama geçirilmiştir.
İdam mangası
Seferberlik ilan edenler mutluydu.
Hürriyet Başyazarı
Oktay Ekşi, geçen
Cuma günkü yazısında, geçmişteki parti
kapatma davalarına gönderme yaparak,
kavga jargonuyla şöyle dedi: ‘...hepsi de sistemin sillesini yedi ve kapatıldı.’
Öylesine öfkeliydiler ki, mutluluklarını
tarif ederken bile
sokak ve kışla edebiyatından alıntılar yapıyorlardı.
Yaşar Okuyan önceki gün
İstanbul’da katıldığı bir toplantıda, iktidarı bolca eleştirirken bir aklı evvelin attığı ‘idam’ sloganı karşısında ‘İktidara gelirsek o dediğinizi geri getireceğiz, lazım oluyor’ diyecek kadar ileri gitti. Demek ki, 12
Eylül kodesinin zihninde yarattığı tahribat hala sürüyormuş.
Bir
sivilin, siyasilerin ölümünden medet umacak kadar akla ziyan çağrılarda bulunması ne kadar üzüntü verici değil mi?
Ya Süleyman
Demirel’e ne demeli? Siyasi ömrü anti demokratik mücadelelerle geçmiş bir devlet adamının hala
şapka derdinde olmasını nasıl açıklamalıyız? Bütün siyasi mirasını borçlu olduğu
merhum Adnan
Menderes’in kemiklerini sızlatırcasına ‘Eğer 1960’da
Anayasa Mahkemesi olsaydı ihtilal olmazdı’ demesi, nasıl bir hezeyanın yansıması olabilir?
Asker böyle konuşur mu?
Sadece bu kadar olsa iyi. Zemberek iyice boşalmış. Gazeteciler soruyor,
Hava Kuvvetleri Komutanı Or
general Adnan Babaoğlu bakın ne diyor: ‘Malumu ilan ettiler. Başka bir karar çıkması anormal olurdu.’
Buyurun buradan yakın! Havacı bir general, hesapsız bir şekilde siyasi tartışmanın tam göbeğine sorti yapabiliyor. Bir nevi Anayasa Mahkemesi’nin hava sahasını kuşatma altına alıyor. ‘Bak dostum, bu işi iyi yaptın, unutma gündeminde
kapatma davası da var, anormal karar verme’ der gibi... Bendeki algılaması bu...
Demokratik bir ülkede bir asker böyle bir açıklama yapabilir mi? Ama bizde oluyor. Mehmet Ali Kışlalı dostunu bile kaybetme riski taşıyan
Genelkurmay Başkanı
Büyükanıt’ın ‘Malumun ilamı’ sözü de işin cabası...
Deniz Bey’in projesi mi?
Tüm bunlar tamam da suç (!) ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına ne demeliyiz? Hayret verici bir şekilde, AK Parti’nin klonlanması önerisinde bulunuyor. Bu nasıl bir projedir, nasıl bir çözüm yoludur, akıl alır gibi değil. Deniz Bölükbaşı’ndan mı etkilendi de söyledi bilmiyorum ama Devlet Bey’e hiç yakışmadı.
Bu zihniyetle siyaset değil ancak askercilik oynanır. Bir siyasi partinin genel başkanı, hakkında kapatma davası açılmış bir siyasi partinin liderine, ‘Seni 39 arkadaşınla birlikte gömelim, diğerlerini serbest bırakalım’ türünden toplu infaz önerisinde bulunabilir mi? Ne farkı var bu önerinin, idam talebinden. Tek fark şu; Biri açıkça ‘idam’ diyor, diğeri lafı dolaştırıyor.
Bir de ‘CHP’ye git’ diyor. Asıl sorunla onunlaymış. Demek istiyor ki, CHP ile barışmadan başın dertten kurtulmaz. Neden? Çünkü, CHP demek, devlet demek... ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ sözü ise onlara göre sadece fantezi!
Radikal Yazarı
Murat Yetkin de aynı kanaatte. AK Parti ile CHP arasında
diyalog kurulmadan, bu sıkıntılı süreci aşmak pek mümkün değil. Katıldığım bir öneri değil ama
TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın ‘
senato’ önerisine göre daha makul bir tarafı var.
AK Parti, böyle bir diyalogu çözüm olarak görürse, yerlerinde olsam
Baykal yerine daha üst rütbedekine gider, işi sağlama alırım!
Yol ayrımı
Gelelim öbür tarafa...
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, ortada hiçbir sorun yokmuş gibi ‘hukuki süreç devam ediyor’ görmezliği içinde. AK Parti, bitkin vaziyette bir elinde havlu ha bire terini siliyor görüntüsünde. Oysa, darbeciler savaş tamtamları çalmaya, taarruz planları geliştirmeye devam ediyorlar.
Lafı evelemenin gevelemenin gereği yok.
Çankaya ve sivil otorite yol ayrımındadır. Önlerinde iki yol var. Birincisi, 28 Şubat sürecinde
Erbakan’ın terleyen fotoğrafına bakıp
ders çıkaracaklar. İkincisi, kaderlerine razı olacaklar.
Unutulmasın; İkinci yolu
tercih edenlerin geçmişte olduğu gibi millete söyleyeceği sözü kalmaz ve Çankaya Gül’e yar olmaz.
Hülasa, bunu böyle bilesiniz ve ona göre hareket edesiniz...
ŞAMİL TAYYAR/STAR