Zorunlu eğitime rağmen çocuk işçi sayısı her geçen gün artıyor. Devlet okullarının yüzde yirmi beşinde hâlâ kütüphane ve laboratuvar yok. Eğitim-Sen'in raporu eğitim sistemimizin içler acısı halini ortaya koyuyor.
“Mini mini birler, çalışkan ikiler”, otuz kişilik sınıfları görünce korkuya kapıldı mı bilinmez. Başında kavak yelleri esen liselinin durumu daha da vahim. Kırk beş kişilik sınıflarda ders anlamaya çalışacak. Yer Güneydoğu Anadolu'ysa bu, altmış kişiyle aynı sınıfı paylaşmak demek oluyor. Onlar kadar talihli olmayanlar da var. okullu olması gerekenlerin yüzde yirmi dördü tarlada ya da atölyelerde ter döküyor. Henüz harflerle tanışmamış, parmak hesabıyla toplama işlemi yapmamış çocuk oranı hâlâ yüzde onun üzerinde. Bilgiler, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 2015-2016 eğitim-öğretim yılı eğitimin durumu raporundan. Ropor, Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi sürecin okullara etkisini hazırladığı videolar aracılığıyla tartışmaya açtı.
Sendika, çiçeği burnunda üniversitelileri ise “Üniversitelerde ilk dersimiz barış” videosuyla Türkiye ve Ortadoğu tablosuyla karşı karşıya bırakıyor. Kampüsle tanışınca dünyaya pembe gözlüklerle bakmaya teşne çok genç var neticede. Veriler, Picasso'nun İspanyol iç savaşını anlatan Guernica tablosuyla akmaya başlıyor. Dünyadaki altmış milyon mültecinin yarısının çocuk olduğunu, Suriye, Irak ve dolayısıyla Türkiye'de yaklaşık on dört milyon çocuğun okula gidemediğini o dakika öğreniyorsunuz.
Rapor ayrıca Chaplin'in Büyük İmparator filminden bölümleriyle dikkat çekiyor. Hatırlayanlarınız olacaktır. Filmde Adolf Hitler'e ve faşizme yoğun göndermeler var. Diktatörlüğün, ölüm, ayrımcılık ve ekonomik krize yol açtığı sinema diliyle anlatılıyor. Eğitim-Sen, sonunda barış çağrısında bulunduğu videoda Chaplin'in şu ifadeleriyle eğitim sistemini eleştiriyor: “Üzgünüm, ama ben imparator olmak istemiyorum. Bu benim işim değil. Kimseye hükmetmek ya da boyun eğdirmek istemiyorum… Bu dünyada herkese yetecek yer var. Açgözlülük insanların ruhunu zehirledi, dünyayı nefret kuşattı, hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve kanın içine sürükledi.”
2003-2015 yılları arsında KPSS'ye giren her yüz öğretmenden ortalama yüzde 10'u öğrencilerine kavuştu. Verilen sözlere rağmen Türkiye'de eğitim fakültelerinden mezun olan, formasyon eğitimini tamamlamış öğretmenlere mesleğe aday gözüyle bakılıyor. Her yüz öğretmenden 84'ü ya tekrar sınava girmek ya da başka bir alanda çalışmak zorunda. Dahası sayıları 2 milyona ulaşan Suriyeli sığınmacıların çocukları okula gidemiyor. Yalnızca 65 bini kamplarda ve 7 bin 500'ü örgün öğretim içinde eğitim görebiliyor.
Liseliler 9. sınıfı çok seviyor
Dersi kaçırmaktan rahatsızlık duymayan öğrenci profili hâlâ mevcut. Okula gidemediğinde. “Devamsızlık hakkımı kullanıyorum” diyenlerin başını dokuzuncu sınıflar çekiyor. Karne günlerini panikle bekleyen, son hafta öğretmenler odasında yükseltme notu, kanaat hakkı bekleyen talebeler de liseyle yeni tanışan gençlerden oluşuyor. O kadar ki dokuzuncu sınıfı öğrenci deyimiyle söyleyecek olursak çift dikişi okuyanların yüzde yirmisini de onlar oluşturuyor. Dahası yirmi günlük mazeret izninin tamamını kullanan liselilerin sayısı dudak uçuklatıyor. Her iki öğrenciden biri yirmi gün okula uğramıyor.
Devlet okulları dershanecilik yapıyor!
Dershanelerin kapatılması eğitimde bir süredir devam eden ticarileştirme ve özelleştirme sürecini hızlandırmaktan başka işe yaramadı. Şöyle ki devlet liselerinde 11. ve 12 sınıflar büyük ölçüde boşaldı. İmkânı olan aileler çocuklarını dönüştürülen liselere kaydetmeye mecbur kaldı. Öte yandan devlet liseleri, öğrenci kaçışını engellemek için fiilen dershaneciliğe soyunmuş vaziyette.