İstanbul çarpar
Sevgili Bekir
Coşkun İstanbul'a gelmiş, geldiğine geleceğine pişman olmuş...
Genellikle İstanbullu Ankara'nın en çok 'İstanbul'a dönüşünü' sever, Ankaralı da bizim burada ürker, tedirgin olur. Her şey ya çok büyük, ya çok uzak, ya çok kalabalık, ya da çok pahalıdır.
Vallahi biz de Kızılay'dan Küçükesat'a gitmek için
dolmuş bekleyene güleriz... Taksim'den Harbiye'ye gitmek için dolmuş arayana bizde deli derler.
Coşkun ürkmemiş, fakat nasıl derler, kimyası bozulmuş.
Uçaktan iner inmez,
siyaset, memleket meseleleri, devlet,
yönetim,
iktidar, muhalefet, meclis, rejim, cumhuriyet, iç
politika,
dış politika gibi kavramlar kafasından silinmiş...
Onların yerini Pınar Altuğ, Sanem Çelik, Çiğdem Kayalı gibi 'kavramlar' almış.
Coşkun herhalde Ankara'nın '
Uzay' ilçesinde oturduğu için bu isimleri orada hiç duymamış da burada öğreniyor.
Cem Yılmaz'a da gülmeye başlamış, İstanbul insanı böyle yapıyormuş.
İstanbul'dur, yapar vallahi.
Burada 'çingene müziği' dinleniyormuş, oysa Coşkun Ankara'da yürürken genellikle içinden Onuncu Yıl Marşı'nı söylermiş!
Vallahi 'flamenco' yasaklamak General Franco'nun bile aklının ucundan geçmemişti ama bizim 'çılgın Türkler' utanmasalar Franco'yu da sollayıp geçecekler.
Sevgili Coşkun, İstanbul, memuru bozar. Hele memur ruhluyu, berbat eder.
Uçağa Sayın Coşkun olarak binersin, indiğinde kendini birdenbire Bekir Bey bulursun! Bu düşüş sizlere yaramaz. Fakat bizim buralarda artık Efendi kalmadı, korkma, herkes
sınıf atladı, Bey oldu. O kadar da
halka bulaşmayacaksın.
Nene lazım, onlar kokarlar falan... Bak,
Zülfü Livaneli adında bir sosyaldemokrat yazar da sürekli 'başlar ayak, ayaklar baş oldu' diye yakınıyor...
Burada politikadan başka şeyler de vardır, çünkü hayatta da başka şeyler de vardır... Size pek uymaz.
Burada yaşanır. İstanbul bütün pisliği, bütün rezilliği, bütün başıboşluğu, bütün çapaçulluğuyla siyaset yapmaz, yaşar.
Burada çirkinlik vardır ama otuzlu yılların 'Nazi mimarisi' ürünü kahverengi suratlı kamu yapıları yoktur, bakıp bakıp da İsmet Paşa'yı hatırlayamazsınız. Sizi açmaz.
Burası
Cumhuriyet Halk Partisi uygarlığının yapay ürünü değil ki, ne işin var senin burada? 'Misafirhanesi' var mı bilmem ama,
Hürriyet maaşıyla zor geçinilir İstanbul'da.
Burası
Bizans. Burada
Anıtkabir de yok maalesef, Sultan Mahmut, Sultan
Abdülhamit, Sultan Reşat, Sultan
Menderes, Sultan
Özal türbeleri var, çarpılırsın!
Biz burada çok mecbur kalmadıkça kravat da takmayız ha... Akşam yemeğinden sonra çay demlemeyiz. Rakı şişesinin etiketine de, kaldığımız yeri işaretlemek için çentik atmıyoruz.
Burada gece hayatı vardır, bütçeni zorlar. Burada '
gölet' yok
deniz vardır,
boğulma tehlikesi de. Buranın yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı.
Biz burada Ecevitçe değil,
Türkçe konuşuruz. Rumca,
Ermenice,
Kürtçe, Ladino konuşan vatan hainleri de vardır aramızda.
Vallahi burada özel
sektör falan da vardır ha...
Sen de İstanbul'un en çok Ankara'ya dönüşünü sevdin, belli. Memleketine git, Turgut Özal'a söv, oyunu Deniz Baykal'a ver, filene
ıspanak doldur, ceketinin içine hırka giy, solcu gibi yap, SSK'dan
emekli ol, hayattan da emekli ol, gazeteden sakın emekli olma. Oligarşinin sana ihtiyacı var.
Kamutayın saylavlarıyla uğraş, Ankara'nın taşına bak, senin neyine İstanbul?
Çünkü bu kafayla seçimlerde de hep gözlerinin yaşına bakacaksın...
ENGİN ARDIÇ - AKŞAM