PROF.DR. OSMAN ŞAHİN
Yeni kuşaklara ulaşabilmek-12
Hazret-i Peygamber (SAV) “İnsanların en hayırlısı, diğer insanlara faydalı olandır.” diye buyurmuşladır. Fethullah Gülen Hocaefendi, bu hadis-i şerife şu yorumları getirmektedirler: “İslam’da “hayır” tabirinin, insanlara zarar verebilecek yoldaki bir taşı kaldırmadan, iktisadî hayattaki faydalı teşebbüslere, ondan da herhangi bir eğitim müessesesi kurmaya kadar çok geniş ve şümullü bir çerçevesi vardır. İlimle insanların dimağlarını, kalplerini aydınlatanlar; onlara değişik istihdam imkanları hazırlayanlar, fakir-fukarayı zekat ve sadakasıyla destekleyenler, insanların en hayırlısıdır.
İşte, her mü’min gibi ben de, ömrüm boyunca hayırlı bir insan olmanın ve bu suretle Allah’ın rızasını kazanmanın yollarını aradım. Sürekli, insanımıza faydalı olma, onların dertlerini paylaşma ve problemlerine çözüm bulma aşk, şevk ve heyecanıyla yaşadım. Cehalet, fakirlik ve ihtilaf gibi milletimizin yolunu kesen hastalıklara karşı çareler bulmaya uğraştım.”
Bir diğer hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmaktadır: “Her kim bir mü’minin dünya sıkıntılarından bir sıkıntısını giderirse; Allah da onun ahiret sıkıntılarından birini giderir. Her kim darda kalan kimsenin işini kolaylaştırırsa Allah da onun dünya ve ahiret işlerini kolaylaştırır. Her kim bir Müslümanın bir günahını örterse Allah da dünya ve ahirette onun günahlarını örter. Kul, din kardeşinin yardımında olduğu sürece Allah da onun yardımcısıdır.”
Hocaefendi bu hadis-i şerifi ve yazının başında zikredilen hadis-i şerifi beraber yorumladığı yerde, eğer bir insan insanlığın yardımına koşuyorsa, Allah tarafından yardımsız bırakılmayacağını ve insanlığa el uzatırsa, hiç umulmadık yerlerden de ona el uzatılacağını ifade ettikten sonra insanlara el uzatmanın çok çeşitli şekilleri olduğuna örnekler vermektedirler. Hele bunlardan bir tanesi var ki, her şeyden çok daha büyük bir öneme sahiptir:
“Bunların içinde en önemlisi de insanlarla Allah arasındaki engelleri bertaraf ederek, kalblerin Allah’la buluşmasını sağlama ve onlara uhrevî hayatlarını kazandırmadır. Hakk’a dilbeste olmuş ve kendisini i’lâ-i kelimetullah vazifesine adamış insanların, yol bilmezlere, yolda kalmışlara, şehrahta yürüyeceği yerde patikada emekleyenlere el uzatması gerekir.
Gönüllerin Allah’la buluşmasını engelleyen ve zihinlerin ahireti düşünmesine mâni olan önemli engellerden birisi dünyevî sıkıntılar olduğu için, bunların bertaraf edilmesi adına ortaya konulan ceht ve gayretler de bir yönüyle bunun zımnında değerlendirilebilir. İnsanların maddî-manevî ihtiyaçlarının giderilmesi, onları, basit ve bayağı şeylerle meşgul olmaktan kurtaracak ve onların Allah’a yaklaşmaları adına önemli bir köprü olacaktır. Zor ve sıkıntılı durumdaki insanlara sunulan destekler onların Allah yoluna çağrıya icabetlerini kolaylaştıracaktır.” (Aidiyet Mülâhazasına Takılmadan Muhtaçlara Yardım Etme)
Himmet
Hocaefendi, "Himmet: Teveccüh, İnfak ve Gayret" yazısında himmetin detaylı bir şekilde tariflerini verdikten sonra, himmetin insanlara rehberlik vazifesini yüklenmiş olanlara bakan yönlerini peygamberler üzerinden nazara vermektedirler: “İşte, Allah indinde makbul bir kulun mânevî yardımına ve bir hak dostunun, bir muhtacın imdadına koşmasına da himmet denegelmiştir. Aslında, Bediüzzaman hazretlerinin de ifade ettiği gibi, velilerin himmetleri, imdatları ve feyiz vermeleri, hâlî veya fiilî bir duadır. Mutlak Hâdî, Mutlak Mugîs ve Mutlak Muîn ancak Allah’tır. Fakat Cenâb-ı Hak bazen o salih kulları, ilahî hediyelerinin tevzi memuru gibi istihdam etmektedir.
Dolayısıyla, bir nebinin teşrîî ve tekvinî emirleri düzgün okuyup doğru yorumlaması, ilâhî mesajların ışığı altında ümmetini dünyayı imar etmeye ve ebedî saadete ehil hâle getirmesi, sıradan insanlara hakiki insan olma ufkunu göstermesi, Cennet yolunda arkasındakilere rehberlik yapması ve bir şekilde takılıp yolda kalanların ellerinden tutması da bir himmettir.”
Himmet ve Gayret Münasebeti
Himmet kula verildiğinde, kulun gayret etmesi, cehd göstermesi, çalışıp didinmesi, emek vermesi ve işe dört elle sarılmasını ifade ederken, Cenâb-ı Hakk’a nispet edildiğinde, kulun ortaya koyduğu bu faaliyetlere rahmet ve inayetle mukabelede bulunması anlamına gelmektedir.
Zamanımızda, dine ve vatana, imana ve Kur’an’a hizmet adına yapılan gayret ve faaliyet çağrısına, Hizmet insanları ellerindeki imkanlarıyla seferber oldular ve maddî–manevî himmette bulunmaya çalıştılar: “İlmi olan kimseler ilimleriyle himmet ettiler; beyan kabiliyetine sahip bulunanlar söz ve yazılarıyla imdada yetiştiler; malî imkanları geniş insanlar da cömertlik hisleriyle dolup Allah yolunda infak yarışına giriştiler. Yardımına koşulması ve elinden tutulması gerekli olan şey bir şahıs değildi; o iman ve Kur’an hizmetinin ta kendisiydi. Bu itibarla da, fedakar ruhlar, bir ya da birkaç şahsa değil, bir mefkureye yöneldiler; bir ya da birkaç şahsa değil bir davaya gönül verdiler ve yine bir ya da birkaç şahsa değil insanlığa hizmetin kendisine el uzattılar, himmet ettiler.” (Himmet: Teveccüh, İnfak ve Gayret)
Asr-ı Saadette Allah Rasûlü’nün (SAV) altından kalkılması gereken zorluklar ve taşınması gereken yükler için yaptıkları maddi ve manevi himmet davetine sahabe efendilerimiz nasıl mukabele etmişlerse, benzer şekilde, günümüz himmet kahramanları olan mü’minlerin de aynı şekilde cevap vermelerine çok ihtiyaç vardır: “İşte, bizim zamanımıza doğru gelinirken, yine ortada kaldırılması gerekli olan ağır bir yük vardı. Merhum Akif’in “Hâlık’ın nâ-mütenâhî adı var, en başı Hak / Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak!” mısraıyla ifade ettiği gibi, samimi kullar, hakkı tutup kaldırma vazifesiyle karşı karşıyaydı ve herbiri o vazifenin kendi omuzlarına yüklendiğine inanıyordu. Hayır ve hasenât adına yapılacak her şey hakkı tutup kaldırma, dine el uzatıp onu sürüm sürüm olmaktan kurtarma, kendi kıymetine yükseltme ve gerçek konumuna ulaştırma demekti.” (Himmet: Teveccüh, İnfak ve Gayret)
İmana ve Kur’an’a hizmet davasına gönül vermiş olan Hizmet Hareketi mensupları, peygamberlerin mesleğine talip olmuşlardır ve her birerleri Allah’ın (CC) onlara lütfetmiş olduğu nimetleri, kabiliyetleri, fikir ve ilim gibi her türlü mazhariyetleri bu yolda infak etmektedirler: “Bu açıdan, himmeti umumi manada el uzatma şeklinde anlayabilirsiniz. Meseleyi bu yönüyle değerlendirirseniz, Peygamber Efendimiz’in ümmetine el uzatması ya da velilerin bazı insanların imdadına koşması ile günümüzde bazı kimselerin iman ve Kur’an hizmetine el uzatmaları arasında ciddi bir münasebet görürsünüz. Sonra, bu el uzatma ve yardıma koşmanın sadece maddî imkanlarla olmadığını ve insanların, kendilerine lütfedilen nimetlerin her birine karşı, o nimetlerin kendi cinsinden bir nevi şükür edasına giriştiklerini de müşahede edersiniz.
Evet, Bediüzzaman Hazretleri’nin de İşaratü’l-İ’caz’da belirttiği gibi, “…ve mim mâ rezaknâhum yünfikûn – Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden infak ederler.” (2/3) ayet-i kerimesindeki “mâ” umumî bir manayı ifade etmektedir. Yani, infak sadece mala ve paraya münhasır değildir; ilim, fikir, kuvvet ve amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara infakta bulunulması gerekmektedir. İşte, mal ya da para, ilim veya amel, sıhhat yahut zeka… Cenâb-ı Allah’ın lütuf buyurduğu her türlü rızıktan infakta bulunmak ve bu şekilde dine ve millete hizmet etmektir himmet.” (Himmet: Teveccüh, İnfak ve Gayret)
İnşâallah, sonraki yazıda himmet kahramanları ile devam edelim…