ALİ DEMİREL- SAMANYOLUHABER.COM
Ölümden korkmalı mı?
Dünya hayatının bir imtihan olduğu bilincinden yoksun olan bir kimse, ölümden korkar, etrafındaki insanların ölümleriyle ürperir ve feryad u figan eder. Bu korkunun gerçek sebebi ölümün mâhiyetinin bilinmemesi, insanın emellerine engel olması ve ölümün onu zâhiren sevdiklerinden ayırmasıdır.
Mana büyüklerinin kimisi ölümden tir tir titrer, kimisi ise onu bir düğün gecesi gibi bekler. Ancak bu tür sözler, onların o anda içinde bulunmuş oldukları bir hâlin ifadesidir.
Mesela Hak dostlarından Fudayl b. İyâz şöyle der: “Şayet sen ölümden korktuğunu söylersen, ben bu söze inanmam. Gerçekten ölümden korksaydın, sana ne yemek ne içmek kâr etmezdi!”
Yunus Emre Hazretleri, “Ölümden ne korkarsın; korkma ebedî varsın.” der ama iman ve imanın getirmiş olduğu kazanımlardan istifade etmeden insanlığın bu korkuyu aşması zordur. Çünkü insan kendine elem ve keder veren şeyden korkar.
Ölüm, lezzetleri acılaştırması, dostları ayırması vb. sebeplerle korku kaynağıdır. Öldükten sonra başa neler geleceğini kestirememek, beden çürüyüp yok olduktan sonra kişilik ve benliğin tamamen hiçliğe kavuşacağını zannetmek, öldükten sonra nereye gideceğini bilememek, arkada kalacak mal/miras üzerine üzüntü duymak, ölüm korkusunun başlıca sebeplerindendir.
Ölüm korkusunun ilacı Kur’an’ın getirdiği ebedî saadet formülünde gizlidir. İnsan ölümle, en fazla sevdiği varlığını/ruhunu her şeyin sahibine emanet ettiği düşüncesine sahip olur. Ruh, Allah’ın vazifeli elçilerinin emin ellerinde, yüce ve mükemmel bir âleme götürülecektir. O halde korkuya gerek yok. Ölüm korkusu aslında hayatımızdaki birtakım aşırılıkları dengelemek için gereklidir.
İnsandaki bütün duygular gibi ölüm korkusu da itidal çizgide bulunduğu zaman faydalıdır. Ölüm korkusu olmasaydı, sosyal düzeni sağlamak, kötü niyetli insanların cemiyette anarşi çıkarmasını engellemek mümkün olmazdı. Bu korkuyu insanın çevreyle intibakına zarar vermeyecek bir seviyede tutmanın yolu, akl-ı selim ve doğru dinî inançlardır.
İnsan, niçin ölümü düşünmek istemez?
Mutlaka herkes ölecek. Düşünecek olursak, yüz yıl sonra şu anda yaşayan insanların tamamına yakını dünyada olmayacaktır. İnsan, ölümü düşünmek istemez. Bu mutlak sonun kendi başına da geleceğini aklına getirmez. İnsanlar, düşünülmediği sürece ölümle karşılaşılmayacağı gibi bâtıl bir inanç geliştirmişlerdir. Ölümle ilgili konu açan bir kişi hemen “şom ağızlı” olarak nitelenir ve bu konu hemen “Ağzından yel alsın!” gibi manasız sözlerle kapattırılır.
Hâlbuki ölümden söz eden biri, isteyerek-istemeyerek, Allah’ın çok büyük bir mucizesini hatırlatmakta ve insanların üzerindeki kalın gaflet perdesini az da olsa aralamaktadır. İnsan, gafleti bir yaşam biçimi hâline getirmişse, kendisini rahatsız eden bu tür gerçeklerin aklına gelmesiyle, gafletinin zedelemesinden huzursuz olur.
Oysa ölümü düşünmekten kaçanlara, ölümle karşılaşıldığında sıkıntı da o kadar dehşetli olur. Dünyada gaflet ne kadar büyükse ölüm ânında ve kıyamet gününde de sıkıntı o derece büyük olur.
Zamanın ilerlemesine rağmen kendini yaşlanmaya ve ölüme karşı koruyabilmiş tek bir insan yoktur. Çünkü insan kendi bedeninin ve hayatının gerçek sahibi değil. Yaşama karar verip hayatını kendisinin başlatmamış oluşu ve hayatını bitiren ölüme müdahale edemeyişi bunun açık bir göstergesi. Hayatın sahibi, onu verendir. Ve O, dilediği zamanda onu geri alır.
Ebedî hayata geçiş ölümle olur. Öyleyse bize verilen bu ömür süresince bizden istenen ve bekleneni iyi anlayıp Allah’a yakınlaşmalı ve sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Akıl ve şuur sahibi olarak yaratılmış, varlıkların çoğunluğu üzerinde tasarruf yetkisine sahip kılınan insandan beklenen, ölüme karşı ilgisiz kalmamasıdır.
İlk insandan bu yana milyonlarca insan yaşamış, bu insanların hepsi de istisnasız ölümü tatmışlardır. Bu, şu anda yaşamakta olanların da başlarına gelecek olan kesin ve kaçınılmaz bir sondur: “Siz evlerinizde dahi olsaydınız haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı.” (Âl-i İmrân, 3/154); “Vakti geldiğinde ölüm sekerâtı başlayınca, can çekiştiği sırada insana ‘İşte’ denir, ‘senin en çok nefret edip kaçtığın şey!’” (Kâf, 50/19).
Ruh, dünya hayatına bir imtihan devresi geçirmek üzere doğumla gelen insanoğluna anne karnında yaklaşık dört aylık cenin döneminden sonra üflenir ve böylece dünya hayatı başlamış olur. Ruhun bedenden ayrılması ile de kabir hayatı başlar.
Kıyametten sonra da âhirete yeni bir yaşam için geçecek olan insan, dünyadaki inanç ve amel durumuna göre cennet veya cehennemdeki ebedî hayatta yerini alacaktır. İnançlı olup da amel eksikliği bulunanlar, ya Allah’ın rahmetiyle bağışlanır ya da belli bir süre cezasını çekip cennete geçebilirler.
YARIN:
Ölüm nasıl nimet olur?
Ölüm olmasaydı!