2016 yılı mayıs ayında dolaşıma sokulan ve Erdoğan lehine dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu hakkında çok sert ifadelerin kullanıldığı, Pelikan Dosyası'na ilişikin tartışmalar dolaşıma sokulan bir metinle yeniden gündeme geldi.
Yazının, referandumun ardından AKP'de yaşanan tartışmaların ardından servis edilmesi ise dikkat çekici.
İşte Fırat Erez adlı kişinin kişisel blogunda paylaştığı 'yalı pelikanları':
PELİKAN 1 / Kişisel tanıklık / Başlangıç
Hikaye 2015 yılının Ocak ayında başlıyor.
Bugün artık ortalık hükümet yanlısı trollerden geçilmediği için pek dile getirilmeyen,
Sosyal Medya'da dolanan yalanlara karşı AkParti hükümetinin bir önlem almasının gerekliliğinden, bunlarla mücadele edecek, işin doğrusunu açıklayacak bir organizasyonun şart olduğundan sıklıkla söz edilen zamanlar...
Bu ihtiyaçtan söz edenlerden ve üzerinde kafa patlatanlar biri olarak bir proje hazırlıyor ve o zamanlar AkParti Gençlik Örgütü Başkanı olan Abdurrahim Boynukalın ile kontağa geçiyorum.
Birbirimizi twitterdan takip ediyor ve arada bir konuşuyoruz.
Oluşturduğum iskelet onun eleştiri ve katkılarıyla da zaman içinde gelişiyor ve nihayet ikimiz için de tatmin edici bir hal aldığında "eskiler"den, "3 dönem kuralı"na takıldığı için artık aday olamayacağından AkParti örgütlenmesinden sorumlu yöneticiliği üstlenmiş Beşir Atalay'dan randevu alıyoruz.
Ankara'ya AkParti Genel Merkezi'ne gidiyorum.
20 dk civarında sürmesi beklenen toplantı 45 dk'ya uzuyor, derdimi bir sunum olarak yeterince iyi anlattığım hissi ve A.Boynukalın'ın "çok çok iyi geçti" yorumları eşliğinde merkezden ayrılıyorum.
Bekliyoruz.
Bekliyoruz ama hiçbir şey olmuyor.
7 Haziran seçimleri yaklaşıyor ve Beşir Hoca (Atalay) gazetelerde, "İşte AkParti"nin Sosyal Medya ekibi" manşetiyle ve geniş bir salonda birçok bilgisayar ile onların önünde oturan 100'e yakın insanın bulunduğu bir salondaki fotoğrafıyla haber oluyor.
Ne yapıldığı, nasıl yapıldığı ile ilgili hiçbir bilgim yok ve zaten de muhtemelen kimsenin yok.
O Sosyal Medya ekibi kimlerdi, örgütlenmeleri nasıldı, ne yaptılar, nasıl çalıştılar?
Bilinmiyor
(Şurada biraz bilgi var; http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/05/150515_akp_sosyal_medya )
Ve varlıklarıyla eylemlerine dair herhangi bir ize rastlanmadığı gibi bir daha da kendilerinden söz edilmiyor.
7 Haziran seçimlerinin sonucu malum. AkParti kendi çapında önemli bir oy kaybına uğruyor ve siyasi durum bir tür "kilit" haline varıyor.
"İstikşafi Görüşmeler" kalıbının lügatimizde yerini aldığı ve koalisyon arayışlarıyla geçen bbirbuçuk ayın sonunda yeni PKK savaşı başlıyor.
Temmuz'un 21'inde TSK jetleri Kandil'i bombalıyorlar (ve Suriyede birkaç da IŞİD hedefini).
Ardından da Güneydoğu'da çatışmalar ve onların paralelinde de PKK'nın yalan bombardımanı başlıyor.
(Okuyucu burada "neden PKK yalanları? Tek yalan söyleyen onlar mıydı?" türü sorularını saklamalı ve arkadan gelecek yazıları bekleyerek sabretmeli.)
Kişisel ve kendi kendime üstlendiğim "yalan avcılığı" misyonumu sürdürüyorum.
Eylül'ün başlarında "Deli Ersin" olayı patlıyor.
PKK bir Özel Harekat komiserini kaçırdığını ve onunla yapılan röportajı yayınlayacağını iddia ediyor ve bu minvalde tweetler atıyor. Tweetlerde kaçırıldığı iddia edilen komiser'in fotoğrafı da var ve bir takipçim fotoğraftaki kişiyi tanıyor; Komiser filan değil o adam, Elazığ ve Dersim'in meşhur Deli Ersin'i.
Onun uyarısına güvenerek bilgiyi yayıyorum ve çok geçmeden, önce karşı tarafın cevaplarından ve sonra da sözlerini tutamamalarından, ardından da yayılan bilgilerden bütün hikaye sökün ediyor.
(Meraklısı için https://www.youtube.com/watch?v=Tyaf2HFWT_8 )
Bir yalan avcısı olarak böyle irili ufaklı "başarılar"ım var ama konumuz şimdi onlar değil.
Bu ve benzeri olayların süregiden savaş ortamında sıklıkla tekrarlanmasıyla Sosyal Medya'da yine bir; "Buna bir önlem alınmalı, bir organizasyon oluşturulmalı" tepkisi yükseliyor.
Ve ben de birkaç tweetten oluşan bir flood halinde yukarıdaki, içinden Beşir Atalay geçen deneyimimi anlatıyorum.
Takipçilerden sorular geliyor, cevaplıyorum ama isimleri vermiyorum.
Birkaç gün sonra karşılıklı takipleştiğimiz Hilal Kaplan DM'den telefonumu istiyor ve arıyor, konuşuyoruz.
Üsküdar'da bir buluşma.
Süheyb Öğüt, Hilal Kaplan ve Süheyb'in kardeşi Bilal var.
Daha çok bir tanışma, karşılıklı kendini, duruşunu tarif, anılar ve yüzeysel olarak da gereksinim duyulan Sosyal Medya organizasyonuna dair samimi bir sohbet.
(Sonradan Pelikan Dosyası'nda anılacak ve sansürlendiğini öne sürdükleri, Süheyb Öğüt'ün 27 Haziran'da yayınlanıp sonradan kaldırılan o saçma "Bravo Hocam Bravo" yazısına dair, ayaküstü ve yüzüne karşı, sonradan oldukça naif olduğunu anladığım ilk eleştirimi de orada yapıyorum;
"O ne saçma bir yazıydı? Adam parlamenter usülde seçime gidiyor, sen tutup 'neden Başkanlık Sistemini savunmadın?'ın hesabını soruyorsun." diyorum. "Haklısın abi" filan deyip geçiştiriyor...)
Helalleşip ayrılıyoruz.
Üzerinden kısa bir süre daha geçiyor ve Süheyb bir görüşme daha istiyor.
Bu sefer yanında İdris Kardaş da var ve yine Üsküdar, bir akşamüstü, buluşma yeri Mado...
İlk kez orada bana organizasyonlarını açıklıyor ve yapacakları işlerde "sanat yönetmeni" olarak, serbest bir mesai akışı içinde, haftada 3-4 gün uğrayıp yardımcı olup olamayacağımı soruyorlar.
İş nedir?
İşte malum; PKK ve diğerlerinin yalanlarıyla savaşmak, AkParti'nin görülemeyen hizmetleri ve yarattığı farklılıkları anlatmak, grafikler yapmak, siteler ve o sitelere içerikler oluşturmak, videolar belgeseller üretmek vs vs...
Kabul ediyorum, gidiş gelişlerim başlıyor. Ekim ayı. 2015...
Bu durum uzun sürmüyor. Daha bir hafta geçmeden Süheyb benden sürekli mesai yapmamı ve başta organizasyonun ağıt topu "Günün Yalanları" olmak üzere, diğer birkaç sitenin de yönetimini teklif ediyor.
O zaman için kurulan siteler 3-4'ü geçmiyor.
En yoğun işi olan Günün Yalanları.
Diğerlerinin toplamının, onun yarısı kadar iş yükü yok.
Sırasıyla "Taze Mazi", "HDP gerçekleri" ve "Demokrasi Günlüğü"...
Hepsinde kurumsal acemilikler var ve başta Günün Yalanları olmak üzere sırayla üzerlerinde çalışıyorum.
Buradaki "üzerlerinde çalışmak" kurumsal kimliği toparlamak anlamında.
Aynı anda içerik üretimi, özellikle de "Günün Yalanları" için yalan avcılığım sürüyor.
Günün Yalanları ve Taze Mazi için medyayı tarayan ve içerik üreten 3 kişilik bir ekibim, grafik çalışmalar için ise 2 art direktörüm ve 1 film montaj yönetmenim var. Diğer 2 site ise tek bir kişinin elinde çözülüyor.
Diğer çalışanlar henüz hazırlanmakta olan ve herkesin çok önemli bir eksiklik olarak gördüğü Türkiye dışı tanıtım/düzeltme çalışmalarına yönelik hazırlıktalar;
"Factchecking" ailesini oluşturuyorlar.
Başlangıçta onları sadece içerik olarak besliyor, olayların Türkiye tarafını servis ediyoruz ve onlar da sayısı giderek artan yabancı dillerdeki site ve hesaplarda içerik oluşturuyorlar.
Hepsi pırıl pırıl çocuklar, hepsiyle gayet iyi anlaşıyorum ve işle ilgili hiçbir anormal, sakil vb durum yok. Birileri yalan yayıyor ve biz de "Bu yalandır, doğrusu budur" diyoruz. Hepsi o.
Bir de AkParti dönemi ülkedeki sosyo kültürel, ekonomik vb gelişmeler listeleniyor;
Azınlıklara verilen haklar, Kürt dili ve kültürü üzerinden kaldırılan baskı, çeşitli sosyal gruplara yeni katkılar vb vb...
Tek soru şu; Bu değirmenin suyu nereden geliyor?
İçinde sonradan kişi başına 4-5bin liralık olduğunu öğrendiğim ücretlendirmenin olduğu, 17 kadar insanın çalıştığı ve aylık 20 bin tl kirası olan bu yer nasıl finanse ediliyor?
Cevap; "Medipol sponsorumuz."
(Hastane? Üniversite? Nasıl? Neden? ...bu kadarını sormuyorum.)
Peki.
İşler yürüyor,
Sitelerin ve hesapların logoları, tasarımları çalışılıyor, profil fotoğrafları (logolar) ve başlık (fon) görselleri üretiliyor, Bhosphorus Global'in kurumsal kimliğine çalışılıyor, birkaç video, Süheyb Öğüt'ün git gel aklının sonucu bazı kampanya patinajları yapılıyor (Muhalif tipleri Pokemonlarla kimlikleştirip seslendirmeler, illüstre etmeler gibi) ve 4 aylık sürem boyunca 2 kez denk geldiğim, 3 ayda bir faaliyet raporu hazırlanıyor.
Bu rapor, Süheyb Öğüt ve Hilal Kaplan'ın söylediklerine göre yine 3 ayda bir onun müsait zamanına göre belirlenen vakitlerde R.T.Erdoğan'a yüzyüze yapılan görüşmelerde kendisine sunuluyor.
Bekir Bozdağ, Sümeyye Erdoğan, Egemen Bağış, orada bulunduğum 4 aylık süre boyunca, yalıya ziyaretlerine şahit olduklarımdan bazıları...
Yalıda işleri idare eden Süheyb Öğüt (Ve İdris Kardaş ama o sonradan, ileride belki anlatılacak bir sürecin sonunda işten ayrılıyor.) ancak Hilal Kaplan da elbette sürekli orada.
Söylenen, ben orada henüz yokken aralarında bir tartışma yaşandığı ve görev paylaşımına giderek idareyi Süheybin almasına aralarında karar verdikleri fakat ilginç bir durum var;
Çalışan herkesin dahil olduğu bir whatsapp grubu var ve orada Süheyb Öğüt yok. Onun yerine Hilal Kaplan var. İşler daha alt gruplarda halledilirken o genel grupta günlük siyasi konular tartışılıp paylaşılıyor ve Hilal'in sürekli, bıktıran "Reis" endokrinizasyonunundan geçilmiyor ki problem de orada başlıyor.
Bir "Kötü Davutoğlu" tezviratı en baştan beri var.
Pek ilgilenmesem de, başlangıçta "muhtemelen tali bir iktidar kavgasıdır" deyip geçsem de düşmanlığın dozu giderek artıyor, giderek medyaya da yansıyor.
O zamanlar pek anlam veremediğim bir başka olgu daha var.
Şahsen tanıdığım, birkaç kere Uzay Tv'deki programlarına konuk olduğum Ufuk Coşkun ve Ekin Gün, RegionPost adındaki haber sitelerinde sürekli Davutoğlu'nu kötüleyen, "Reis tek başına savaşıyor" minvalinde yazılar yayınlıyorlar ve Twitterda da sürekli bu fikri işliyorlar.
(Sonradan RegionPost ile BosphorusGlobal'in yaklaşık aynı zamanda kurulduklarını öğreniyorum)
Pek önemsemiyor hatta bazen alay ediyorum.
İkisi de ne içerik ve ne de dil/argümantasyon açısından fazla ciddiye alınacak kişiler değiller ama tabii neden ve nasıl bir haber sitesi sahibi olabildikleri sorusu da akıl kurcalıyor..
Ben önemsemesem de "reisci", Erdoğan'ın başta Davutoğlu herkese karşı tek başına savaştığına ve hep ihanete uğradığına inanan hatırı sayılır bir kitle oluşturuyorlar.
Müslümanların "Fitne" dedikleri olgunun nadide bir örneği sergileniyor.
Bir taraftan yalının whatsapp grubunda da giderek gerilim oluşmaya başlıyor.
Genelde kişi kültüne karşı allerjisi olan ben ile Hilal Kaplan arasındaki atışmalar çoğalmaya başlıyor.
Sürekli bir Etyen Mahçupyan konusu dönüyor, hemen her yazısı olay oluyor ve ben kendimi onu savunur, Hilal ile didişirken buluyorum.
Süheyb ile böyle bir sorunumuz yok çünkü o grupta değil ve fikirlerini bilmiyorum ancak Hilal ile aramızdaki gerilim her geçen gün artıyor.
Muhtemelen zirve 1303 imzalı şu meşhur "Barış İçin Akademisyenler" bildirisi.
Bildiri benim için de bir entelektüel sefalet örneği (Hala da öyle) ancak imzacılara yaptırım uygulanmasına karşıyım.
Erdoğan ise esip gürlüyor.
Buna karşılık Davutoğlu sakin ve yine entelektüel açıdan eleştiriyor.
Bir ikilik olduğu kesin..
Bu ikilik bizdeki yazışmalara çok daha sert yansıyor, Hilal Kaplan ile aramızdaki gerilim giderek artıyor ve son yaklaşıyor.
Ancak bu arada benim yalıdaki işler içinde üstlendiklerim, sorumluluklarım da giderek artıyor.
Üsküdar'a İstanbulun öbür ucundan Bakırköyden gelip gidiyorum ve bu sırada kendi F klavye power book'umu da getirip götürüyorum.
Bana Üsküdarda, masrafını şirketin ödeyeceği bir ev kiralanmasına karar veriliyor, bir F klavye Mac temin ediliyor, telefonumun yine şirketten yenilenmesine karar veriliyor ve uzun süredir konuşmayı ertelediğimiz ücret meselesi de %50 zam almamla sonuçlanıyor.
Bütün bu iyileştirmelerin kararlaştırıldığı, bir kısmının derhal yerine getirildiği konuşma ise,
bir sabah işe gitmek için saat 6,30'da kalkıp Süheybin işten kovulduğum, bir daha görüşmek istemedikleri ve alacağımın bana gönderileceğinin yazıldığı bir whatsapp mesajına rastlamamdan ve cevaben sadece; "Sen bilirsin" yazmamdan sadece 4 gün önce gerçekleşiyor.
Hilal ile olan gerilim çok yüksek, onu biliyorum ama bu davranışa yine de anlam veremiyorum.
Taa ki 1 Mayıs 2016 sabahı "Pelikan Bildirisi" denen o saçmalığa rastlayana kadar.
Muhtemelen Türkiyedeki herkes "Bu da nedir? Bu nasıl bir saçmalık?" sorularını sorarken, işi tezgahlayanlar hariç meseleye vakıf olan ülkedeki tek kişiyim.
Bu yazı yeterince uzadı.
Elbet daha anlatılacak çok şey var ve anlatılacaklar da..
Şimdilik "Bosphorus Global nedir? Kaç paraya kimler tarafından, ne için kurulmuştur?" sorularına, nümerik değerler ve isimler konusunda isabetli ama içerik ve anlam/kavram konusunda bazı eksik ile yanlışları olan şu karşı blogları, adresleriyle ekleyelim.
En altta da meşhur "Pelikan Dosyası" zırvalığı var.
(İlerleyen yazılarda hepsine ve başka detaylara da değinilecek.)
Karşı blog; Pelikan Derneği/Berat Albayrak Ahmet Davutoğlu'nu neden devirdi.
https://medium.com/@efekerem/pelikan-derneği-berat-albayrak-ahmet-davutoğlunu-neden-devirdi-5fabad6dc7de
("nümerik değerler ve isimler konusunda isabetli ama içerik ve anlam/kavram konusunda eksik ile yanlışları olan şu karşı bloglar" dediğim bu)
Pelikan Yalısı; https://pelikaninyalisi.wordpress.com (burada yazılan herşeyin doğru olduğu düşüncesindeyim)
Pelikan dosyası; https://pelikandosyasi.wordpress.com
Önemli birkaç notu ekleyelim;
Bildiriyi ilk yayan Merve Taşçı yalıda çalışmıyor ancak sürekli gelip giden bir kız çocuğu.
Yine bazı kaynaklarda "yalıda çalışıyor" dendiğini görebileceğiniz Atifet Ulusoy da bir çalışan değil.
(Belki Yalıya hiç gelmemiştir ama yönetilmesi özellikle de Twitter/DM'den çok kolay yönlendirilebilecek, aşırı hevesli ve saf birisi)
Elif Şahin bir yalı çalışanı ve Filiz Gündüz de önceden öyleydi.
Bosphorus Global "Filiz Gündüz bizde çalışmıyor" diyerek iddiayı reddetti ama önceden çalıştığını ve (ben ayrıldığımda da halen) whatsapp grubunda kalmaya, yalıya gidip gelmeye, dışardan destek vermeye devam ettiğini gizledi.
Bu az takipçili "alet edilenler" dışında Cemil Barlas, Haşmet Babaoğlu gibi çok takipçililer için söylenecekler sonraya...