Arınç, özel bir televizyon kanalında yayınlanan,
Ankara Kulisi programında soruları yanıtladı.
''Bayramdan sonra ne ben kalırım ne
Danıştay kalır'' sözlerinin anımsatılması üzerine, Arınç, konuşmaya bu konudan başlandığı için teşekkür etti.
Konunun güncel olduğunu ve çok merak edildiğini belirten Arınç, ''Bayramın ikinci günü
AK Parti Genel Merkezi'nde bayramlaşma vardı. Ankara'da bulunduğum için ben de katıldım. Bir konuşma yaptım. Konuşmanın sonrasında gazeteciler, 'sorularımız olabilir mi?' dediler. Dedim ki, 'bayramlaşma yaptık. Teşekkür ederim.' Tekrar ısrar ettiler, her zaman yaptıkları gibi. Onlar artık bizim ayrılmaz bir parçamız oldular. Dedim ki bayramdan sonra. Tekrar ısrar ettiler. Üçüncü, dördüncü ısrardan sonra ağzımdan böyle bir cümle çıktı'' diye konuştu.
''Yani bu çok planlanmış, çok anlamlı bir cümle değil'' diyen Arınç, şöyle devam etti:
''Zaten başında, sonunda da başka bir şey olmayınca... 'Yeter artık sizden kurtulmanın başka yolu yok' der gibi birşey söyledik. Tabii ben bunun bu kadar dikkat çekeceğini veya televizyonların bu kadar üzerinde duracağını düşünmemiştim. Aman Allahım ondan sonra ne yorumlar yapıldı. 'Danıştay kalır ama sen gidersin' diyenler oldu. 'Sen kendine bak' diyenler oldu. 'Acaba bunun arkasından ne çıkacak' diyenler oldu. En sonunda da hiç aklıma gelmeyen bir şey,
akşam bir televizyon haberlerinde, 3-4 kuvvet komutanının ifadeye çağrılması sanki gündeme
bomba gibi düşen bir habermişcesine, 'Acaba Arınç, bunu mu kastetti' diye bir haber yapıldı. Buna da pes dedim doğrusu. Çok açık yüreklilikle söylüyorum; bu gelişi güzel kullanılmış yani o arkadaşlarımızın ısrarlarından kurtulmak için... Buna çok muhatap oluyorum. Aslında yeri geldiğinde, zamanı geldiğinde sorulanlara
cevap veren bir insanım. 'Ne Danıştay kalır' deseydim o başka bir felaketti ama içine kendimi de sokunca biraz daha hafifletmiş oldum.''
-DANIŞTAYIN KATSAYI KARARI-
Arınç, Danıştayın ''
katsayı''ya ilişkin kararının anımsatılması üzerine, ''Şimdi konunun benim cümlelerimle ilgili kısmını bitirmiş sayayım. Çok
şükür ki Danıştay da yerinde ben de yerimdeyim. Birbirimize hasım olarak, birbirimiz yok etmek için kullanılmış sözler değil. Danıştayı ilgili dairesinin vermiş olduğu karardan ötürü elbette eleştireceğim. Bu kararı doğrusu hukuki bulmuyorum'' dedi.
Danıştayın
yüksek yargı kategorisinde saygın kurumlardan biri olduğunu ifade eden Arınç, zaman zaman bazı kararlarıyla, davranışlarıyla Danıştayı eleştirdiklerini söyledi.
Arınç, ''Sayın Danıştay Başkanı ile son zamanlarda yaptığımız görüşmede kendisine bu düşüncelerimi de ifade etmiştim. Kendisi de bunu bilecektir, ama Danıştay sadece
Tansel Çölaşan değil, onun davranışları, onun sözleri değil. Danıştay bir kurum. Lazım olan, elzem bir kurum. Yanlışlıkları söylenir, ama doğrularına da sahip çıkılır'' diye konuştu.
Danıştayın katsayı kararına kadar yaşanan süreci anımsatan Arınç, şöyle devam etti:
''YÖK'ün çalışmalarına karşın
dava açması gerekenler olabilirdi. O dava açması gerekenler açmadılar. Sayın
Kanadoğlu'nun yol göstermesiyle 'yani bir baro bunu açarsa çok iyi olur' şeklindeki temennisini
İstanbul Barosu yerine getirdi. Baro bu
düzenlemenin
Anayasa'ya aykırı olduğunu ifade etti. Danıştay 8. Dairesi de oy birliğiyle kararın yürütmesinin durdurulmasına karar verdi.
Bu karar bir eşitsizlik yarattı, insanları mutlu etmedi. Buna infial duyanlar oldu. Eleştrilerini yüksek dozda söyleyenler oldu. Bu haksızlığın giderileceğine inanlar, 'Danıştayın kendi kararını düzeltmesi gerektiğini' söyleyenler oldu ama kararın ilk muhatabı YÖK'tür. Onlar da bildiğim kadarıyla Danıştayın bu kararına
itiraz ettiler.''
Arınç, 1998 yılına kadar böyle bir eşitsizliğin söz konusu olmadığına dikkati çekerek, şöyle konuştu:
''Fakat, 28
Şubat sürecinde hiçbir görevi olmadığı halde -şimdi de aynı şekilde davrananlar var-
Genelkurmay 2. Başkanı
Orgeneral Çevik Bir imzasıyla YÖK'e bir yazı yazılarak işte irtica vesairelerden bahsedilmek suretiyle,'Sizin
yetkiniz var. Bu katsayı meselesini çözün, meslek liselerinin önüne şöyle bir engel getirin' şeklinde bir yazı. Çok usturuplu yazılmış bir yazı 'ama yasal düzenleme yapmak gecikebilir, buna yetkiniz var. Katsayı ayarlamasını kendiniz yapın' diyor. Bunu emir telakki ediyor o zaman ki YÖK Başkanı 1999'dan geçerli olmak üzere böyle bir katsayı birbirleri arasında fark yaratmaya başlıyor.''
''Bu tedbirlerin sadece imam-hatip liseleri için alındığının' söylendiğini anımsatan Arınç, şöyle devam etti:
''Şimdi, YÖK bunu ortadan kaldıran yeni bir karar aldı. Şüphesiz, Danıştayın bu kararı 'hukuki bir karar mıdır, değil midir' tartışmasında bazen maksadı aşan cümlelerde ifade edilebilir ama bizde
kural odur, 25 yıl avukatlık yapmış birisi olarak ben de Sayın Kanadoğlu kadar bu hukuku bildiğimi düşünüyorum en azından.
Hakimler de mahkemeler de kararlarıyla konuşurlar.
Aynı şekilde çok daha farklı kararlar verdiğini görüyoruz Danıştayın.
Diyarbakır Barosu'nun, RTÜK'teki yönetmelik düzenlemesine karşı açtığı bir davada, o zamanki 10. Daire diyor ki 'siz kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşusunuz. Sizin işiniz avukatlığın mesleki çıkarlarını korumaktır. Böyle bir yönetmeliğin iptalini istemek için sizin dava ehliyetiniz yoktur.' Oy birliğiyle reddediyor davayı. İtiraz ediliyor, o zamanki Dava Daireleri Genel Kurulu da yine büyük bir ekseriyetle reddediyor ve bu kesinleşiyor. Ondan sonra yine bir karar var. Orada da 'sizin dava ehliyetiniz yok' deniliyor. O günkü dava ile bugünkü davayı bir araya getirdiğiniz zaman davayı açan barodur. Kendisiyle ilgili olmayan bir konuda dava açıyor. O zaman kabul edilmiyor bu sefer bir şekilde kabul ediliyor.
Başka bir örneği de var. Yine bir dava açılıyor.
Meslek liselerinden birisi, 'ben doğrudan zarar gördüm' diyor. 'Kusura bakma bu iş YÖK'ün işidir' diyor. Gerçi bu son verilen kararda katsayı düzenlemesi yapma işinin YÖK'e ait olduğunu Danıştay kabul ediyor, ama anlaşılmaz bir
takım yorumlarla yine de 'siz böyle bir katsayı düzenlemesi yapamazsınız' diyor. Danıştayın bu verdiği karara önceki verdiği kararlar ışığında bakarsak 'o zaman kusura bakmayın çok hukuki bir karar değil' demeliyim.''
YÖK Başkanı Yusuf
Ziya Özcan'ın, ''gençlerimizi
mağdur etmeyecek bir düzenleme yapacağız'' sözlerini anımsatan Arınç, şunları söyledi:
''Benim düşünceme göre eğer YÖK Kanunu içerisine sanıyorum 20. maddeleri içerisinde yani katsayı konusunda
kanun içerisine bir hüküm konulması durumunda bugünkü sıkıntı aşılabilir. İkincisi, YÖK bu işi kanuna bırakmadan kendisi yeni bir düzenleme yaparak onu yürürlüğe koyabilir. İlgili tarafların kendi düşünceleri içerisinde daha uygun
model ürettiklerini düşünebiliyorum, ama bizi ilgilendiren tarafı yani
Meclis ile ilgili bir konuysa yani YÖK Kanunu'na ilave edilmesi gereken bir hükmün konulması Bakanlar Kurulu'ndan bir tasarı olarak gidecekse veya bir milletvekilinin teklifiyle gidecekse biz bunu şüphesiz şahsen ben ve Hükümetim destekleriz.''
''Konuşmanızda Sayın Tansel Çölaşan'a gönderme yaptınız ama kendisi
emekli oldu'' sözleri üzerine Arınç, ''Biliyorum ama ben şu açıdan söylemiştim; iki şey var önemli olan. Bir tanesi bu hanımefendi bir yerde yaptığı konuşmada, '27 Mayıs'ı bir
darbe olarak değil bir devrim' olarak nitelendirmiştir. 'Aynı zamanda halkın bunu büyük bir coşkuyla karşıladığını, idamlardan da memnun olduğunu' söylemiştir. Kulakları çınlasın eğer buna itirazı varsa. Bunu dinlemekten memnun olurum'' dedi.
-İMAM-HATİP LİSELERİ-
Arınç, ''(
İmam-hatip lisesi sayısı çok fazla, bu kadar imam-hatip'e
Türkiye'de ihtiyaç yok) deniliyor. Dolayısıyla, bu açıdan bir düzenleme yapılarak bu sorun çözülemez mi?'' sorusuna, ''Bu konular o kadar çok konuşuldu ki o kadar çok ileri sürüldü ki'' yanıtını verdi.
İmam-Hatip, ticaret veya
endüstri meslek liselerinin tümünün
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olduğunu anımsatan Arınç, şunları kaydetti:
''Müfredatını Milli Eğitim
tayin eder, hepsinin öğretmenleri de Milli Eğitim'den gelir. Kanunlar çerçevesinde de eğitim kurumları içerisinde eğitimlerini verirler. İmam-hatiplerin okullarının sayısı, öğrencisi fazladır, bunların hepsi tartışılmıştır. Bu okullar, 1949 yılından beri CHP'nin son yıllarında başlayan çalışmalardır. Rahmetli Ecevit zamanında da Sayın
Erbakan,
Demirel, Sayın
Evren zamanında da bu okullar açılmaya devam etmiştir. Bunlarla ilgili tartışmalar da her zaman olmuştur. Okulların sayısı fazladır, çoktur. Ben burada siyasi ve ideolojik bir kaygı duyuyorum. Yani bu söyleyenler meslek liseleri içerisinde imam-hatipleri bir yere koyuyorlarsa imam-hatiplerin müfredatları, eğitim alanlarıyla ilgili bir endişeleri varsa bunu bilimsel olarak ortaya koymalılar, ama bir imam-hatip fobisi üzerinden belki de ismi bu fobiyi meydana getiriyor. Aslında birisi şurada gelse de imam-hatip liselerinin ismini bir başka isim olarak koysa. Yani ilahiyat meslek lisesi koysa bu tartışmalar devam eder mi bana göre eder. Bu korku ve bu bakış açısı Türkiye'de yeni değil eskiden beri var ama bu okullar Türkiye için gereklidir. Bu okullarda isteyenler çocuklarını okutacaklardır. Bunların başarılarına göre de meslekte, okulda, eğitimde yükselmelerinin önünün açık olması gereklidir.''
Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''Türkiye'de her şeyin ortaya döküleceğini ve herkesin yaptığı her şeyin hesabını vereceğini'' belirterek, ''Ben dahil. Böyle olursak gerçek hukuk devleti oluruz. Türkiye, bunu gördüğü için kendini mutlu saymalı. Bunlar kutlu
doğum sancılarıdır. Bunlar iyi şeylerdir. Türkiye hukuk devleti olma yolunda ilerleyecekse bir şeylerin hesabının sorulması lazım'' dedi.
Ankara Kulisi programında soruları yanıtlayan Arınç, ''
Ergenekon'' davası kapsamında 2002-2004 yılları arasında Genelkurmay Başkalığında görev yapmış 3 kuvvet komutanının ifadelerinin alınma kararıyla ilgili olarak, askeri ve
sivil tüm kurumların şeffaf ve
hesap verebilir olması gerektiğini söyledi.
Türkiye'de artık hiçbir şeyin gizli kalmadığını ve kalmayacağını belirten Arınç, kurumların kendilerini buna göre ayarlaması gerektiğini ifade etti.
TBMM Başkanlığı yaptığı dönemde kuvvet komutanlarının kendisini ziyaretleri sırasında darbeye ilişkin bir izlenim edinip edinmediğinin sorulması üzerine Arınç, ''Bunları çok konuştuk. Özden Örnek'in günlükleri ve bu günlüklerin gerçek olup olmadığı konusunda incelemeler yapıldı bildiğim kadarıyla. Bu bir dergide haber olmuştu. Sonra bu derginin haberi yapan ikisi yargılandı
beraat etti. Sonra o bilgisayar üzerinde yapılan incelemelerde bu günlüklerin o bilgisayardan çıktığı konusunda da
teknik bir
rapor alındı. Bu olaya ilişkin olarak o dönemde görev başında olan herkesin tahmin ediyorum ki bildiği ve duyduğu şeyler vardır'' diye konuştu.
Şu anda bütün bildiklerini veya duyduklarını ifade edecek durumda olmadığını kaydeden Arınç, ''Türkiye'de her şey ortaya dökülecek ve herkes yaptığı her şeyin hesabını verecek. Ben dahil. Böyle olursak gerçek hukuk devleti oluruz. Türkiye, bunu gördüğü için kendini mutlu saymalı. Bunlar kutlu doğum sancılarıdır. Bunlar iyi şeylerdir. Türkiye hukuk devleti olma yolunda ilerleyecekse bir şeylerin hesabının sorulması lazım'' dedi.
Her kurumda görevini yapmayan ya da kötüye kullananların olabileceğine ve her kurumun içinde yanlış yapan ve görevinin dışına çıkan insanlar bulunabileceğine dikkati çeken Arınç, ''Kurumlar kalır, yanlış yapanlar gider'' değerlendirmesinde bulundu.
Arınç, ifade vermeye çağrılan komutanların bu yüzden üzülmemeleri gerektiğini belirterek, konunun Türkiye için çok önemli olduğunu vurguladı.
Askeri ve sivil yargı ayrımına da değinen Arınç, konunun Türkiye'de yargı birliği açısından önemli olduğunu belirtti.
Türkiye'de sivil ve askeri yargı arasında çok büyük ayrımlar olduğunu dile getiren Arınç, askeri yargıyı ''çok değerli'' bulduğunu ifade etti.
Usul olarak askeri yargının bakmakla yükümlü olduğu davalar ile sivil yargının bakmakla yükümlü davaları ayırmak gerektiğini anlatan Arınç, şöyle konuştu:
''
Askerlik sırasında veya bir asker kişi tarafından işlenen suç, askeri ceza kanununa göre veya askeri
disiplin kanuna göre suç teşkil eden bir olaysa buna askeri yargının bakmasından daha tabii bir şey olamaz, ama askeri bir kişi TCK'da yer alan bir fiili işliyorsa bence sivil yargıda yargılanmalıdır. Geçmişte de buna benzer uygulamalar çok oldu. Uygulamadaki çatışma son olaylar sebebiyle çıktı. Yani askeri yargı kendini yetkili görmeye başladı. Sivil yargı kendini yetkili görmeye başladı. O zaman uyuşmazlık mahkemesinin çözdüğünü gördük. Uyuşmazlık mahkemesi iki yargı arasındaki görev ve yetki ilişkilerini çözümledi. Dolayısıyla bu,
Anayasa Mahkemesi'ne gitti, ama Anayasa Mahkemesi hem uygulamalara hem de bu konuda uygulanmış içtihatlara bakarak kanun hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Esastan incelemeye aldı. Eminim bu yaptığımız bir maddelik düzenlemeyi sanıyorum ki Anayasa Mahkemesi de hukuka uygun bulacaktır.''
-''ERGENEKON'' DAVASI-
''(
Ergenekon davasında yaş ile kuru bir arada yanıyor, bu iş bir siyasi amaçla kullanılıyor)'' gibi eleştirilerde bulunulduğunun hatırlatılması üzerine Arınç, şunları söyledi:
''Bir defa bu mesele 2 senelik bir meseledir. Bu meselenin
soruşturma safhası yeni bitmiştir. Bundan sonra kovuşturma safhasına dönüşecekse o bizim işimiz değil. Ben şu anda orada ne oluyor, ne görünüyor, televizyon ekranlarından izliyorum. Kendimi hakim ve savcı yerine de koymuyorum. Sizin söylediğiniz eleştiriler çok yapılıyor. Yani bunu kamu vicdanı yapıyor, bildiğim kadarıyla. Şimdi Mehmet
Haberal,
Başkent Üniversitesinin Rektörü... Ben bir insan olarak şunu düşünüyorum; yani
Bülent Arınç olarak benim Haberal ile insani ilişkilerim çok güçlü. Yani ben onun kadar insani ilişkisine önem veren bir insan tanımadım. Çok da fazla işimiz düşmez birbirimize ama fevkalade saygılı ve dikkatli. Yani ben orada bir hastayı ziyaret etmek istesem kimseye haber vermeden giderdim. Nereden duyarsa duyar, koşar gelir. İnsani ilişkilerimiz bakımından veya onun tıbba yaptığı hizmetler bakımından malum transplantasyon yapıyordu. Çok güzel bir insan. Şimdi orada olmasından dolayı, öyle bir suçla suçlanmasından dolayı gerçekten ben şahsen üzülüyorum ama böyle bir davayla ilintili olduğu için bu üzüntümü içimde saklıyorum. Bunu bir şekilde ben ifade edemem. Bir misal olsun diye söyledim. Başka rektörler de var. Bunların geçmişte bizi üzen, bizi rencide eden çok beyanatları oldu. Bunları alt alta, üst üste getirirsek, bir
Malatya Rektörü'nün bir
Samsun Rektörü'nün bizim için neler söylediğini veya ülkede belli ideolojik kamplaşmalar için neler konuştuğunu az çok biliyoruz ama böyle bir davada ne kadar yerleri var, ne ile itham ediliyorlar, doğrusu savcıların, hakimlerin bileceği iş. Yoksa ben şahsi düşünceme bakarak 'bu adam suçsuzdur' diyemem. O zaman bir başkasıyla aynı noktaya düşerim. 'Bunlar, iyi çocukturlar' diyenle benim bir farkımın olması lazım. Ben şahsi kanaatimi, sevgimi içimde saklıyorum. Haberal, bana göre çok iyi bir insandır ama sadece benimle ilişkileri sebebiyle ben bunu biliyorum. Yoksa işlediği suç var mı haklı mı haksız mı yarın beraat edecek mi etmeyecek mi hepsi için aynı kanaate sahibim. İnşallah, suçsuz bulunsunlar ve çıksınlar.''
Arınç, sanıkların tutukluk sürelerine ilişkin bir soruya şu yanıtı verdi:
''Avukatlık hayatımdan da bildiğim, bugün de yaşadığımız bir geleneksel şikayettir. Devlet bunun karşılığında 'haksız tevkiften tazminat' diye bir müessese getirmiştir. Bunun örneği olsun diye söylemiyorum ama çok sanıklı davalarda özellikle de
örgüt davalarında buna benzer uzun tutuklamalar,
tahliyelerin gecikmesi vs. olabilir. Olmaması lazım, ama olabilir. Böyle bir davada son zamanlarda epey tahliyeler de oldu. Demek ki onlar hakkındaki deliller suç vasfı değişecek bir noktada, veya beraat edecek bir noktada. Diğerleri açısından henüz ya
sorgu sırası gelmedi. Ben burada hukuka güveniyorum. İyi bir yargılamayla iyi bir sonuç alacaklardır, ama
insan hakları ihlalleri veya yargılama sırasında cezaya dönüşen bir takım olaylar varsa avukatlar da bu konuyla ilgili kuruluşlar da mutlaka dile getirmeli.''