Paranoya İhtiyacı
Fethullah Gülen Hocaefendi , Sızıntı, Ocak 2004, Cilt 25, Sayı 300
Milletlerin kaderine hükmeden/hükmetmek isteyen kaba kuvvet temsilcileri, öteden beri, ideolojileri adına veya yaptıkları kötülükleri meşru ve mâkul gösterme hesabına yığınlarda her zaman ürperti hâsıl edecek şeyleri kullanagelmişlerdir; yani, “İdeoloji tehlikede…”, “Modernite tehdit altında…”, “Her yanda demokrasi düşmanları var…”, “Laiklik gitti, gidiyor…” gibi yâvelerle sürekli saf halk yığınları arasında korku ve telâş uyarmış ve ülkeyi bir baştan bir başa âdeta tımarhaneye çevirmişlerdir.
Bunları yapanların ya kendileri de paranoyak veya gaye ve hedeflerine ulaşabilmek için böyle toplumsal bir paranoyaya ihtiyaç hissediyorlar; hissediyor, bazen aldatabildikleri veya robotlaştırdıkları insanlarla şöyle-böyle bir terör estiriyor; bazen gelecek adına saf kitleleri endişe ve telâşa sürüklüyor; bazen kitle imha silahları ve NBC yalanlarıyla herkesi aldatıyor/aldattıklarını sanıyor; bazen de irtica yaygaralarıyla hiçbir şeyden haberi olmayan yığınlar arasında korku ve telâş meydana getirip, onları türlü türlü vehimlere, daha doğrusu toplumsal paranoyaya sürüklüyorlar.
Millet, aslı-astarı olmayan vehimlerle kıvranıp durmuş, toplum paranoya yaşamış, onların umurunda bile değil; onlarca önemli olan, o bir avuç oligarşik azınlığın mutluluğu, onların çıkarları ve kaba kuvveti elinde bulunduranların hâkimiyet ve istibdadıdır. Bunlar, postmodern işgallerine, tagallüplerine, tahakkümlerine “Sistem tehlikedeydi…”, “Resmî ideoloji sarsıntı yaşıyordu…”, “Nükleer silahların insanlığı tehdidi söz konusuydu…”, “Çağdışı görüntüler temâşâ zevkimize ilişiyordu...” diye bir kısım bahaneler bulup, sonra biraz da bunları yalanlarla besleyince, artık top onların, çevkan onların, istedikleri gibi hareket edebiliyor ve istedikleri her yere rahatlıkla müdahalede bulunabiliyor; cinayetler işliyor, ocaklar söndürüyor ve bütün bunları saf yığınların ruhunda uyardığı paranoyaya emanet ediyorlar.
Paranoya, her şeyden şüphe etme, şundan-bundan kötülük geleceği endişesi içinde bulunma, kendini güvensiz hissetme ve vehimle oturup kalkma hastalığı. Bazen buna, bencillik, kibir, gurur, yaptıklarını beğenme gibi hususların da inzimam etmesi söz konusu olur ki, artık o zaman böyle biri tam bir psikopat ve bir deli demektir.
Hekimler, psikopatlar arasında paranoyak bünye gösterenlerle alâkalı bilhassa şu hususlara dikkat çekerler: 1. Kendine fevkalâde değer verme; kibir, gurur ve çalım… gibi tavırlarla “ben” hipertrofisi; 2. Herhangi bir haksızlığa uğrama, zulme maruz kalma düşüncesi uyaran güvensizlik ve aşırı şüphecilik marazı; 3. Düşünce çerçevesini belirleyecek olan muhakemelerindeki yanlışlık ve hatalardan ötürü vehim yaşama; sonra da içine düştüğü evhamı güçlendirme adına saçma ve gayr-ı mantıkî deliller üretme hastalığı; 4. Nihayet herkesi tutarsız ve güvensiz gördüğünden sosyal uyuşmazlık ve emniyetsizlik bunalımı. Eksik veya tamam, onlara göre paranoya, bazen bu emarelerin hepsiyle, bazen de bir-ikisiyle kendini hissettirir ki; her zaman halkla beraber olsa da böyle birinin cinnetinde şüphe yoktur.
Paranoya, müstaid ruhlarda hafiften başlar, yavaş yavaş gelişir; derken değişik telkin, tesir, evham bombardımanı ve yanlış muhakeme sebebiyle zamanla tam bir cinnet-i müstatil hâlini alır ve kahreden bir evhama dönüşür: Böyle bir maraza yakalanan insan, zulme uğrayacağı vehmiyle oturur-kalkar; herkesin kendisi için kötülük planladığı endişesiyle kıvranır durur.. ihtimallere hüküm bina ederek pek çok kimseyi potansiyel suçlu görmeye başlar ve böylelerini bertaraf etme stratejileri üretir; “Onlar bana zulmetmeden ben mutlaka onları ezmeliyim.” diyerek masum insanlara karşı savaş ilan eder; kan döker, kan içer ve zamanla âdeta bir kanlı kâbus hâlini alır. Bazen kendi kuruntularını ideal sayarak bunları ihyâ, ikâme ve tâmim uğruna her türlü fezâyi ve fecâyii irtikâp eder. Bununla da kalmaz, hâkimiyetinin temâdîsine engel gördüğü veya öyle vehmettiği kimselere karşı her zaman hasmâne bir tavır içinde bulunur; fırsat doğduğu ve gücü yettiği zaman da bunların hakkından gelmeyi asla ihmal etmez.
Paranoya, bir korku, şüphe ve vehim hastalığı olarak bütün suiniyetlerin, suizanların da kaynağı gibidir. Onun ikliminde şekillenir bütün ayrıştırıcı düşünceler, “biz” ve “ötekiler” mülâhazaları. Orada kararlaştırılır nâhak yere infazlar ve en dırahşannâsiyeleri karalamalar. İrtica ile alâkalı bütün klişeler o evham atmosferinin ürünüdür. Akla-hayale gelmedik bütün baskınlar o vehim atmosferinin boşalması, her şeyin dışa vurmasının da bir ifadesidir.
Paranoyak, kendinden başka kimseyi tanımaz; vefasızdır, ahd ü peymânına asla güven olmaz; kat’iyen adalet tanımaz ve hakka karşı da fevkalâde saygısızdır. Dahası o, bu kabîl değerlere bağlı yaşamayı aptallık sayar. İnanıyorum dese de inancı yoktur; bu itibarla da hâlis mü’minlerin en samimâne davranışları arkasında dahi dünyevî bazı mülâhazaların olabileceği kuşkusuyla oturur kalkar. Zaman zaman en masum hareketlerden dahi işkillenir ve en yararlı gayretleri bile kuşkuyla karşılar ve sorgular.
Paranoyak, aynı zamanda sırf kendini gören, kendini düşünen, kendi cismanî arzuları arkasında koşan bir hodgâm ve bir bencil; kendine hayranlık duyan ve her hâlükârda kendini, kendi davranışlarını, eda ve endamını beğenen bir narsistir; kendisinin ortaya koyduğu düşünce, tedbir ve çözümlerin dışındaki her şeye karşı tenkitleri hazırdır. O, yazılıp-çizilen şeylerin hepsini yanlış bulur, söylenen sözlerin tutarsız olduğunu iddia eder ve her şeyi, herkesi kapkara gösterir; çünkü hiç kimse o değildir. Ortaya konan düşünce, tedbir ve çözümler onun kafasından çıkmamıştır; o yazıları o yazmamış ve o sözleri de o söylememiştir. Bu itibarla da, bunların hiçbirinin doğru, yerinde ve isabetli olması düşünülemez.
Paranoyağın dışında her şey; bütün yerler-gökler, dağlar-taşlar, çağlayan sular-uçuşan kuşlar, her yerde kıpır kıpır hareket eden canlılar ve bir üst basamaktaki insanlar, hatta velîler ve peygamberler… evet, her şey ve herkes onun nazarında göründüğünden farklıdır ve mutlaka kuşkuyla karşılanmalıdır. Gariptir, o, bu hâliyle bir çelişki yaşadığının da farkında değildir; bir taraftan her şeyi, her nesneyi ve herkesi göründüğünden farklı vehmederken, nefsanî arzuları ve cismanî dürtüleri açısından zevklerine olabildiğine düşkün bir bohem, diğer yandan da çıkarlarının delisi bir hodbin; kin, nefret ve öfkelerinin esiri bir tâli’siz ve şehevânî duygularının da âzât kabul etmez bir kölesidir: Canının istediği her şeyden kâm almak ister; bir ömür boyu cismanî istekleri arkasında koşturur durur; hayvanî hislerini yaşamada ölesiye bir tehâlükgösterir; salar kendini her türlü müstehcenlik ve levsiyâta.. ne ar ne hayâ ne millî kültür ne de toplum kuralları; görmez, gözetmez bunları, gördüğü kadar olsun bir saniyelik nefsanî tatminini... Benlik, bir baş belası denecek ölçüde kuşatmıştır bütün ufuklarını; kibir, çalım, caka, başkalarını küçük görüp aşağılama onun her zamanki hâli; herkese ve her şeye hükmetme humması ise lâzım-ı gayr-i mufârıkıdır. Elinden gelse bütün dünyayı hâkimiyeti altına almak ister; bir kere de bunu o mel’un kafasına koymuş ise, gerçekleştirmek için her çareye başvurur, her vesileyi değerlendirir ve gözünü kırpmadan her mesâvîyi rahatlıkla irtikâp edebilir: Yalan söyler, âlemi aldatır veya aldatmaya çalışır; verdiği sözlerde durmaz, döner; emanete hıyanet eder, akla-hayale gelmedik entrikalar çevirir, cinayet işler; masum, gayr-i masum demeden herkesin kanına girer; icabında kendisi gibi düşünenleri bile öldürür; ne yapar yapar, sun’î düşman cepheleri oluşturur ve bütün bunlar insanları aldatmaya yetmediği takdirde ar, namus, şeref, hukuk, demokrasi, adalet, insan hakları demeden “Kuvvetin de lâyüs’el bir hakkı var.” mülâhazasıyla yürür bir gece kaba kuvvetle hedef kitlenin üzerine...
Paranoyak hiçbir zaman evrensel insanî değerleri görmez ve görmek istemez. O, bu değerleri, hasım ilan ettiği cepheye karşı kullanabildiği takdirde dilden düşürmez; aksine, kendi kirli düşüncelerini gerçekleştirmeye engel gördüğünde de gözünü kırpmadan din, iman, kültür, ahlâk, hukuk her şeyi yerle bir eder, sonra da üzerinde tepinir. O, hayâ hissi olmayan bir yüzsüzdür; ne ettiklerinden utanır, ne de planladığı kötülüklerden; utanmak şöyle dursun, o, yerinde başarılı komplolar kurmayı, değişik entrikalarla ötekiler dediği kimseleri bertaraf edip devre dışı bırakmayı, farklı yol ve yöntemlerle halkın malını iç etmeyi akıllılık, mârifet ve başarı sayar; sayar ve herkesin gözünün içine baka baka yer, yutar; sonra da yan gelir, kulağı üzerine yatar.
Paranoyağın davranışları da, zihnî yapısı gibi sisli-dumanlı ve değişkendir: Sımsıcak göründüğü durumları olduğu gibi sopsoğuk kesildiği zamanları da az değildir. Düşünce teşevvüşlerine denk renk değişiklikleri de hayret vericidir; bir bukalemun gibi çok rahatlıkla her şekle, her kılığa girebilir ve her kesimden görünebilir. Eğer Müslüman görünmek ona dünyevî bir şey kazandırıyorsa, hemen dindarlık taslamaya durur ve bir mü’min gibi davranır; ezkaza rüzgârlar muhalif esmeye başlarsa, o zaman da asıl kimliğine döner ve kabalıkların en hoyratçasını gösterir. Şartlar ve ortam, gücünü kullanmaya elverişli olduğunda, karşı cephe dediklerinin hiçbirini iflah etmez, hepsini ezer-geçer. Güçsüz düştüğü veya gücünü kullanamadığı durumlarda ise, hiç tereddüt etmeden herkesin elini-ayağını öper ve tam bir zillet tavrı sergiler.
Paranoyak, aklen de hissen de mâluldür. Bu maraz hâli onda hem bir tabiat hem de gaye gibidir; bu itibarla da, her zaman bir seciyesizlik örneği sergilemenin yanında, tıpkı bir kısım frengili ve AIDS’liler gibi sürekli virüsünü başkalarına da bulaştırma hummasıyla yaşar; yaşar ve bir paranoyaklar cephesi oluşturmak için elinden gelen her şeyi yapar: Yerinde kendine karşı mevhum düşmanlar üretir, yerinde hemen herkesin ciddî bir tehdit altında bulunduğu vehmini uyarır; gerekirse kendisi de bizzat, terör türü bir kısım eylemler tertip ederek saf kitleleri böyle bir tehdidin var olduğuna inandırır.Her zaman hile, hud’a düşünür.. yalan söyler.. sürekli iki yüzlü davranır.. çok defa suret-i haktan görünür, herkesi aldatmaya ve kafasında kurguladığı şeylere onları da inandırmaya çalışır; bütün bunları yaparken de elinden geldiğince kendinden emin görünmeye olabildiğine özen gösterir; gösterir ama, yine de her tavrından güvensizlik, telâş ve tedirginlik dökülür.
Aslında o her hâliyle tam bir yalandır; oturuşu-kalkışı, ağlayışı-gülüşü, şiddeti-mülâyemeti, sevinci-kederiyle mücessem bir yalan. Hep olduğundan farklı görünmeye çalışır; düşündükleri gibi konuşmaz, gerçek niyetini hep saklı tutar ve birbirinden farklı karakterler sergiler. Bu kadar çok varyasyonlu yaşadığından ötürü de, bir gün gerçek yüzünün ortaya çıkacağı endişesiyle sürekli yüreği ağzına gelir ve ölür ölür dirilir. Bu itibarla da, paranoyağın yayıp yağını çıkarmak istediği zâhirde başkalarıdır; ama,hakikatte o acayip iğneli fıçı içinde yayılan ve hırpalanan da yine kendisidir. Bu açıdan da, o, yer yer değişik zevk ü safa ve gülüp oynamalarla avunmaya çalışsa da, pek de mutlu olduğu söylenemez.
Paranoyağın iç dünyası tozlu-dumanlı ve fesada açık olduğundan onun en olumlu işlerinde dahi hep bir bozgunculuk ve fesat söz konusudur; ne var ki o, bu fesada “fesat” demeye de hiçbir zaman yanaşmaz; yanaşmaz ve değişik demagojilerle fesadı “salâh” göstermeye çalışır. Oturur kalkar bozgunculuk yapar, insanları birbirine düşürür, milletin farklı kesimlerini yer yer karşı karşıya getirir, düşman kamplar oluşturur; sonra bu bölünmüşlüğü, bu çözülmüşlüğü kendi hesabına değerlendirmeye durur. O, kendi gibi düşünmeyenleri veya çıkarlarına engel gördüklerini, yerinde antidemokratik olmakla suçlar, yerinde moderniteyi tehdit ediyor gibi gösterir; bunlar da yetmezse ne yapar eder, irtica yaygaralarıyla herkesin sesini keser ve mutlaka planlarını gerçekleştirir. Yalandır bunların hepsi, fesattır onun bütün yaptıkları, iki yüzlülüktür her işi ve bir aldatmacadır her tavrı, her düşüncesi. Ama ne kadar insan vardır bütün bunları sezip anlayan!?
Paranoyak tam bir delidir; ne var ki, o bunun farkında değildir. Aksine o, kendini akıllı ve bilgili sanır; dolayısıyla da kendinden başka herkesin bir mânâda beyinsiz ve muhakemesiz olduğuna inanır. Öyle sansa ve öyle inansa da, hiçbir zaman onun mutlu olduğu söylenemez; zira o, her an kendini ayrı bir düşman cephesi karşısında ve dünya çapında terörist örgütlerle kuşatılmış olarak vehmeder. Korkar ve titrer hayalinde îkaettiği bu saf saf düşmanlardan. Başa çıkamayacağını düşünür ve çevresindekilerden yardım dilenmeyi dener; onları da aynı düşmanların düşmanlığına, insanlık için bir tehdit unsuru olduğuna inandırması lâzımdır.. evet, ona göre, düşüncelerinin, tasarılarının ve operasyonlarının meşru görünmesi adına herkesin aynı ölçüde vehme ve hezeyana itilmesi zarurîdir; zira onun planlarının gerçekleşmesi adına toplumsal, hatta uluslararası bir paranoyaya ihtiyaç vardır. Bunun için de mutlaka şöyle-böyle, gazeteleriyle-mecmualarıyla, televizyonlarıyla-radyolarıyla bütün medya kuruluşları harekete geçirilmeli; çeşit çeşit tehdit unsurları sıralanmalı; demokrasinin, insan haklarının, cumhuriyet esaslarının tehlikede olduğu üzerinde durulmalı; yığınlar, ülkenin ellerinden uçup gideceği yalanına inandırılmalı; saf halk kitleleri üzerinde toplumun dört bir yandan kuşatıldığı vehmi uyarılmalı ve ne yapıp ne edip herkes delirtilmelidir ki zirvedeki müstatil cinnet yadırganmasın.
Evet, ezenlerin, başkalarına hükmetmek isteyenlerin, gözlerine kestirdikleri değişik coğrafyaları işgal edenlerin toplum/toplumlar çapında böyle bir paranoyaya ihtiyaçları var. Kinin, nefretin, hırsın, din düşmanlığının delirttiği bu insanların, idare etmeyi düşledikleri kimseleri korkutarak, ürküterek, telâşlandırarak, vehim ve hezeyana sürükleyerek kendilerine benzetmeye çalışmaları bence bu cinnet mantığına göre normaldir. Aslında böylelerinden, başka bir şey beklemek de aldanmışlık olur.
Maalesef bugün, Çin Seddi’nden Merâkeş’e, Kapadokya’dan okyanus ötesi ülkelere kadar hemen her yerde iflâh etmeyen bir paranoya yaşandığını/yaşatıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun için birkaç düzine terörist lâzımsa, paranoya ihtiyacıyla kıvranıp duran mütegallipler, kaba kuvvet temsilcileri, ülkeleri sömürmek isteyen postmodernmüstemlekeciler bu işi kiralık birkaç kanlı kâtille yaptırabilecekleri gibi, üç-beş zavallıyı aldatarak veya robotlaştırarak da arzu ettikleri her renkte, her desende bir sürü terörizm imal edebilirler.
Şimdilerde kısmen de olsa bunu başarmış sayılırlar. Evet, bu kadar alınıp satılan, kiralık kanlı kâtil veya aldatılmış beyinsiz bulunduktan sonra, her yerde terör adıyla bir fitne ateşi tutuşturabilir, değişik yörelerde suikastlar planlayabilir, dinî duygu ve dinî düşünceyi kullanarak bazı kıt akılları provoke edebilir; böylece hem bütün bir toplumu hatta insanlığı evham ve hezeyana çekmiş olur hem de yakıp yıktıklarına, asıp kestiklerine ve üzerine çullanıp ezdiklerine karşı tutarsız da olsa bir bahane bulmuş sayılırlar.
Dünya çapında bütün bu işleri planlayanlar ister birer paranoyak, ister birer psikopat olsun çok fark etmez. Ortada bir gerçek var ki o da; dünyanın bazı bölgelerinde bir kısım kaba kuvvet temsilcilerinin, dünyaya hükmetme ve kendi ideolojilerini hâkim kılma hırsıyla; bazı yerlerde de küfre kilitlenmiş bir kısım muannitlerin, küfürlerini, temerrütlerini, din-iman ve Kur’ân düşmanlıklarını sürdürebilmeleri için, yığınların vehimlendirilmesine, toplumsal paranoyaların yaşanmasına, kitlelerin hezeyana çekilmesine ihtiyaçları var. Bana öyle geliyor ki, bütün toplum gerçekten cinnet yaşasa dahi, kaba kuvvetin temsilcileri, yalan söylemekten, halkı aldatmaktan, dimağlara vehim pompalamaktan ve herkesi kendilerine benzetmekten vazgeçmeyeceklerdir.