Ömrünü İsraf Eden Kullar

Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, 'Ömrünü İsraf Eden Kullar' başlıklı yeni yazısında Allah'tan ümidi kesmemeyi anlattı.

SHABER3.COM




Ömrünü İsraf Eden Kullar

İki kadim dost iftara gidiyoruz.
Ezan okundu, okunacak.
Yollar oldukça tenha.
“Arkadaşım o anda neler hissetti, hasret nasıl içini yaktıysa,“Yollar tıpkı İstanbul yolları gibi” diyor.
 “Hayırdır?” diyorum.
 “İstanbul’un yolları da böyle olmaz mı?” diyor, “Ezan vaktine kadar tıkalı olan yollar ezanla birlikte birden tenhalaşırdı.”
O an, mazinin sararmış, solmuş sayfaları arasından bir sahne geliyor gözlerimin önüne.
Aradan yıllar geçmesine rağmen unutmadığım bir sahne…
2009 Sonbaharı…
 İstanbul’da gün gitti, gidiyor…
Herkeste tatlı bir telaş…
Güneş kızıl atıyla dörtnala guruba koşuyor.
Akşamdır, vakt-i hazandır, sultan ay Ramazan’dır…
Dersaadet’te gurup vakti…
Guruba meylederken güneş, kızıl kanlarını dökerken Dersaadet’in platin renkli denizine, mutfakları şenlenen evleri seyrediyorum.
Birazdan akşam ezanları oruç tutmuş bir insan gibi solgun ve dingin duran minarelere can verecek, mahyaların ışıkları yanacak.
Evlerin ışıklarıyla birlikte sofralar etrafında buluşmuş oruçlu ruhların iç kandilleri de yanacak. Ardından teravihlerle yıkanacak milyonlarca gönül ve şehir, sahura kadar sabırla bekleyecek evlatlarının uyanmasını.
Ben yollardayım…
Acelem de yok. Nasıl olsa iftariyeliklerim yanı başımda bana bakıyor.
Bu vakitte yolculuğu severim. Ezanla birlikte önünüzdeki arabalar birer ikişer buharlaşır ve yollar birden hiç umulmadık bir şekilde tenhalaşır. Yollarda, benim gibi üç beş geç kalmış kimseler olur.
Arabanın radyosu, Eyüp Sultan'dan canlı yayında; güzel sesli bir hafız Kur'an okuyor.
“Ey Ömrünü israf eden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz, Allah bütün günahları affedicidir…”
Ömrü israf etmek derdinden ben de muzdaribim. Bu yüzden gurub vakti radyodan bu ayeti dinlerken tatlı bir esintinin ruhumda gezindiğini hissediyorum.
Herkes sofralarının başında iftar ânını beklerken ben, “Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz…” ayetinin takip ışığında tatlı bir yolculuğa çıkıyorum.
Bu ayetin iniş sebebi, Elmalılı Hamdi Yazır gibi bazı müfessirlere göre, Hazreti Hamza'nın katili Vahşi'dir.
Uhud Savaşı'nda, özgürlük ve servet vaadiyle Peygamber’in amcasının katili olan Vahşi...
Vahşi'ye özgürlük ve servet vadedenler, kartallardan, kurtlardan önce Hz. Hamza'nın başına üşüşüp, acı ve öfkelerini, onun kulak ve burnunu keserek, kalbini yerinden sökerek teskin etmeye çalışıyorlar.
Bu öyle insanlık dışı bir davranıştır ki, Taif'te taşlandığında, Mekke'den sürüldüğünde beddua etmeyen Allah'ın Peygamberi’nin (a.s.) dudaklarından, amcasının yetmiş parçaya ayrılmış cesedi karşısında;
“Ben de onlardan yetmiş kişiyi öldüreceğim” sözleri dökülüyor.
Fakat anında gökler dile geliyor;
“İlle ceza vereceksen misliyle… Sabrederseniz Allah sabredenleri sever.”
Hazreti Hamza'nın şehit olmasının bedeli ağır oluyor.
Uhud’da ağır bir yenilgi yaşanıyor.

Allah'ın Arslanı'nın kanını taşıyan o mızrak, Vahşi'ye özgürlük kapılarını aralıyor, onu servet sahibi yapıyor ama hiçbir zaman o özgürlüğün tadını çıkaramıyor.,
 O serveti hiçbir zaman harcayamıyor.
Canilerin gasbettiği hürriyetini eline almış ama yalnız insanlığa ait olan fıtri hürriyeti kaybetmiştir.
Artık ebedi bir köle gibi çöllerde adını gizleyerek dolaşmaya başlıyor.
Hicaz bütünüyle Müslüman olunca kapılarını İslam’a kapayan Taif'e sığınıyor.
Yıllar önce Allah'ın Peygamberini kovan Taif'e. Her renkten güllerin yetiştiği gül bahçelerine rağmen Güllerin Efendisi’ni güllelerle karşılayan Taif’e.
 Taif, bağlık bahçelik bir yerdir.
 Vahşi, kendini suça azmettiren kadından aldığı servetle bu güller ve bahçeler diyarında yaşar giderim, diye düşünüyor.
Bir gün Taif'liler de topluca Müslüman olunca dünya Vahşi'ye dar gelmeye başlıyor.
Kendini çöllere vuruyor.
Şefkat Peygamber’i, Müslüman olması için mektuplar yazıyor.
Hangi insan çok sevgili amcasının katili ve bir savaşın kaderini değiştirerek kendisine bu kadar ağır bedel ödetmiş birisine şefkatle seslenebilir?
Ama O (s.a.v), Vahşi gibi bir katilden bile bir sahabe çıkaracak kadar merhamet sahibidir.
Vahşi, her mektupta geçmişte yaptığı vahşetleri ileri sürüyor, sürekli kaçıyor.
 Sonsuz Nur'un gittikçe çölün her tarafını saran ışığını kendi karanlığından seyrediyor.
İşte arabadaki radyonun Eyüp Sultan'dan yaptığı canlı yayında okuduğu ayet, Vahşi'nin bu kaçışının önünü kesiyor, artık ona dar gelen dünyada yere-göğe sığmayan varlığına bir yer açıyor.
“Ey ömrünü israf eden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz, Allah bütün günahları affedicidir…”
Peygamber Efendimiz(s.a.v)'den, bu ayetin yazılı olduğu mektubu alan Vahşi, kaçış ızdırabına son veriyor ve Medine'ye gelerek, huzura çıkıyor. Güllerin ve Gönüllerin Efendisi (a.s):
“Sen Vahşi misin?” Diyor.
“Evet.”
“Amcamı nasıl öldürdün, anlatır mısın?”
Efendimiz, Vahşi'nin anlattıkları karşısında gözyaşlarını tutamıyor, taze bir yara gibi kanıyor “ipeklere yumuşaklık bağışlayan” yüreği.
“Ne olur bana fazla görünme olur mu? Seni her gördüğümde amcamı hatırlarım da korkarım sana karşı içimde bir burukluk olur.”
Hazreti Vahşi için hicranlı yıllar başlıyor.
Sürekli direklerin arkasından, minberin gerisinden Güllerin Efendisi'ni gözlüyor.
“Artık bana görünebilirsin” diyeceği günleri bekliyor.
Ama Gönüllerin Güneş'i bir gün bütün bütün gurup ediyor.
Hz. Vahşi'ye “Bana görünebilirsin” sözünü demeden gidiyor.
Hazreti Vahşi'nin geri kalan günleri, hep o büyük günahına kefaret aramakla geçiyor.
İslam'ın büyük bir bahadırını öldürmekten dolayı güneşin bağrında kızmış bir çöl gibi yanıyor yüreği.
 Yıllarca bir cehennem gibi kaynıyor vicdanı.
Hep bir fırsat kolluyor.
 Yüreğindeki yangını söndürecek bir fırsat.
 Bir gün aradığı o fırsatı buluyor.
Yemame Savaşı çıkıyor karşısına.
Hazreti Halit'in ordusuna katılıyor.
Harp günlerce sürüyor.
Yemame sert bir kayadır.
Kılıçlar havada parlak kavisler çiziyor.
 Düşman dalga dalga inananların üzerine geliyor.
Yalancı Peygamber Müseyleme'nin askerleri, önüne gelenleri bir ekin tarlası gibi biçiyor.
İkrime, Ebu Akil, Huzeyfe, Salim gibi nice bahadırlar bir bir doğranıyor.
Binlerce Kur'an hafızı kırılıyor.
Savaşın bir anda seyri değişiyor.
 Müslümanlar büyük bir bozgun yiyor.
 O an her tepeden bir münadi, kaçan Müslümanları yeniden gayrete getirmek için sesleniyor.
Müslümanlar yeniden toparlanıyor.
İşte tam o sırada Vahşi, günlerden beri sabırla kalesinden çıkmasını beklediği Müseyleme'nin kalenin arka duvarından atlayarak kaçmaya çalıştığını görüyor.
“Ey kupkuru çölleri cennete çeviren Gül! Vaktidir, ağlayan gözlerimin içine gül…” diyerek, yıllarca özenle sakladığı mızrağı fırlatıyor.
 Üzerinde Hazreti Hamza’nın kanı bulunan o paslı mızrak Müseyleme’nin işini bitiriyor.
O mızrak, bir zamanlar İslam'ın en büyük bahadırı Hazreti Hamza'ya fırlattığı mızraktır.
Güneş, Yemame Çölü’nün titreşen sonsuz ufuklarında gurub ederken Hazreti Vahşi, buhar buhar kanların yükseldiği kızgın kumlara başını koyuyor.
 Sevgili’ye şu sözlerle sesleniyor:
“Ya Rasulallah! Artık görünebilir miyim?”
Hayalen gittiğim İstanbul akşamlarından, Hicaz çöllerinden gurbetteki iftar akşamına dönüyorum.
İki kadim dost Kültür merkezine iftara gidiyoruz.
Ezan okundu, okunmak üzere.
Bir gurbet ramazanında daha gün akşam oluyor.
 “Arkadaşım o anda neler hissetti, hasret nasıl içini yaktıysa bir anda dudaklarından şu sözler dökülüyor;
“Yollar tıpkı İstanbul yolları gibi”
Tenha yollarda hüzün ve sevinç kol kola…
 Bir gün daha bitiyor. Sadece bir gün değil bir ramazan daha bitiyor.
Eyüp Sultan Camiindeki güzel sesli hafızın sesi, hazin bir melodi gibi çağıl çağıl dökülüyor yüreklerimize;
 “Ey Ömrünü İsraf eden kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyiniz”

<< Önceki Haber Ömrünü İsraf Eden Kullar Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER