ALİ AKPINAR - YENİ ASYA
Allah (cc) dinini tebliğ adına her toplum için mutlaka bir Rasûl göndermiştir. 1 Hadisin beyanına göre 124 bin Nebi geldiği, bunların 313’ü Rasûl olduğu söylenir. Rasûl’ün Nebi’den farkı kitap veya sahife verilmesidir.
Rasûller arasından Hz. Nuh (as), Hz. İbrahim (as), Hz. Musa (as), Hz. İsa ve Hz. Muhammed (asm) şeriat verilen, Ulü’l-azm sahibi Rasûllerdir. Her gelen Rasûl kendinden önce gelen Ulü’l-azm sahibi Rasûl’ün getirdiği şeriate göre amel etmiştir. Hepsinin risalet vazifesi ve getirdiği mesaj tek olmakla birlikte zaman ve mekâna bağlı olarak değişen şartlarda hangi sahada daha çok ihtiyaç varsa o sahada hususî misyon verilmiştir. Meselâ Hz. Davud (as) Halife-Rasûl, Hz. Süleyman (as) Melik-Rasûl, Hz. İbrahim (as) İmam-Rasûl olarak tayin edilmiştir. Bununla birlikte Hz. Musa (as) ve Hz. İsa’nın (as) hususî donanımına işaret sadedinde Üstad Hazretleri: ‘’Zaman-ı Musa’da (as) sihir, zaman-ı İsa’da (as) tıp revaçta idi; mu’cizelerin mühimmi o cinsten geldiğini’’ belirtmesi bu hakikatı teyit eder.
Efendimiz (asm) hariç diğer peygamberlerin risalet vazifesi sınırlı bir zaman, belli bir mekân ve belirli bir ya da birkaç kavim ile sınırlıydı. Dolayısıyla bu peygamberler misyonlarının sınırlılığı içerisinde temsil ve tebliğ ederken Efendimiz (asm) bütün boyutlarıyla tebliğ ve temsil etmiştir. Bu itibarla Efendimiz (asm) kendinden önce gelen bütün peygamberlerin hususî misyonlarını kapsayıcı mahiyetde, bütün sahaları aydınlatmış, âlemşümûl bir keyfiyet kazanmıştır.
Âyet-i kerime de “..hiçbir toplum yoktur ki içlerinden bir uyarıcı gelmiş olmasın’’ 2 buyuruluyor. Allah (cc) hiçbir dönemi Peygambersiz bırakmamış ve yine bu âyetin ışığı altında kıyamete kadar hiçbir zaman dilimini O Nur’dan mahrum bırakmayacağını, O Nur’u temsil edecek rehberlerin bulunacağına işaret etmiştir. Tabi ki onlar hiçbir zaman bir Peygamber gibi olamaz, ancak ona varis olabilirler. Ki Efendimiz (asm) buna işaret ederek: ’’Âlimler peygamberlerin varisleridir’’ buyurur. Hiçbir peygamber miras bırakmaz, onların mirası O’nun yoludur. Bu yol Kur’ân’da ‘dosdoğru yol’ olarak çevirilen sırat-ı müstakimdir. 3 Sırât-ı Müstakîm’e ulaşmada birinci vasıta Kur’ân ve Efendimiz’dir (asm). Peygamber Efendimizin (asm) bulunmadığı zamanlarda ise sırât-ı müstakîm’e ulaşmada rehberlik eden Zat’lar Kur’ân’ı Kerîm’de açık şekilde işaret edilir; ‘’Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimetlerine mazhar kıldığı nebiler, sıddıklar, şehitler, salih kişilerle beraber olacaktır’’ 4 buyurur. Bu Rehber Zat’lar herzaman bulunur ve Nebi gelmeyeceğine göre onu temsilen varisi olan Âlimler bu vazifeyi belli ölçüde yerine getirir. Çünkü Efendimiz’in (asm) Risalet vazifesi o kadar engindir ki pek çok sahada zamanın ve insanların ihtiyacına göre, onun çırakları olan Rehberler bu ihtiyacı karşılar.
Misal olarak, nasıl ki maddî hastalıklar pek çoktur, Tıp’da pek çok bölümler bulunur ve farklı uzmanlık alanına sahip maddî tabibler vardır. Aynen öyle de manevî hastalıklar da pek çoktur, onlar da kendi içinde farklı birçok sahalara ayrılır. Bunun neticesinde bu manevî tabibler farklı sahaların uzmanı olarak; Âlim, Mürşid, Veli.. ünvanlarıyla anılır. Ki onlar bile kendi içinde alanlara ayrılarak: Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelâm, Tasavvuf alanlarında farklı olarak bir çok Âlim gelmiştir. Ve bir Tefsir Âlimi diğer alanları kendi sahası kadar bilemeyebilir, diğerleri de aynı şekilde diğer sahalara hakim olamayabilir. Dolayısıyla bazen oluyor ki Âlimler yetmiyor, Âlimlerin üstünde çok daha büyük Âlim olan Müceddid ve Müçtehid konumunda ki Zat’lara ihtiyaç duyuluyor. Efendimiz (asm); ’’Her bir asırda müceddid geleceğini’’ 5 söyleyerek, zamanın değişmesi ile bozulmaya yüz tutan değerler, unutulan hakikatler, dine sokulan bidatlar yeniden ihya edilerek, tecdit ve tamir gerekeceğine işaret etmiştir.
Evet nasıl ki önceki Rasûl ve Nebiler temel esaslarda aynı, fakat zaman ve mekâna ait teferruatda farklı misyonlar taşıdığı gibi, Müceddit ve Âlimler’de farklı sahalarda tecdit vazifesi ile Rasûllerin ve Nebilerin misyonunu o sahalarda onların izdüşümü olarak yerine getirmişlerdir. Misal olarak; Siyasî sahada Halife-Rasûl olan Hz. Davud’un (as) misyonunu Hz. Ömer (ra), Ömer bin Abdülaziz ve Fatih Sultan Mehmed gibi zatlar Melik - Rasûl olan Hz. Süleyman’ın (as) misyonunu Kanunî Sultan Süleyman gibi zat’lar temsil ederken, şeriat sahibi 4 büyük Rasûl’ün (Hz. Nuh-Hz. İbrahim-Hz. Musa-Hz. İsa) misyonunu da, 4 büyük mezhep imamı olan; İmam A’zam, İmam Şâfiî, İmam Malîk, İmam Hanbelî gibi zatlar onların izdüşümü mesabesinde tecdit vazifesi görmüştür denebilir.
Âhirzamana gelindiğinde ise, artık bundan önceki zamanlarda olduğu gibi bir sahadan yara almıyor, her sahadan yara alıyor. Küllî bir tahribat yaşanıyor. Adeta fetret dönemine benzeyen bu dönemi Üstad Hazretleri felâket ve helâket asrı olarak tanımlamıştı. Bir sahayı değil, bütün sahaları ihtiva eden, doğrudan merkeze; yani iman kalesine yapılan bu hücuma ancak ve ancak Hatemül Enbiya olan Efendimiz’in (asm) misyonunun büyüklüğü nisbetinde temsil eden bir Zat bu büyük tecdit vazifesini yapabilirdi. ’’Madem âdeti öyle cereyan ediyor, âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hakim, hem Mehdi, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zat-ı nuraniyi gönderecek ve o zat da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.’’ 6 ‘’Hem her asırda gelen veliler keşfiyatlarında; ’’Birisi gelecek, şarktan bir Nur zuhur edecek’’ diye beklenen büyük Zat’ı; Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve Bediüzzaman’ın şahs-ı manevisi olduğunu haber vermiş. 7 Bu büyük tahribatın tamirini; o zat ve o zatın temsil ettiği şahs-ı manevîsi bu ulvî vazifeyi yerine getirecektir. Ne mutlu bu varisleri tanıyıp anlayabilene, anlayıp yaşayabilene, yaşayıp aktarabilene…
Dipnotlar:
1) Nahl Sûresi (36). 2) Fatır Sûresi (24). 3) Fatiha Sûresi (6). 4) Nisa Sûresi (69). 5) Sünen-i Ebu Davud. 6) 29. Mektup 7. kısım, s: 499. 7) Barla Lâhikası, s: 142.