Enes Cansever | Zaman Avustralya
Orhan Bey’le hukukumuz 1992’lere dayanıyor.
Orta Asya Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazandığı ilk yıllara.
O Kırgızistan’da bense, Kazakistan’da.
Çok sık görüşür veya mesajlaşırdık.
25 Mayıs’ta bana attığı son mesajı:
“Abi seni çok seviyoruz, dua”
Evet, ben de O’nu seviyor ve dua ediyorum.
Zira, mütebessim çehresi, yüreğinin derinliklerinden gelen sevgi, pek çok dostu gibi bizi de birbirimize bağlamıştı.
Orhan İnandı…
Soyadına muvafık bir portreydi o.
El hakk, inanmıştı.
İnanmış bir gönlün doygunluğu olsa gerek; sevgisi kâmil bir sevgi, dosta bağlılığı imrenir biriydi.
Orhan İnandı, inancıyla, ortaya koymuştu işlerini, bu inanmışlığıyla gönüllerde de sağlam bir yer edindi.
Kırgız halkının, öğrenci ve velilerinin de gönlünde apayrı bir yer edindiğinin göstergesi, Bişkek meydanlarını süsleyen binlerdir.
BUGÜNLERE KOLAY GELİNMEDİ…
Dile kolay…
Bu inanmayla yola çıkmasa, çeyrek asrı aşkın bir süredir, 27 yıldan beri Bişkek’in sıcağına-soğuğuna, nasıl göğüs gerecek, o toprakların insanına bu denli nasıl bağlanabilirdi?
Bozkırlarının bile; ayazına, kışına, yazına ve esen rüzgârına boyun büktüğü, sessizleşip, ıssızlaştığı, bir coğrafya.
Soğuklar, bir kırbaç gibi iner düzüne, tepesine buraların.
Bir zamanlar yokun da ‘yok’ olduğu topraklar…
Sabırlar, göğüs germeler, yoklardan gelinen bugünler…
Öyledir buralar. Petrol yok, yeraltı zenginlikleri sınırlı…
Standartlara göre, daha güzel ülkeler mesken tutulabilir, daha müreffeh devletlerin vatandaşlığı tercih edilebilirdi.
Öyle, böyle Kırgızistan’a gönülden bağlanmak, yokluklara talip olmak neyle izah edilebilirdi?
Orhan İnandı, tam inanmış, o inanmışlıkla ömrünü eğitime bağlamıştı.
Çünkü ona göre, tüm yokluklar; eğitimle, eğitimli insanla aşılabilir, insan zenginliğiyle, tüm yoksulluklara çözüm bulunabilirdi.
27 yıl önce bir bavulla varmıştı Kırgızistan’a.
Gün olmuş, binlerce gencin yetiştiği yüz akı eğitim kurumları, can bulmuş, can simidi olmuştu, yokluklar coğrafyasına.
Küçücük bavullara neler de sığmış, o bavullardan zengin bir dünya uç vermiş, ıssız bozkırlar canlanmıştı.
TANRI DAĞLARINA, TALAS VADİSİNE SEVGİ AŞILADI
Binlerce başarılı; gönlü, kafası aydınlık öğrenci yetişti.
Orhan İnandı, inancıyla 27 yılını mahrumiyetlerle, iyi, kötü günleri ardında bırakmıştı.
Bu kurumlar, Kırgız halkı ile el ele, gönül gönüle inşa edildi, can buldu, hayat buldu.
Dünyanın itibarlı ve şöhretli üniversitelerine yüzlerce Kırgız öğrenci yol buldu, yetişti; sonra da ülkesinin imarına koştu yinede.
Bozkırların çoraklığı ve ıssızlığına sevgi ve ümit taşındı, Tanrı Dağları‘nın sert ve amansız rüzgârları, sevgi ve mülayemetle yeniden harmanlandı.
Günümüzün Ayçürök”leri serpildi her yana.
Bu Ayçürekler, ülkelerinin her kuytuluğuna; bozkırına, sarp dağlarına, o dağların eteklerine, yamaçlarına yayıldı, ellerinde fenerlerle, aydınlık yarınların eğitmenliğini, öğretmenliğini yapıyorlar.
Kırgız halkıyla el ele, sadece gençler eğitilmedi.
Her kalbe, Kırgız çadırının motifleri gibi eşsiz güzellikler ve sevgi işlendi adeta.
Gönüllere çiçek, çiçek sevgi ekildi.
Tanrı Dağları’nın eteğinde, Manas’ın masallar ülkesi Kırgızistan’da; dört evladı da doğup, boy verdi Orhan İnandı’nın.
Nice gençleri ve gelinleri yola saldılar.
Yaşlılarını, bebeklerini buralara defnettiler, arkadaşlarıyla…
Bugünlere kolay, kolay gelinmedi.
KIRGIZ HALKI SON 5-6 YILDA YÜZLERCE AİLEYE KUCAK AÇTI
Bu sevgi karşılıksız kalmadı.
Tarihin çeşitli dönemlerinde zulümden ve zalimden yaka silkmiş ve bin bir endişeyle şefkatli limanlar arayanlar, muhakkak ki; kendilerine şefkatle kucak açanları bulmuşlardır.
Bunalanlar, böylesi serin çeşmelere ulaşıp, zalimlerin şerlerinden emin olmak istemişlerdir.
İşte Kırgızistan da böylesine; güvenli, şefkatli liman olmuştu.
Bilhassa Temmuz belası sürecinde, Kırgız halkı çok vefalı davrandı emektarlarına.
Anadolu’da zulümden kaçıp, göçüp gelenlere.
Kucağını ve kapılarını yüzlerce aileye açtı son 5-6 yıl.
Onun içindir ki; aralıksız, günlerdir Orhan İnandı’nın bulunması için sokaklarda geceleyin Kırgız halkı, örneğine nadir rastlanır bir mücadele veriyor.
Parlamento’da gündem yapıldı. Devlet yekililerine çağrılar yapılıyor.
HARAMİLER, BU SEVGİYİ KISKANDI, VERİLEN EMEKLERE GÖZ DİKTİ
Harami ve hak hukuk tanımazlar göz dikiyor bu emektar hayatlara; lakin Kırgız halkı, bugünlere kolay gelinmediğini, bunun bu kadar kolay olmayacağını terennüm ediyor.
Kirden, yalandan uzak, alın teriyle kurulan kurumlar; gözyaşlarıyla yoğrulan müesseseler, bugünlere rahat ulaşmadı.
İşte bu kadar güzellik ve özelliklere sahip Orhan İnandı’nın bu hizmetleri; gözü, gönlü kinle dolu birilerine, bu işin bu kadar kolay olmayacağını haykırıyor.
‘Kıskançlık ruhun hastalığıdır’diyor, İngiliz şair ve oyun yazarı John Drydenb.
Türkiye’deki siyasi cinneti, Orta Asya’nın demokratik ülkesi Kırgızistan’a taşıma gayretinde olan gözü dönmüş, ruh hastaları, Orhan Hoca‘yı kaçırdılar.
Kaç gündür haber alınamıyor.
AKP rejimi, MİT marifetiyle, yurtdışından eğitimcileri ilk olarak Myanmar’dan M.Furkan Sökmen’i kaçırmayla başlamıştı.
Myanmar’dan kaçırılan Furkan Sökmen gibi…
Pakistan, Malezya, Kosova, Moldova, Gabon, Moğolistan’da ve Kamboçya’da aynı şenaat ve denaet işlendi.
Geçen günlerde Kenya’da kaçırdıkları Selahattin Gülen gibi pırıl pırıl eğitimcileri.
Reyhan hanım, Bişkek’te dün yaptığı basın toplantısında, Kırgız halkının vefasına vurgu yaptı.
Onlara olan 27 yıllık güveni hatırlattı.
Bu ülkenin vatandaşı olan eşini, Kırgız halkından istedi.
Cumhurbaşkanı’ndan yardım istedi haklı olarak.
Hak, hukuk, kural, ilke tanımayanlarca kaçırılan Orhan Hoca’ya, işkence edilmesinden endişe duyduğunun altını çizdi.
Ömrünün 27 yılını bu ülkede geçirdiğini hatırlattı, Reyhan hanım.
Manas diyarında Aladağlar’ın eteğinde, güzel günlere şahit olduklarını, geçen günlerin hatıralarla dolu olduğunu ifade etti.
JOSEF STALIN’İN 20. ASIRDA YAPTIKLARI, BUGÜN MANAS DİYARINDA YAPILMAK İSTENİYOR
Evet, Kırgızların zengin maden ve petrol yatakları yoktu.
“Selvi Boylum, Al Yazmalım” adlı eserin müellifi?Cengiz Aytmatov var.
Aytmatov gibi dünyaca şöhreti bilinen bir edebiyatçıları, fikir adamları var.
Buna gölge düşmemeli.
Aytmatov’a kulak kesilmeliyiz bu vesileyle hiç şüphesiz.
Bugün Orhan İnandı‘ya yapılmak istenen, Stalin’in zulüm çarkını hatırlatıyor çünkü.
Josef Stalin, Orta Asyalılara kan kusturmuştu.
Kazak ve Kırgızların; “Bilge ve dâhi” diye ifade ettikleri çok sayıda aydını öldürtmüştü.
Kimini giyotinlerden geçirmiş.
Kimileri, sır olmuş, kimseler artık sesini, soluğunu duymamıştı.
Uygulanan siyasi katliamlar?(political repression) kelimenin tam anlamıyla, büyük bir dram olarak kabul edilir.
Aydınlar, bilim, düşünce ve fikir adamları bu kanlı çarkın kurbanları oldular.
1930’lu yıllardaki bu ‘etnik temizliğin’ tek gerekçesi;?Sovyet ideolojisi benimsetilirken, bu insanların engel olarak algılanması…
Kırgızlar, yeni zalimliklere alet olmamalı hiç kuşkusuz.
Diktatörce heveslerle bugün yola çıkanlara, bunları tekrarlatmamalılar.
Bizzat Aytmatov’dan dinlemiştim, yaşadıklarını, o an yaşarcasına anlatmıştı.
17 YIL ÖNCE AYTMATOV’UN ANLATTIĞI…
17 yıl önce. Uluslararası bir organizasyonda.
Yazar, gazeteci, fikir dünyasından katılımcılar vardı.
Kırgızların turizm beldesi,?Issık Göl‘deyiz.
“Avrasya’da Birlikte Yaşama Kültürü” başlıklı bir toplantı.
Ev sahibimiz, 1970’lerde yazılan ve filme alınan, Kadir İnanır ile Türkân?Şoray’ın başrollerini paylaştığı
Dünyaca tanınmış Kırgız Yazar, yaşlı gözlerle anlatmıştı olan biteni.
Yazar Sayın Harun Tokak,? yaşanan zulümden dolayı diyarı gurbette ruhunun ufkuna yürüyen Cemal Uşşak’ın da yer aldığı çok sayıda şahıs vardı.
Yazar Ömer Lütfü Mete’nin gözyaşları içinde Aytmatov’u dinlediğini bugün gibi hatırlıyorum.
Dile gelmiş, anlatmıştı, Stalin döneminin faşizmini.
Katılımcılar kulak kesilmişti Büyük Ustaya…
Aydınlarının hunharca yok edilişlerini, kahırla anlatıyordu.
‘Bir kınalı kuzunun şahadet haberi daha geldi’ denerek, köyün sokak ve meydanı ağıt ve feryatlarla çınlarmış adeta…
Stalin faşizmi, Cengiz Aytmatov’u, henüz 9 yaşındayken babasından ayırmıştı.
Okuduğumda kendimi büyük hüzün sarmalında bulduğum ‘Toprak Ana’?isimli romanı, bu zalimliğin geçidiydi adeta.
Stalin, baba Torekul’u, meşhur “1937 yılı kıyımı”nda, Kırgız milliyetçiliği suçlamasıyla öldürmüş, naaşı bile verilmemişti.
POSTACININ GETİRDİĞİ ÖLÜM HABERLERİ!
O yıllarda, doğduğu kasabada ilk ve orta eğitimini tamamlayan Cengiz; okuma yazması olduğundan?postacılık yaptığı o dönemlere hayalen bizi götürdü.
Mektupları hem teslim eder hem de okur; ama bir süre sonra, mektupların muhatapları, Cengiz’i elinde mektupla kendilerine doğru geliyor gördüklerinde, oldukları yere yıkılıverirlermiş.
Zira, artık o postacıdan ziyade, savaştan ölüm haberi getiren bir felaket olarak görülürmüş.
Bizler de Orhan Bey’in kaçırılması nedeniyle büyük bir endişe içindeyiz elbette.
Aytmatov’un postacısı gibi, kara haber dolaştıranlar istemiyoruz.
Kara haberler almak da…
İçimizi ısıtacak haberler bekliyoruz Kırgızistan yönetiminden…
KIRGIZ LİDERE DE, ORHAN İNANDI’YA DA KİNİN KAYNAĞI AYNI
Bugünler de Kırgızlara şirin gözükmeye çalışan münafıkların iki yüzünü gösteren utancıyla bitireyim yazımı.
Çok değil, sadece 5 yıl önce, dönemin Kırgızistan Cumhurbaşkanı, New York’taki BM zirvesine katılmak için aktarmalı geldiği İstanbul Havalimanı’nda rahatsızlanmıştı.
Günümüz Türkiye’si rejiminin mimarı, yıllarca kendine ‘Tayyip abi’ diye hitap ettiği, bir seçim galibiyetinde AKP’nin balkonunda konuşturduğu bu aziz misafirini zor günde, yüzüne tüm hastane kapılarını kapatmıştı .
Tedavi edilmemesi yönünde talimat vermişti.
Bunun üzerine uçağının yönü Moskova’ya çevrilmiş orada tedavisi sürdürülmüştü, Kırgız Cumhurbaşkanı’nın.
Bu zalimliğin sebebi; emekle ve gözyaşlarıyla kurulan Kırgızistan’daki Hizmet Hareketi mensuplarının emeğiyle kurulan eğitim yuvalarnın kapısına kilit vurmamasıydı.
Bugün de Kırgizistan’a şirin gözükmeye çalışmasının tek nedeni yine bu kurumları ele geçirmek.
Elde edemiyorsa, yok etmek.
Orhan Hoca’ya kin besleyenler, Kırgız lidere bu vefasızlığı yapanlar aynı zehirli düşüncenin eseri.
Dileğimiz, duamız: Sevinçli haberler yayılsın, sevinsin Orhan Hoca’nın gönüldaşları…
Bozkırları, sarp dağları yeniden şenlensin Kırgızistan’ın…