Uzlaşma mı dayatma mı?
AK Parti Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde hatalar yaptı. Bunu herkes biliyor.
Peki, CHP'si, ANAP'ı ve DYP'si ile muhalefet yapmadı mı peki?
Bir
emekli başsavcı, kimi emekli subaylar ve bir kısım üniversite hocasının peşine takılıp 367
kavgası vermedi mi? Siyaset uzlaşma yöntemiyle yapılacaksa, muhalefetin de uzlaşmaya açık olması gerekmez mi?
Ancak son dönemde ortaya çıkan tablo uzlaşmadan ziyade "dayatma" yönteminin ağır bastığını gösteriyor.
AK Parti'nin cumhurbaşkanlığı için isim belirlemesi bile kabul edilemiyor.
Yani tam bir zenci muamelesi.
Seçimi kazanabilirsin, hükümet olabilirsin ama
cumhurbaşkanı adayı için iki-üç isim bile belirleyemezsin deniliyor.
Sonra da çıkıp bunun
demokrasi adına yapıldığı savunuluyor.
Uzlaşma iki tarafın müşterek zeminde buluşmasıyla mümkündür.
"Benim isteğim kabul edilmezse olmaz, ya benim bulunduğum noktaya gelirsin ya da uzlaşma olmaz" demek uzlaşma arayışı içinde olmak anlamına gelmez.
Türkiye çalkantılı bir dönemin ardından sandığa gidiyor.
Kimse
sandıktan ne çıkacağını bilmiyor.
Şu anda çeşitli
seçim anketleri var ama bu anketlerin tamamı hataya açık.
Mesela eğitim seviyesi düşük Güneydoğu'da bağımsızların ne kadar başarılı olabileceği kuşkulu.
Sonuç itibariyle sandık bir partiyi birinci yapacak.
Bu parti, adı ne olursa olsun
cumhurbaşkanı adayını belirleme konusunda diğerlerine göre daha üst bir konumda olacak.
Şimdi böyle bir tabloda Baykal'ın veya başka bir muhalefet partisi liderinin çıkıp "Cumhurbaşkanı Meclis'in dışından olmalı" demesi demokratik bir uzlaşma arayışı olarak nitelenemez.
Dayatmaların toplumu ne kadar gerip kutuplaştırdığı ortadayken, makul bir isim üzerinde uzlaşma zemini aranması daha gerçekçi bir yaklaşımdır.
İktidarın her türlü manevra alanını kısıtlamak ve varoluş hakkı tanımamak uzlaşmayı kolaylaştırıcı bir tavır değildir.
Halk kavga değil istikrar içinde büyümeyi bekliyor. Unutmayın.