HÜSEYİN ODABAŞI
Türkiye'de 2018 seçimlerinden sonra tek adam sistemi kuruldu. Başbakanlık dahil devletin pek çok kurumu devre dışı bırakıldı ve şirket olarak düşünülen devletin kaderi bir insanın dudağının arasından çıkacak sözlere emanet edildi. Fakat aradan daha 4 sene geçmeden günümüze geldiğimizde ekonomiden siyasete; eğitimden turizme kadar hemen her alanda tek adam sistemi eridi, kurudu ve bir yaprak gibi soldu. 15 milyon insanın yaşadığı 10 ilimizi etkileyen 6 Şubat tarihindeki depremde tek adam sisteminin ne denli tehlikeli ve riskli olduğu da bir kez daha yaşayarak anladık.
Bu depreme kadar tek adam sisteminden (Cumhurbaşkanlık) dolayı devlet millet bünyesindeki tahribatı ancak düşünerek, tefekkür ederek veriler arasında mukayeseler yaparak anlayabilirdik. Mesela 2004 yılında 100 lira ile neler satın alabiliyorduk 2023 geldiğimiz bu yıllarda ayını 100 lira ile şimdi neler satın alabiliyoruz? Fakat tek adam sisteminde depremde yaşanan ihmal ve çürümeyi anlamak için uzmanlığa, veriye, muhakemeye, mukayeselere filan ihtiyaç bırakmadı. En az 15 milyon insan bu çürümüşlüğü bizzat yaşadı. 6 Şubat depremine ilk iki gün devlet AFAD’ı ve ordusu ili müdahale edemediği için vatandaşlarımız molozların arasında bağıra bağıra, inleye inleye can vermek zorunda kaldılar. Yani 45 binin üzerinde insanımıza sahip çıkamayan tek adam sisteminin iflas edip afalladığını artık sağır sultan bile anladı. Cenazeler layık-ı veçhiyle kaldırıp defnedilemedi bile.
Halbuki vatan çapında yaşanan her derdin en etkin ve sihirli çözümü diye takdim edile bu tek adam sistemi iki yönlü bir propaganda ile tesis edildi, vücut buldu.
a. Biz de güçlü bir devlet olmak istiyorsak dünyanın en güçlü ve en kudretli olan devleti olan Amerika Devleti’nin idare şekli olan başkanlık sitemine acilen geçmemiz gerekir. Yani biz de Amerika gibi kudretli bir devlet olmak istiyorsak parlamentonun ve başbakan gibi iki başlı idarenin olmadığı bir idare şeklini benimsemeliyiz dediler, propaganda yaptılar. Evet, şekil olarak Amerika’nın başkanlık şekline benzeyen bu sistem, mahiyet olarak tamamen farklıydı. Senato ve temsilciler heyeti tarafından Amerikan başkanın yetkileri anayasal çerçeve içerisinde sınırlanabilir ve sorgulanabilir. Gerekirse Amerikan senatosu tarafından başkan azledilebilirdi. Yasama yetkisi tamamen senatonun elindedir. Yasama, yürütme ve yargı erkleri başkanın diktatör olmasına mâni olacak şekilde bağımsız ve birbirinden kesinkes ayrıdır. Başkan, Beyaz Saray’da yaşarken bile kira ve yaşam masraflarını kendisine bağlanmış olan maaşından karşılar. Sarayın veya devletin imkanlarını istediği gibi kural dışı kullanamaz.
b. Cumhurbaşkanlığı sistemine halkı ikna ederken ikinci olarak Osmanlı sultanlığı ve halifeliğin propagandasını yaptılar. Çünkü bulunduğu dönemde dünyanın en kudretli devletlerinden biri olan Osmanlı, sultanlık ve halifelikle idare edilmişti. Aynı güce ulaşmak istiyorsak biz de sultanlığa benzer bir idare şekli oluşturmamız gerekirdi. Yani sultanlar gibi bütün bir devlet bütün kurumlarıyla bir idarecinin iki dudağı arasında olmalıydı. Cumhurbaşkanı sultan gibi layüsel olmalı, karar verirken hiçbir kurum ve merciinin engeline takılmamalıydı.
Fakat gerçekten Osmanlı Sultanları, bize anlatıldığı gibi keyfine göre hareket eden hiçbir kural ve kanun dinlemeyen kendilerini hukukun üzerinde gören bir tek adam profilinde insanlar mıydı? Hemen söyleyeyim Osmanlı sultanları ta en başından sonuna kadar Şeri Şerife tabi olan idarecilerdi. Machiavelli'n Hükümdar kitabında ifade ettiği Avrupa kralları gibi hiçbir kanun ve kurala bağlı olmayan kerameti kendinden menkul idareciler değildi. Yanlış, hata veya zamanla Şeri Şerif’ten uzaklaşmalar olmadı mı? Tabi ki oldu. Osmanlının son dönemindeki sultanlarda bu tür hatalar yaptılar. Fakat Osmanlı sultanları sözlerini ve karalarını Şeri Şerife uygun olarak vermeleri gerektiğini iyi bilir ona göre hareket ederlerdi. Fatih’in Kanunnameleri buna örnektir. Aynı şekilde Kanuni Sultan Süleyman’ın “kanuni” lakabı bu kanuniliğinden ileri gelir. Hemen hepsi aldıkları kararın İslam'a uyup uymadığını ölçmek, tartmak ve temin etmek için Şeyhülislamın fetvalarına müracaat ettiler.
Şerif Mardin, Osmanlı devlet yapısını patrimonyal ilişkileri içerdiğini tek bir insanın daha doğrusu sultanın hiçbir kural ve kaideye bağlı olmadan fevri hareket ettiğini söyler. Bu hüküm Avrupalı krallar için geçerli olabilir. Fakat Osmanlı sultanları için geçerli değildir. Eğer öyle olsaydı bir sultan olan Fatih Sultan Mehmet davalısı Rum İspilanti’yle beraber Kadı Hızır Efendi’nin karşısını çıkmazdı.
Fakat patrimonyal ilişkiler Osmanlı’nın son döneminde arttığından Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve ayrıca Kanun -i Esasi denilen ilk anayasa ilan edildi. Cevdet Paşa’nın içinde olduğu bu heyet Mustafa Reşit Paşa’nında gayretleriyle Tanzimat Fermanı’nı ilan ederek sultanın yetkilerine sınır koydular. Aslında fermanın başında gerekçesinde bile Şeri Şerif’ten uzaklaşılmış olması ifade edilir. Uygulamada çeşitli aksaklıklar olsa da sultanlar kendi yetkilerini sınırlayan bu metinleri anayasaları kabul ettiler. Hatta Namık Kemal bir şiirinde;
“Haddini bildirir sultana senin fermanın” diyerek Mustafa Paşa'yı göklere çıkarır hürriyet kahramanı olarak takdim eder. II. Abdulhamit’e Kanuni Esasi’yi ilan etmek şartıyla sultan olur. Daha sonra her milletten, dinden ve meşrepten teşekkül eden meclislin “artık zararlı olmaya başladı” gerekçesiyle sultan yetkisini kullanır ve meclisi süresiz bir şekilde işlevsiz kılar, yani fes eder.
Fakat II. Abdülhamit’in meclisi fes edeli tam bir asırdan fazla zaman oldu. Üstelik meclisin feshi Osmanlının çöküşü esnasında gerçekleşti. Osmanlının kudretli yıllarında sultanların divanı (meclis) fes ettiklerini dair bir şey bilmiyoruz. Üstelik Fatih Sultan’a kadar divan toplantıları hemen her gün olurdu. Öğlene kadar devam ederdi. Fatih Sultan Mehmet her gün gerçekleştirilen bu divan toplantılarını 4 günle sınırlandırdı. Yani “su i misal misal olmaz” atasözüne göre biri o günün adıyla meclisi veya divanı feshetti diye aradan tam bir asır geçtikten sonra meclisi işlevsiz kılan patrimonyal bir yapıyı tasvip edemeyiz, geri dönemeyiz.
Amerika'da başkan senatoyu değil senato başkanı azil edebilir. Avrupa'daki devletlerde her parlamenter sistemde olduğu gibi meclis her kurumun üzerinde karar alma ve azletme yetkisine sahiptir. Yani en gözde kurum meclistir. Fakat bugün Türkiye’de yanlış örneklemeler neticesinde dünyanın bir asır önce terk ettiği meclisi feshetme yetkisini Cumhurbaşkanına veren bir tek adam sistemine geri döndük. Bugün Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak karşımıza çıkan tek adam sisteminin kişilere verdiği yetki Şeri Şerife uyması gereken ne Osmanlı sultanlarında vardır ne de anayasa ve senato karşısında kontrole tabi tutulabilen Amerikan başkanlarında vardır.
Cumhurbaşkanı seçilmemiş bir bakanı atayabiliyor. Gerekirse yasamanın merkezi olan meclisi fes edebiliyor. Çünkü Amerika'nın başkanlık sisteminde olmazsa olmaz olarak görülen kuvvetler ayrılığı cumhurbaşkanının şahsında birleşti, bir araya geldi.
İstişare ve kurumlar arası tecrübe transferini yok eden bu tek adam sistemi aslında Türkiye Cumhuriyeti ve milleti adına her türlü afetten daha tehlikeli ve bizim için zararlıdır. Medeni dünyada ve mazimizde (tarihimizde) bile tam bir örneği yoktur. Ümidimiz o ki, yaklaşmakta olan seçimlerde muhalefet partileri birleşerek, istişare, dayanışma ve danışmayı devletin merkezine yerleştirmek anlamına gelen “parlamenter sistemi” yeniden ihya eder yeniden ayağa kaldırırlar. Yoksa geleceğimiz karanlık gözüküyor.