İşin uzmanları ‘normatif etik’i üçe ayırır. Bunlardan birincisidir “Teleolojik etik.” Beslendiği kaynaklar da enteresandır; benlikçilikten faydacılığa, hazcılıktan bilmem neye kadar bir dolu erdem dışı pınardan doldurur testisini. Kural ve ahlaki değerler epey sonlardadır teleolojik etikte.
Havuzlaşan Türk medyası için artık bu eşiğin çoktan aşıldığını ve lineer bir propaganda aygıtına dönüştüğünü biliyoruz basınımızın büyük çoğunluğunun. Bu nedenle, Tayyip Erdoğan basın toplantısı yaparken sorularıyla epey sıkıştırabilen yabancı medya varken, iş Merkel’e soru sormaya geldiğinde Türk meslektaşlarından kimsenin çıtı bile çıkmıyor, çıkamıyor.
Çıkamaz da…
Zira bir yerlerden nasıl bakılacağına ve nerede durulacağına dair üst gözün, ya da makamın yollayacağı komutu almadan herhangi bir şey yapmak oldukça risk taşıyor havuz medyası için. En azından bunu biliyor ve ‘neme lazım arkadaş, böyle iyi’ diyerek suskunluğun tatlı kollarında demlenmeyi tercih ediyorlar.
Yapılan basın toplantısıyla ilgili haberleri ise merkezdeki içerik belirleyen başka bir mahfilin deruhte ettiği aşikâr. Bu sebeple Merkel karşılarında iken dut yemiş bülbüle dönen havuz gazetecileri ertesi gün ‘Alman terörist!” başlığıyla cenk eden mücahit kıvamında coşabiliyorlar.
İletişim sosyolojisi “etiksel egoizm” diyor bu tür sapmalar için ama mevcut havuz medyasının durumu bu patolojiyi de çoktan geçmiş durumda. Bambaşka ve benzersiz bir eşiği zorluyorlar her gün.
Bir ülkenin ne denli bozulduğunu anlamak için pek çok parametreye bakabiliriz. Memleketin doğru yönetilip yönetilmediğini, ahlak açısından yücelip yücelmediğini anlamak mı istiyorsak, başta müzik olmak üzere sanatına bakmamızı salık verir Konfüçyüs.
Sadece sanat değil tabi. Eğitim, medya, adalet, sağlık sistemi vs vs.. Bunların hangisine bakarsanız o ülkenin çürümüşlüğüne dair önemli bir vasat ortaya çıkacaktır.
Açıkça ifade edeyim, yukarıdaki nedenlerden dolayı başta Avrupa medyası olmak üzere, gelişmiş ülke medyalarının en azından çok daha mantıklı, iz’anlı olduğunu hep görüp, bu işi yapan bireyler olarak komplekse girdiğimiz az değildir.
Bakın, bir miting alanına sığabilen insan sayısında bile patronların, siyasi liderin bakışı belirliyor neticeyi. Devletin valiliği katılımcıları onda bire düşürerek veriyor rakamı. Gerçek rakamları ise Reuters’ten öğrenebiliyoruz ancak.
Mitingdeki insan sayısını bile ideolojisine göre belirleyenlerin seçimlerdeki oyları nasıl belirleyeceğini düşünmek bile korkudan ürpermeye yeter hakikaten.
Sırf bu sebepledir ki, seçim sürecinde iktidara adeta peşkeş çekilen başta resmi olmak üzere tüm medya mecraları, muhalefete ya da istenmeyen en kısık sese bile tahammül edemedi. Gelişmiş ülkelerdeki gibi lider tartışmalarından vazgeçtik, liderlerin karşısına can sıkan soru sorabilecek gazeteci bile kalmadı şu anda.
Sorar gibi olanlar da yediği iki yumruk darbesiyle anında tornistan edip, CHP tarihinin belki de en anlamı siyasi eylemini yok efendim, gazeteci ile aktivist farklı şeylerdir, gibi ipe sapa gelmez kıvırtma yapar hale getiriyorlar.
Vaziyet bu, rasyonalite böyle olunca BBC en objektif haberleri yapmış oluyor maalesef.
Söz gelimi ülkenin göbeğinde, başkentte onlarca insan güpegündüz kaçırılıyor, medyadan tık yok. Çünkü toplumun bir kesimine duyulan nefretin suskunluğunu çok iyi biliyor iktidar medyası.
Kaçırılma haberini de yabancı medya veriyor, miting fotoğraflarına da yabancı medya çekiyor.
Bundan dolayı, ne zaman yabancı medyada bir ülke haberini görsem, en azından objektif olunduğuna inanırdım. Çünkü bilirdim ki, bir ülkenin demokrasisi ve çürümüşlüğü ne ise, medyası da oydu.
Ülkede muhalif medya neredeyse kalmadı.
Yüzde 80’den fazlası iktidar güdümündeki havuz medyası.
Kalanlar ise Doğu Perinçek ve Ergenekon tayfası.
Çok değil kısa süre önce, 28 Şubat’ta günümüz havuzuna benzer bir şekilde işleyen, darbecilerin tak dediğini şak diye yapan medya.
İsim isim vermeye gerek yok.
Onlar şu anda çok mutlu.
Tıpkı Perinçek gibi.
Adaletin cenaze namazının kılındığı, hukukun defnedildiği şu döneme ‘altın çağ yaşıyoruz’ diyen Perinçekgiller medyası.
Rahatsız oldular Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünden.
Zira ilk kez muhalefet gündem oluşturma hakkını almıştı iktidarın elinden.
Perinçek medyası çıldırdı adeta.
Yürüyenlere doğrudan terörist diyemeyince dolaylı şekilde suyu bulandıran haber ve yorumlar havalarda uçuştu.
Yine en objektif haberleri (enteresandır Putin borazanı Sputnik de dahildir buna) yabancı medyada okuyabildik.
Tüm kirlilik ve zehir saçılan algı bombardımanına rağmen en azından doğruyu ayıklama çabası hissediliyordu yabancı medyada.
Ancak… Dikkat buyurun “du” diyorum…
Şöyle bir durum var:
Türkiye’de tam bir kuralsızlık cennetinde hayat süren pek çok kişinin başta Avrupa olmak üzere medeni ülkelere geldiğinde nasıl kuzu kuzu kurallara uyduğunu bizzat müşahede etmişimdir.
Nasıl diyeyim; mesela ülkede kırmışı ışık, trafik kuralları filan umursamadan yıllarca araba kullanan biri, Almanya’da araç kullanmaya başladığı anda yayalara dikkat etmeye, korna çalmamaya özen göstermeye başladığını bizzat gördüm. Siz de görmüşsünüzdür eminim.
Türkiye’de yaşasa, kesinkes Aydınlıkçı güruhta neşet edecek kimi gazetecilerin, en azından bulunduğu ülkenin medya etik kuralları gereği suret-i haktan göründüğünü çok iyi biliyorduk. Zira sosyal medya hesaplarında içlerinde zorla tuttukları ideoloji canavarının hırıltıları civalı ekranları bile delecek kadar güçlü yükseliyordu.
Açıkça söyleyeyim Deutsche Welle’nin “Gülen: Türk siyasetinin Frankenştaynı” başlıklı haberini görünce ilk başta, “yok canım Alman medyasının içine Ergenekoncu Aydınlıkçılar ya da havuzcular kaçmış olamaz” diye düşündüm.
Yani en azından böyle başlık atarak nefretlerini kusmazlar diye geçirmiştim içinden. Ancak tel tel dökülen haberin her satırında acıyarak gördüm ki, haberden ziyade ideolojik bir fanzin şeklinde hazırlanmıştı metin. Bidayetinden beri, dine, dindara, inanca duydukları nefreti buladıkları ideoloji sosuyla haber diye sunan gazeteci mi ararsınız, şu anki hukuk cellatlarından bir önceki dönemin cellatlarına kadar, biriktirdiği kini boca eden tekaüt hukukçu mu ararsınız, hepsinin görüşüne başvurulmuş. Tekmili birden doldurulmuştu bu haber torbasına. Bir tek muhalif görüş, suçlamalara verilecek tek bir cevap, tek bir aykırı ses yoktu haberde.
Bunun bir tek açıklaması vardı.
Bugüne kadar Almanya’da diye haber ve etik kurallara uyan birileri, kendini bir an için ülkesinde zannetmiş ve başta çalıştığı kurum olmak üzere mesleğini kin ve nefretine paravan yapmıştı.
Üzücü ama bu böyleydi.
Yoksa yıllardır Oda TV’de benzerlerini okuduğumuz matbu nefret paragraflarının uluslararası ciddi bir medya platformunda ne işi olabilirdi ki?
Konuya isimler ve örnekler devam edeceğiz, yoruldum.
Seyfi Mert