ETHEM ÇELEBİ
Gazeteci Uğur Mumcu’nun bombalı suikastla öldürülmesinin 30’ncu yıl dönümünde derin devlet gerçeği bir kez daha gözler önüne serildi. “Devlet Mumcu suikastının neresinde?” sorusu tartışıldı. Soruya verilen cevaplar aynı adresi gösteriyordu: Derin devlet, İran bağlantılı Tevhid-Selam Kudüs Ordusu adlı terör örgütüne ihale ederek Uğur Mumcu’yu katletti.
Konuya vakıf hemen herkesin hemfikir olduğu bu tablo, çok önemli bir kaç soruyu gündeme getirdi. Türkiye’de derin devletin has adamı “Fabrikatör” kod Doğu Perinçek’in İran’la olan yakınlığı tesadüf müydü? Evveliyatı ve provokatif boyutu var mıydı?
Derin devlet - İran - Perinçek üçgeninin stratejik ortaklığının boyutlarına geçmeden önce, neden “tesadüf” ifadesini kullandığımı izah edeyim. Elbette “rastlantı” anlamında kullanmıyorum. Zira Perinçek’in en küçük adımında dahi bir rastgele bir durum olmaz. Kendince taktik bir yönü vardır. Perinçek’in İran’la yakın irtibatının salt ABD karşıtlığı ve Avrasyacılık bağlamında olmadığına işaret etmek için kullandım tesadüf kelimesini.
Perinçek, 2000’li yılların başından bu yana İran’la çok yakın irtibat ve dayanışma halinde. Karşılıklı ziyaretler yapılıyor, işbirliği protokolleri imzalanıyor. Hatta İran, 2021 yılında “Dünyadaki İslami Uyanış” başlığı ile düzenlediği uluslararası toplantıya Türkiye’den Perinçek’i davet etti. Aralarından su sızmıyor.
İran, Erdoğan’ın olduğu gibi Perinçek’in de “ikinci evi” mahiyetinde. Perinçek’in “birinci evi” konusunda rivayetler muhtelif. 1960’lar, 70’ler ve 80’lerde görünüşte birinci evi Pekin’di. Sovyetler Birliği yanlısı devrimcilerin baş düşmanıydı Perinçek. O yıllarda Perinçek’e ve Maoculara yüklenen misyonu eski devrimcilerden dinleyebilirsiniz.
Sonradan o da Moskova’ya dümen kırdı ama sureten tabi. Perinçek’in birinci evi konusundaki bir diğer rivayet için en yakın adamlarından Adnan Akfırat’ın adli tıpçı doçent Ümit Sayın’la olan yazışmalarına bakabilirsiniz. Kısa bir Google taraması kafi.
Asıl konumuz olan Uğur Mumcu suikastına geri dönelim. Dönemin Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’ın Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’ya söylediği “Öyle bir iş ki, adeta duvar gibi: Bir tuğla çekersek duvar yıkılır” şeklindeki itirafı bu yıl dönümünde de hatırlatıldı.
Mumcu’nun kızı Özge Mumcu Aybar, twitter paylaşımında Ağar’ın sözlerine atıf yaparak suikast emrini kimin verdiğini bildiklerini ifade etti.
Mumcu’nun ailesi, suikastın arkasında derin devletin olduğuna dair şüphe duymuyor. Çünkü tüm işaretler ve itiraflar aynı noktaya işaret ediyor.
Yine dönemin Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcısı Ülkü Coşkun’un Güldal Mumcu'ya söylediği, "Güldal Hanım üstüme gelmeyin. Namus borcumuz dediler, bugüne kadar hükümetin hiçbir üyesi dosyanın ne olduğunu bana sormadı. Bu işi devlet yapmıştır. Siyasi iktidar isterse çözer" şeklindeki sözleri de gündeme geldi.
Derin devletin suikasttaki rolü çok açıktı. Peki, İran’la nasıl bir bağlantısı vardı? Deutsche Welle (DW) Türkçe servisi muhabiri Ali Can Uludağ’ın “Uğur Mumcu cinayeti: Azmettirenler 30 yıldır sır” başlıklı haberindeki bilgilerle bu soruya cevap vermeye çalışayım.
Suikastın faillerinin bulunmasına yönelik ilk gelişme 8 yıl sonra, 2000 yılında yaşandı. İstanbul’un Beykoz ilçesinde terör örgütü Hizbullah'a 17 Ocak 2000 tarihinde yapılan ve örgüt lideri Hüseyin Velioğlu’nun öldürüldüğü operasyonda ele geçirilen CD ve disketler, polisleri Tevhid adlı bir oluşuma götürdü.
Bu dijital materyallerde Yusuf Karakuş adlı kişi, Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’na verdiği özgeçmişte, Tevhid-Selam Kudüs Ordusu örgütünden ayrıldığını ve Hizbullah’a katılmak istediğini belirtirken, referans olarak Uğur Mumcu cinayetini yazdı. Bu operasyonda Yusuf Karakuş ve Abdülhamit Çelik yakalandı. Alınan ifadeler üzerinden Hasan Kılıç, Şeref Dursun, Mehmet Dağdeviren, Talip Özçelik, Fatih Aydın ve Mehmet Şahin gözaltına alındı.
Gözaltına alınan bu şüphelilerin ifadeleri sayesinde cinayetin çekirdek kadrosuna ulaştı. Önce Tekin kod adlı Ferhan Özmen, onun ifadesinden Necdet Yüksel yakalandı. Adı tespit edilen Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Mühendisliği mezunu Cihan kod adlı Oğuz Demir ise son anda polisin elinden kaçtı.
Necdet Yüksel ve Ferhan Özmen'in sorgularının ardından Ankara’nın Sincan ilçesine bağlı Çimşit köyünde 18 adet makinalı tabanca, bunlara ait fişekler, 39 el bombası ve çok miktarda patlayıcı madde ele geçirildi. Şüpheliler ifadelerinde, 1991 yılında İran’a giderek burada askeri ve dini eğitim aldıklarını anlattı.
Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma sonunda 15 sanık hakkında iddianame düzenledi. İddianamede Uğur Mumcu cinayetinin yanı sıra akademisyen Bahriye Üçok, gazeteci-yazar Ahmet Taner Kışlalı, hukukçu Muammer Aksoy, Suudi Arabistan Büyükelçiliği görevlisi Abdulgani Bedevi, Amerikalı bilgisayar uzmanı, çavuş Victor Dean Marwick, İsrail’in Ankara Büyükelçiliği görevlisi Ehud Sadan ve Kaya Kaman'ın öldürülmesi dahil 18 olaydan bu örgüt sorumlu tutuldu. İddianamede, İran gizli servisi Sawama’nın Selam Tevhid ve Kudüs Ordusu üyelerine silah ve mühimmat desteği verdiği anlatıldı.
Suikastın derin devlet ve Selam Tevhid ve Kudüs Ordusu üzerinden İran bağlantısını böylece özetledikten sonra Perinçek’le ilgili boyutuna geleceğim. Ancak “Türkiye’deki laiklik vurgusu çok yüksek olan derin devletin İran’la ve Selam Tevhid ve Kudüs Ordusu gibi “dinci” görünümlü bir terör örgütü ile nasıl bir alakası olabilir?” şeklinde akla gelebilecek soruyu cevaplayayım.
Az önce de bahsettiğim yüzlerce vahşi cinayetin faili olan terör örgütü Hizbullah’ın JİTEM’in himayesinde kurulduğunu ve faaliyet gösterdiğini hatırlatmam yeterli olacaktır zannederim. JİTEM’in komutanı Veli Küçük’tü malumunuz. “Veli Küçük’ün de en yakın dostu Perinçek’tir” desem, yanılmış olmam değil mi?
Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nu kendisine “rehber” olarak kabul eden Hüda-Par’ın bugünlerde Erdoğan’la ittifak görüşmelerine devam ettiğini ve Gaffar Okkan’ın katilleri de dahil olmak üzere, cezaevlerindeki tüm Hizbullah üyelerinin yakın zamanda tahliye edildiğini de antrparantez ifade edeyim.
Troykanın üçüncü halkası Perinçek’in pozisyonun anlaşılması açısından önemliydi bu detaylar. Perinçek, Türkiye’de birçok laik akademisyen ve gazetecinin katillerini eğiten ve silahlandıran İran’la bilhassa son 15 yıldır yediği içtiği ayrı gitmez bir birliktelik yaşıyor. Tanımasak fevkalade bir savrulma içinde olduğunu düşüneceğiz. Ama değil tabi. Söylem, taktik ve müttefik değiştirir ama onda savrulma olmaz. Merkezi hiç değişmez.
Sivas katliamını hatırlarsınız. Katliamın baş provokatörü Perinçek’ti. Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri adlı kitabının Perinçek’in Aydınlık gazetesinde yayınlanması katliamın fitilini ateşleyen en önemli olaylardan biriydi.
Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri’ne dönemin Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni Aziz Nesin de katılmıştı. Ancak Aziz Nesin’in oğlu Ahmet Nesin 9 Haziran 2020’de “Madımak Katliamı'nın sorumlusu Doğu Perinçek” diyecekti. Aydınlık ekibi Şeytan Ayetlerini yayınlamış, sorumluluğu da Nesin’e yüklemişti.
İran’ın dini lideri Humeyni, Salman Rüşdi için “ölüm fetvası” veriyor, Perinçek ise Rüşdi’nin kitabını gazetesinde yayınlıyordu. Gün oldu devran döndü, Perinçek’le Humeyni’nin İran’ı can ciğer kuzu sarması oldu.
Yoksa hep mi öyleydiler? Perinçek’in İran’la dostluğu tesadüf değil miydi? İrtibatları dostluğun ve dayanışmanın ötesinde bir ortaklık mıydı?
Uğur Mumcu’nun katledilişinin 30’ncu yıl dönümünde gözler önüne serilen tablo, Perinçek - İran irtibatının basit ve yüzeysel olmadığını çok net bir şekilde ortaya koyuyor.
Heyhat, kimler kimlerle beraber…