Gazeteci yazar Veysel Ayhan TR724.com'da önemli bir analiz yayınladı
36 yıllık “Nerdesin” çağrısı on yıllarca bir dua olarak yankılandı ve bugünü doğurdu. Nihayet “Geldiler”. Kur’an, “Kevser”lere dâyelik edecek imtihan sayfaları halinde hayata aktı. Güllük gülistanlık yollarda koşan narin ayaklara ket vuruldu. Soğuk sudan sıcak suya girmeyen eller kaynar sulara gark oldu, demir kelepçelere maruz kaldı. Yola çıkarken başa neler geleceği söylenmişti ama bizler bunu okunması güzel, romantik bir metin sanmıştık:
“Hizmet insanı, gönül verdiği dâvâ uğrunda kandan-irinden deryaları geçip gitmeye azimli ve kararlı; bu yolun sarp ve yokuş olduğunu baştan kabul edecek kadar rasyonel ve basiretli; önünü kesen cehennemden çukurlar dahi olsa, geçilebileceğine inanmış ve himmetli; uğruna baş koyduğu dâvânın kara sevdalısı olarak, cânı-cânânı feda edecek kadar vefalı…”
KUR’AN GÜNLERİ
Ya imtihanlarla yüzleşecek veya “Nerden çıktı bu ağır imtihanlar” diye imtihanları sorgulayacaktık. Herkes seçtiği yola yürüdü.
Hocaefendi, “Nerdesin Hubeyb…!” diye seslenmişti. Ama Hubeyb olmak kolay değildi. Ortalıkta “Hubeybler” üretecek bir cendere de yoktu. Şeytan’la Ademoğlu’nu meleklerin seviyesine çıkaran Allah, bir “zalim” eliyle “Hubeyblik”in kapılarını açtı. Bir Hubeyb’e bedel yüzlerce Hubeyb lutfetti.
“Nerdesin Mus’ab..!” bir başka çağrıydı. “Halid nerdesin…!” bir başka. Allah bu duaları binlerle misliyle kabul buyurdu.
Yusuf suresini okuyorduk. Okuması rahattı. Sonra gökler karardı. Gök gürültüleri ve fırtınalar eşliğinde surenin perdesi sıyrıldı. Toplumun en temiz, en nezih insanları “terörist” olarak hedefe kondu. Ortaya konan semere öteden beri kıskançlık ve haset sebebiydi. Hâsitlerin beklediği sadece bir “fırsat”tı. Böylece kıskançlık ve hased, kafirin yapmayacağı bir zulmü başlattı. O gün Yusuf’u kıskanıp kuyuya atan 11 kardeşe bedel, binlerce nevzuhur hâsid “kardeş” birer kurda mesholdu. Ne yazık ki Yusuf’un kardeşleri gibi “insan” değillerdi. Ve yaptıklarıyla “İnsan” olarak da kalamadılar.
YUSUF OLANA YUSUFÎ ARMAĞANLAR
Kadın-erkek on binlerce masum “Yusufî” kuyulara düştü, düşüyor. “Zeliha”msı imtihanlardan başları dik olarak geçtiler, geçiyorlar. “Hikmet” ve “İlim”le yoğruluyorlar. Şimdi zindanda Allah’ın ferec vereceği günü sabırla bekliyorlar. Yusuf olanı Yusufî armağanlar bekler. Beklentileri olmasa da belki de Yusufî bir mukabele ile “mekkennâ li Yûsufe fîl ard” ayetine masadak olacaklar, “Yeryüzüne yerleşecekler” (12/21).
Ashab-ı Kehf yoldaşımız oldu. Tebliğ adına yola baş koymuş o günün babayiğitler gibi mağara hayatı yaşayan ya da gaybubetlerde bunu yaşayan insanlarımız oldu. Kehf’in üçüne, beşine, yedisine karşılık “lâ-yuadd velâ yuhsâ”sıyla. Geleceğe yürümek için “Hikmet” ve “İlim”le donanıyorlar. Berzaha ve haşre ait ne korku varsa peşinen ödeyip amûdi olarak yükseliyorlar.
Sahabenin en zor günleri Şi’b-i Ebu Talib’e sığındıkları boykot yıllarındaydı. Çarşı ve pazarlara giden yollar kesilmişti. Yiyecek sokulmuyordu. Bu yolların başında gece-gündüz nöbet tutanlardan biri de Ebû Cehil idi. İşini gücünü bırakmış, gece boyunca nöbet tutuyor, boykotun tüm şiddetiyle uygulanması için gözüne uyku girmiyordu.
İKİ KAHRAMAN
O günlerin sadece iki kahramanını ismen biliyoruz. Biri Hz. Hatice’nin yeğeni Hakîm b. Hizâm’dı. Gizlice develere erzak yükler, un yükler bir yolunu bulup boykotu delerdi. Yakalanıp ölesiye dövüldüğü çok olmuştu. Ama yılmamış devam etmişti.
Bir diğeri Hişâm b. Amr’dı. Yardım yollarken yakalanmıştı. Dövmüşler, işkence yapmışlar tatmin olmayınca da öldürmeye karar vermişlerdi de Ebu Süfyan kurtarmıştı. O da ölüm pahasına hep yardıma koşmuştu.
O zor yıllar benzer misilleriyle bugüne geldi. Maaşı kesilenler, sokağa atılanlar, yeni bir iş bulması engellenenler, bulaşıkçılık yapıp ailesini geçindirmesine bile izin verilmeyenler, kaçıp bir başka ülkeye gitmesin diye gün aşırı imzaya zorlananlar, sınırdan kaçarken yaklananlar, yollarda kalanlar, çocuklarıyla sulara kapılanlar, gittikleri ülkelerde başlarına çuval geçirilip kaçırılanlar…
BEN DE ÇIKARSAM…
Ve o günün Hakîm b. Hizâm ve Hişâm b. Amr’ına bedel Allah bugün “talattuf” edip “Kehf ashabı”na yardıma koşan “ele geçirilmeyi, taşlanmayı” (18,20) göze alan “lâ-yuadd velâ yuhsâ” arkadaş lutfetti. Ve onlara, elinde ocağında ne varsa yollayan kahramanlar gönderdi. Boykotun içinde Hz. Hatice gibi tüm zenginliğini sıfırlayan ‘Haticecik’ler ortaya çıktı. Boykotun dışından yapılan bu “muavenet”e benim de katkım olsun diyen asgari ücretinden bile pay ayıran kahraman kadınlar ve yiğit erkekler çıktı.
“KİTAPTA MERYEM’İ DE AN!”
“Hadi sen de dışarı çık” dendiğinde “Ben de çıkarsam bunlara kim el uzatacak” diyerek kalıp vefa ile bin bir riske meydan okuyanlar cesur yürekliler var.
Kur’an’da “Kitapta Meryem’i de an!” deniliyor. “Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekiliverdi / uzaklaştı.”(19/16) Surenin altın harflerini kaldırıp kazıyınca bugüne çıkıyoruz. Ailesinin sıcak yuvasını elinin tersiyle itip hizmete koşan, bilmediği diyarlara İbrahimî bir tevekkülle giden bu asrın Meryem’lerini görüyoruz. Onları nasıl unuturuz ki! Kur’an unutmayın diyor.
Hz. Meryem bir arayıştır. “Mi’rac”ını tamamlamak için karanlık ve vahşi ormanlarda uzlete çekilmeyi göze almıştı. Rabbine ulaşmak için olanca tehlikeyi hiçe saymıştı. Ki o korkuları bedel olarak ödediği için en büyük armağanına kavuşmuştu. Hz. İsa gibi bir ul’ul azm bir peygambere annelikle serfiraz kılınmıştı.
Doğum, kadın için bir müjdedir. Bir sevinçtir. Bir bayramdır. Ama Hz. Meryem için bir endişe ve bir korku idi. Bugün binlerce kadın doğumu yaklaştığı için aynı korkuları çekti, çekiyor. Polis kılıklı zebaniler eşliğinde doğuma götürülüyorlar. Başlarında zebaniler nöbet bekliyor. Sezaryen sonrası yeni dikişlerle gözaltına alınıyorlar… Nezarette sabahlıyorlar… Bazı bebekler zindanda dünyaya gözlerini açıyor. Bu korkunç hadiselerin perdesini Kur’anla araladığınızda karşınıza binlerce “Meryemcik” çıkıyor.
Başlarına gelenleri, çektiklerini “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım!”(19/23) şeklindeki Meryemî endişeler halinde çehrelerinde görüyorsunuz. Ama metanetlerini görünce de Hz. Meryem’i teselli eden “mahzun olma” (19/24) sesinin onların kulağında da çınladığını fark ediyorsunuz.
CENNETİN SEYYİDELERİ
Hz. Meryem’den daha iffetli kim olabilir? Onu Cennet kadınlarının seyyidesi yapan husus belki de iffetine yapılan iftiraya katlanmasıydı. Kehf Suresi’nın satırlarını araladığınızda bugünle karşılaşıyorsunuz. Eğitim, burs ve yardımdan başka bir derdi olmayan on binlerce iffetli kadına gazetelerle, televizyonlarla ‘kötü kadın’ muamelesi yapılıyor. Akla hayale gelmeyen senaryolarla çamur atılıyor. Ve onlar da Hz Meryem gibi bu iftiralara cevap vermiyor, Allah’a havale ediyor.
Kur’an Hz. İsa’dan bahsederken yirmi yerde onu annesi Hz. Meryem’e nispet eder. Meryem oğlu İsa veya Meryem oğlu Mesih der. Diğer peygamberlerde böyle bir atıf yoktur. Bu, Hz. Meryem’in aylarca çektiği o altından kalkılmaz çile ve korkulardan dolayı bir teşriftir, tekrimdir. Kur’anı tarihsel, kapağı kapalı bir kitap sananlar bugünün “Meryemcik”lerini anlayamaz. Doğdukları andan itibaren zindanla tanışan geleceğin “Mesih soluklu” kutsilerini bilemezler, sezemezler.
O masum bebekler, mazgallar altında emekleyip büyüyen çocuklar o kahraman anneleriyle anılacak ve destanları nesiller boyu hep anlatılacak.
Kur’an bebeği (Hz. İsa) seslendirirken ona şu duayı ettirir: “Doğduğum gu¨n de, öleceğim gu¨n de ve diriltilip yeni bir hayata iade edileceğim gu¨n de bana selâm olsun.” (19/33)
Bu zamanın “Meryemcik”lerine, Mesih soluklularına; ve onların doğdukları gu¨ne, ölecekleri gu¨ne ve diriltilecekleri güne selâm olsun!