Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük'ün sorularını beğenmediği için 'aldırdığı' gazetecilerden Cumhuriyet yazarı Pınar Öğünç, Akçakale izlenimlerini ve valiyle yaşadıkları anları anlattı.
"Ne Sorayım Valime" başlıklı bugünkü yazısında Akçakale izlenimlerini köşesine taşıyan Öğünç, konuştuğu insanların isim verip fotoğraf çektirmekten kaçındığını aktarırken, neden kaçtıkları yönündeki soruya "Kürtlerle DAİŞ savaşıyordu ondan kaçtık" karşılığını verdiklerini belirtti. YPG ve PKK'den hazzetmediğini söyleyen insanların bile "Kürtlerle kardeş gibi yaşarız, öyle bir sorun yok"dediklerini belirten Öğünç, yazısına şöyle devam etti:
"15 yaşındaki Emel 'Havaya ateş açınca, insanları vurmayacaklarını anladık. Bir cesaret geldi, o an bir grup IŞİD'lilerin üzerine yürüdük. Kadınlar da vardı hatta. Birden yeter dedik' diyor. O kargaşada sınır kapısından geçmişler. Ne yapacaklarını bilmiyorlar, başka bir yere gitmek istemiyorlar, açıkta uyuyor, evlere tuvalete gidiyorlar. Yanlarında yatak denk, birkaç parça eşya. Emel bir de turkuvaz renkli objesini atmış çantaya. Gelir gelmez oje sürmüş. Eldivensiz, peçesiz gezemiyormuş çünkü. Yanlarında akrabası Hanuf Teyze var. Sakat Kocası karşıda kalmış, herşeye rağmen nasıl güleç… Sigara istiyor bizden, yakarken "IŞİD kırt" diyor elini boğazını keser gibi sallayarak. "Toprağa gireriz onlarla olacağımıza" diyor, çevresinden IŞİD'e katılan olup olmadı mi sorusuna."
Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük'ün gazetecileri tehdit edip 'aldırdığı' anları da anlatan Öğünç'ün olay anına ilişkin yazısı şöyle:
" (…)
Tehdit IŞİD değil gazetecilermiş
Sabahtan beri beş yüz kadar sivil Akçakale sınır kapısından giriş yapmıştı. Her birinin kaydının alınıp aşısının yapıldığını söyleyen Urfa Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Arif Faraç az sonra Vali İzzettin Küçük'ün geleceğini, tüm gazetecileri bir yere toplarsak sorularımızı yanıtlayacağını bir müjde gibi duyurdu. Bir süre sonra cılız gölgeliklerde çuvallarının üzerine çökmüş Tel Abyad'lıların arasından bir konvoy yanaştı. Araçtan inen valinin etrafı anında kameralarla sarılmıştı zaten.
Gidin buradan
Sınırdan girenlerin nerelere yerleştirildiği sorusunun ardından ikinci olarak Die Zeit'tan Özlem Topçu, "Karşıdan gelenler tam olarak kimden kaçıyor" diye sordu. Yanıt "PKK-PYD ve Amerikan bombardımanından" oldu. Topçu'yla birlikte bütün gün sınır yakınında birlikte çalıştığımız Die Welt'ten Deniz Yücel de, "Görüştüğümüz insanlardan tam olarak böyle bir şey duymadık, siz neye dayadırıyorsunuz bu bilgiyi?" diye sordu. İşte bu basın toplantısının bittiği andı. Evrensel'den Hasan Akbaş'ın "Hiç IŞİD'in adını anmadınız. Kaçak geçiş yaptığı söylenen IŞİD'çılar Akçakale için bir tehdit oluşturuyor mu?" sorusu havada kaldı. Az sonra valinin talimatıyla yanımda duran Deniz Yücel polis kordonunun diğer yanına alındı. Buna itirazlarımıza uzayan süreçte ben, Özlem Topçu, yine Die Zeit için çalışan Onur Burçak Belli ve "Şuradaki sakallı, gözlüklüyü de alın" diye kulaklarımızla duyduğumuz, yine sorusundan hoşlanılmayan Hasan Akbaş, hepimiz artık kordonun diğer tarafındaydık.
Bunun az öncesi etrafımızın bir grup insanla sarıldığı ve gazeteci olarak sorduğumuz soruların halkı tahrik ettiği söylenerek küfür yediğimiz andı. "Gidin buradan" diyorlardı, "güvenlik sorunu falan yok, haber uydurmayın" diye bağırıyorlardı. Kim olduklarını bilmiyoruz.
İyi polis - kötü polis
Nihayetinde Yücel, Akbaş ve ben ilçe emniyete götürülmek üzere seçildik, bir odaya alındık. İyi polisler ve kötü polisler ve böyle roller var hayatta. Kimlik tespiti yapıldığı, gözaltı olmadığı söyleniyordu. Aranıyor muymuşuz, ona bakılmış. Bunun resmi bir işlem olup olmadığını sordum çıkarken, vaktimizi almamak için tutanak tutulmadığı söylendi. Akçakale'de sadece soru soran ve bu şekilde valiye de kamuoyunu aydınlatma şansı veren gazeteciler şu an için gerçek güvenlik tehdidiymiş, onların aranıp aranmıyor oluşu sorunmuş. Cevabımızı aldık." CİHAN