Katıldığı bir televizyon programında, DP lideri
Mehmet Ağar, “Bilseydik ki,” demiş, “O
akşam Genelkurmay bir e-
muhtıra yayınlayacak,
cumhurbaşkanı seçimi için Meclis'e girerdik.” Seçime katılmama kararı alan
Anavatan Partisi de, aynı fırsat bir daha verilseydi, herhalde kaçırmazdı.
Gidenin arkasından ağlamak anlamsız; anlamsız da, yapılan hatalardan
ders çıkarılarak benzer hataların tekrarı önlenebilir.
Liderlik, bazılarının sandığı gibi, yüksek perdeden konuşmak veya sık sık masaya vurmak değildir. Liderlik iddiasındaki kişi olayların gittiği istikameti de görebilmeli. Aldığı siyasî tavrın partisine mâliyetini hesaptan âciz kişiye 'lider' denebilir mi? Milletvekillerinin her gün önünden geçtiği Meclis'teki askerî birliğin kapısında asılı “Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz” özdeyişi de mi bu gerçeği öğrenmeye yaramadı?
'Lider' kurumuyla ortalıkta dolaşanların başkalarının başından geçenlerden ders alması gerekir. Partilerin başında bulunanlar siyasi tarihimizi iyi bilselerdi, geçmişte önemli görevler üstlenmiş nicelerinin bugün adlarının hatırlanmadığını unutmazlardı. Ne oldu da unutulanlar arasına girdi o kadrolar?
Artık herkesin çıplak gözle de görebildiği bir siyasî proje hayata geçirilmek isteniyor bugün.
Projenin müellifleri bunu siyasi hayatın içinden
destek almadan gerçekleştiremezler. Siyasi hayat yalnızca siyasilerden oluşmuyor; bir boyutunda medya, bir boyutunda da
sivil toplum örgütleri var…
Medyadaki bazı tiplerin işi kolay aslında; durumdaki olağanüstülüğü ilk onlar seziyor, 'seferberlik görev emri' almış gibi derhal topuk çatıyorlar. Medyamızın 'geriyatrik tablosu' bu ilişkinin
doping gücünün işareti.
Aynı durum
siyaset aktörleri ve sivil toplum örgütleri için söz konusu değil. 12
Mart ve 12
Eylül öncesinde sokakları teslim almış görünen 'sivil' örgütlerin hiçbiri varlığını sürdürmüyor bugün. Aynı dönemlerde ayak oyunlarına âlet olmuş, bunun karşılığını darbeler sonrası hükümetlerde sorumluluk üstlenerek almış siyasîler bulunuyordu, içlerinden hatırladıklarınız var mı? Biri, “Kim olduklarını söylersem, önünüzü iliklersiniz” demişti bir odak için; bugün kendisinden yalnızca bu sözü yadigâr kaldı.
Beğenirsiniz beğenmezsiniz,
Bülent Ecevit,
12 Mart'ta da
12 Eylül'de de 'farklı' davranışıyla temayüz ettiği için,
vefat edene kadar Türk siyasi hayatında sürekli ayakta kalabildi. Siyasi hayatın böyle bir özelliği var: Siyasete yakışmayan davranışlarda bulunan siyasileri içinde tutmuyor; siyaset dışı odaklarla aşna fişne haline girmekte beis görmeyenler, siyasi hayatta
tasfiye olmaktan kendilerini kurtaramıyorlar.
Bazı liderlerin iradesinin kolayca eğilip bükülebilmesi toplum mühendislerine aynı yöntemlerin başka liderler üzerinde de geçerli olabileceği umudunu veriyor. Evet, yöntemler zaman içerisinde daha gelişkin hale geliyor, teknolojik imkânlar yardımıyla sonuca giden yolda hayli mesafe alınabiliyor; ancak kişilerin iradesini eğip bükmeyi başarmadan toplum mühendisliğinde sonuca gidebilmek hâlâ imkânsız… Siyaseti uzaktan kumandayla düzenlemeye kalkışanlara umut vermek bu sebeple de zararlı. Siyasetin, daha doğrusu vatandaşların, demokrasiye sığmayan davranışlar sergileyen liderler ve örgütleri gözden çıkarmasının bir sebebi de, o zararlı alışkanlığa sahip olmalarıdır…
Kaçan fırsatları geri getirmek elbette mümkün değil, ama hayat telâfi mekanizmalarına sahip; “Keşke” ile başlayan cümlelerden ders çıkarabilenin önünde yeniden açabiliyor fırsatlar... Tek istisna siyaset...
Hayatî hata yapan siyasi için hatasını telâfi etmek çok zor. “Keşke” ile başlayan cümleyi affetmeyen bir alan siyaset…
Keşke öyle olmasaydı, ama öyle…