“Darbe, akşam 20.30’a göre planlandı” başlıklı dünkü yazımda, aslında kalkışmanın 16 Temmuz sabaha karşı 03.00’e göre değil, tam da 15 Temmuz akşam 20.30’da başlayacak şekilde planlandığını öne sürmüştüm. Gerekçelerimi sıraladıktan sonra, “Peki akşam harekete geçecek şekilde hazırlık yapan cuntacıları kim örgütledi? Bu kadar akıl dışı bir kalkışma planını kim hazırladı? Amaç neydi? Askeri eğitim tarzı ve kurmay zeka içerisinde böyle bir darbe planının mantığı nedir? İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın bildiğini, gördüğünü koca koca paşalar, yılların deneyimli komutanları göremiyor muydu? Başarılı olma şansı son derece düşük olan prime-time darbe girişimine kim, niye kalkışır? Gece 03.00’te darbe olacakmış gibi hareket edenleri nereye koyacağız?” sorularını sıralamıştım. Bitirirken de “Bütün bunların cevabını, ihbarcı binbaşı O.K. etrafında bir sonraki yazıda vermeye çalışacağım.” demiştim.
Bugün kaldığımız yerden devam edelim.
CHP’nin son açıkladığı raporda da altı çizildiği gibi bu bir ‘kontrollü darbe’ydi. Alman Focus dergisi, 23 Temmuz 2016 tarihinde “Macht, Wahn, Erdoğan (İktidar, Hezeyan, Erdoğan)” başlıklı çarpıcı bir habere imza atmıştı. Habere göre İngiliz siber istihbarat servisi GCHQ (Government Communications Headquarters), darbe girişimi sırasında Türk hükümetinin telefon görüşmelerini, e posta ve diğer yazışmalarını tespit etmişti. Daha ilk saatlerde AKP hükümeti, “Darbe Fethullah Gülen’in üzerine yıkılsın” ve “Yarın tasfiyeler başlasın” emirleri vermişti. Bu haber, kontrollü darbenin ilk işaretiydi. Sonrasında zaten Almanya, İngiltere, ABD, AB ve NATO’dan da benzer değerlendirmeler gelmeye devam etmişti.
PSİKOLOJİK SAVAŞ BOYUTU AĞIR BASAN DARBE GİRİŞİMİ
15 Temmuz her yönüyle sıradışı bir darbe girişimiydi. Bir sabah, sokaklarda tank ve cemselerin dışında kimsenin olmadığı, hükümet üyelerinin derdest edildiği, televizyon kanallarında tek merkezden askeri bildirilerin tekrarlandığı bir Türkiye’ye uyanmadık. Onun yerine tuhaf bir şekilde yaz akşamının erken saatlerinde bir avuç asker tarafından Boğaz Köprüsü’nün tek taraflı trafiğe kapatıldığı, Genelkurmay’da komutanların enterne edildiği, tek bir AKP belde başkanının bile gözaltına alınmadığı, televizyonların MİT tarafından organize edilip darbe karşıtı yayınlar yaptığı, sivillerin öldürüldüğü, vatandaşların sokaklarda darbeci avladığı, minarelerden salaların okunduğu, F-16’ların alçak uçuş yaptığı, Meclis’in bombalandığı psikolojik savaş boyutunun ağır bastığı bir darbe girişimine şahit olduk.
Eğer emir-komuta zinciri içinde değilse o saatte kalkışılan bir darbe, kaçınılmaz olarak böyle bir netice verecekti. İşte ‘kontrollü darbe’ denilen şey, tam da yukarıda özetlediğimiz bu manzaraydı. Hepsi bu görüntülerin ortaya çıkması için tasarlanmış ve kurgulanmıştı. Ertesi sabah başlayacak kitlesel kırım için hazırlanmıştı bütün bu düzenek. Önceki gün Veysel Ayhan’ın yazdığı gibi “Erdoğan 249 şehit olmadan bunları yapamazdı.” Darbe girişimini Allah’ın lütfu olarak nitelemesi de bundandı. Darbeden 2 ay sonraki bir konuşmasında, “Bu sayede, normal zamanlarda yapamayacağımız birçok şeyi hamdolsun yapabilme imkânına, gücüne sahip olduk.” demesi de bundandı.
DARBENİN TAM DA AKŞAM VAKTİ VE BU ŞEKİLDE OLMASI GEREKİYORDU
Peki ya tam tersi olsaydı? Yani darbe girişimi akşam saatlerinde başlamamış olsaydı bu şekilde mi sonuçlanacaktı? Dolayısıyla Erdoğan bu imkâna kavuşabilecek miydi? Hiç şüphesiz ki hayır. İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın o sözlerini tekrar hatırlayalım: “Akşam 21.00’de darbeye kalkışılmaz. Bizim bildigˆimiz o mes¸hur darbeler, sabah 04.00’te, 05.00’te yapılan darbeler. O darbe oldugˆunda da Allah muhafaza, hiçbirimiz yerimizden kıpırdayamazdık”
Yine ilk paragraftaki sorulara dönecek olursak; peki akşam 20.30 sularında harekete geçecek şekilde hazırlanan cuntacıları kim örgütledi? Bu kadar akıl dışı bir kalkışma planını kim yaptı? Amaç neydi?
Doğal olarak aylardır herkes bunu sorguluyor. İşte bu sorulara mantıklı bir izahat getirilebilmesi için bir nedene ihtiyaç vardı. O gerekçeyi, ihbarcı Binbaşı O.K. sundu. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, 30 Mayıs’ta TBMM Komisyonu’na gönderdiği cevapta ne diyordu: “Aldığımız tedbirler sayesinde hainler paniğe kapılarak gece geç saatlerde yapmayı planladıkları işi öne aldılar. Böylelikle darbe akamete uğradı.”
Ne olmuştu da Genelkurmay Başkanı ‘sözümona’ bir takım tedbirler almıştı? Çünkü İhbarcı binbaşı O.K., saat 14.20’de MİT’e giderek darbeyi ihbar etmiş, Müsteşar Hakan Fidan da bu bilgiyi Genelkurmay’la paylaşmıştı. Akar da bunun üzerine bazı tedbirler alarak darbecileri paniğe sevketmişti. Senaryo bu şekilde. Yani o ihbar, bir anlamda o geceki ‘kontrollü darbenin’ ateşleyicisi, kinetiği rolündeydi. Pilot Binbaşı O.K.’nin zaten 2 yıldır MİT’e çalıştığı ve Alay içerisinde neredeyse herkesin bunu bildiği iddialarını da hatırda tutarsak bu parça daha anlamlı hale gelecektir.
Böylece ihbarın gereğinin neden yapılmadığı, Cumhurbaşkanı’na neden haber verilmediği, Erdoğan’ın darbe girişimini niye önlemediği, sivilleri neden sokaklara çağırdığı soruları da cevap bulmuş oluyor. Çünkü bu darbe girişimi zaten biliniyor ve bekleniyordu. İhbar, gereği yapılsın diye değil; akıldan mantıktan yoksun darbe harekâtına gerekçe oluştursun diye yapılmıştı.
Peki, darbe girişiminin gece 03.00’te başlayacağını söyleyen subayların ifadelerini nereye koyacağız? Sözgelimi Kara Havacılık Okulu’nda O.K. ile beraber görev yapan ve hatta birlikte uçacakları talimatlandırılan Pilot Yarbay Murat Bolat, “Darbe aslında 16 Temmuz saat 03.00’te olacaktı” diyor.
Oysa dünkü yazımızda da detaylandırdığımız gibi kalkışmanın akşam saatlerine göre planlandığını gösteren çok sayıda güçlü karine mevcut.
O GECE TEK BİR PLAN VE TEK BİR GRUP YOKTU
Şu durumda 15 Temmuz gecesi yaşananlar, buradan hareketle iddianamelere yansıyan bilgiler, ifadeler, mahkemelerdeki savunmalar ve 10 aydır yapılan değerlendirmelere bakınca şöyle bir fotoğraf ortaya çıkıyor: Aslında o gece tek bir plan ve tek bir ekip yoktu sahada. Kaba bir bakışla, birbirinden farklı 4 ayrı grubun varlığı göze çarpıyor. Bir; 15 Temmuz akşamı bu şekilde harekete geçirilecek olan mevcut cuntacı ekip. İki; Silahlı Kuvvetler’in gece 03.00’te Hulusi Akar’dan başlayarak emir-komuta zinciri içerisinde yönetime el koymasını bekleyen, o yönde bilgilendirilen ve buna göre pozisyon alan ekip. Bu aslında ölü bir plandı ve hiç gerçekleşmeyecekti. Sadece akşam yapılacak kontrollü darbenin izlerini flulaştırmak için üretilmiş bir ‘false flag’den başka bir şey değildi. Üç; aslında bir terörist saldırıya karşı emniyet görevini icra ettiğini zanneden, emir-komuta zinciri içerisinde hareket ettiği bilgisi ile yola çıkmış ve gerçeği ancak saatler ilerledikçe fark edip neye uğradığını şaşıran alt rütbeli, er veya öğrenci çoğunluk. Bunlar farkında olmadan kontrollü darbe için perdeleme vazifesi gördü. Dördüncüsü de ilk grup içerisinden tuzağı fark edip geri dönecekleri engelleyecek, bir şekilde harekâtın devamını ve sivil ölümlerini garanti altına alacak olan asker-sivil karışım.
Planlar ve gruplar arasındaki geçirgenlik nedeniyle ortaya tam da istendiği ve tasarlandığı gibi ‘karmaşık’ bir tablo çıktı. Onun için de hiç kimse aslında 15 Temmuz’da ne olduğunun cevabını tam olarak veremiyor. Bir yerini kapatsan başka bir noktadan açık veriyor. Çelişkiler ve soru işaretleri bütünüyle ortadan kaldırılamıyor.
Peki, bütün bu karmaşa içerisinde Gülen cemaati nerede yer alıyor? Hizmet Hareketi, 15 Temmuz’un neresinde? Bütün bu olaylar içerisinde hiç mi dahli yok? Buna da bir sonraki yazımda kendimce bir cevap vermeye çalışacağım.
Ahmet Dönmez / Tr724