NUMAN YILMAZ YİĞİT - SAMANYOLUHABER.COM
Türkiye’de 17/25 Aralıkdan bu yana yaşanan bütün olumsuzluklarda AKP, tabanını ikna için HEP dini argümanlar kullandı. En zor da kaldığı zamanlarda fetvacılar hemen yetişti. Ne kadar garip değil mi? Laik bir ülke de dini referanslarla meşruiyet kazanmaya çalışmak? Bu kullanılan argümanlardan biri de ‘’Ulü’l emre itaaat farzdır’’argümanı.
AKP ,kültürel müslüman ağırlıklı kendi tabanına ,Recep Tayyip Erdoğan’ı sanki bir ‘’halife’’ gibi işleyerek ona itaat etmeyenleri isyankar dolayısı ile de ‘'katli vaciptir’ fitnesini saçtı. Zaten hizmete ve hizmet insanlarına karşı yapılan vicdansızca muameleleri yapanlara ‘’cihad, umre sevabı kazanma ‘’inancı verilmesi de, bu dini motiflerle sağlandı.
Kur’an'da Allah’a ve Resulüne itaattan bahseden ayette(Nisâ: 4/59) geçen Ülü’l Emr ve ona itaat konusu ,geçmişten bugüne üzerinde çok durulmuş ,çok tartışılmış bir konudur. Pek çok konuda olduğu gibi bu mevzuda da maalesef bir kısım çevreler meseleyi kendi çıkarları istikametinde yorumladılar. O halde bu meselenin doğrusu nedir?
‘’Ülü’l emr’’ne demektir? ‘’Ülü’l emr’’kimlerdir? ’Ülü’l emr’’e itaat farzmıdır?
Şimdi konu ile ilgili ayeti ele alalım:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin, sizden olan ülü’l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve Peygamber’e götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir” (Nisâ: 4/59).
Ayette açıkça görüldüğü gibi kendilerine itaat edilmesi mevzubahis olan üç zattan bahsedilmektedir. Bunlardan birincisi Allah(cc) ikincisi O’nun Resulü (sav) üçüncüsü de ‘’Ülü’l emr’’ diye ifade edilen kişi veya kişiler .Allah ve Resulüne itaat konusu zaten malum.
O halde öncelikle Ayette geçen’’ Ülü’l Emr’’ ne demektir? Onun üzerinde durmak gerekmektedir.
Ülü’l emr , kelime olarak ’’,İşin sahibi, işe vaziyet eden ,emir yetkisi olan ,buyruk sahibi’’ gibi manalara gelmektedir. Buna göre her hangi bir işi idare edene ’ Ülü’l Emr’’denildiği gibi (Casiye ,45/18)ayette geçen ‘’Emr’’kelimesinin esker müfessirlerce ‘’din’’ manasında ele alınmasına bakıldığında ,‘’Ülü’l emr’’e pekala ‘’Dini konulara hakim ,dini bilen’’ manası da verilebilir.’’Emr’’ ,’’iş’’ manasında ele alınacak olursa ,mutlak manada iş denilince ,Allah nezdinde en önemli iş, din ve dinle alakalı işler olduğuna göre ‘’Ülü’l emr’’,’’dine ve dine dair işlere hakim olma ‘’manaları verilebilir.
İkinci mesele ise ,acaba ‘’ülü’l emr’’ le kasdedilen kişiler kimlerdir? sorusunun cevabına değinmektir..
Elmalı Merhum ,Suyuti ve diğer müfessir hazeratından yaptığı alıntılarla bu konu hakkında şunları ifade etmektedir:
‘’Ebu's-Suûd, tefsirinde bütün bunları şu şekilde özetlemiştir. Ayette geçen "sizden olan ülü'l emr"den maksat raşid halifeler ve onlara uyan ve doğru hareket eden hakkı emreden idareciler ve adil davranan valilerdir. Zâlim idarecilere gelince, bunlar Allah'a ve Hz. Peygambere atf ile kendilerine itaat etmenin vacip olmasını hak etmekten uzaktırlar .
Ayette "ümera" buyurulmayıp "ülü'l emr" buyurulması dikkate değer bir husustur. Bu mânâ, amirleri ve hakimleri kapsamaktan başka gerçek anlamıyla (emir vermeye) sahip olmak ve işlerde başvurulacak kimse olmak mânâsını da içine alır. Buna göre sahabe ve tabiinden ilk müfessirler bu konuda bir kaç mânâ nakletmişlerdir:
1- Raşid halifeler,
2- yetin iniş sebebine göre küçük müfreze komutanları.
3- "Halbuki onu peygambere ve aralarında yetkili kişilere gösterselerdi, içlerinden işin içyüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu (haberin neye delalet ettiğini) bilirlerdi." (Nisâ, 4/83) âyetinin işaretiyle âyetlerden hüküm çıkarma gücüne sahip olan âlim ve fakihler olduğu zikredilmiş ve bununla emrin yalnız askerî ve sivil idarecilere ait olmayıp daha fazla kazaî (hüküm verme) ve teşriî (kanun yapma ile ilgili) yöne ait bulunduğu da gösterilmiştir. Bundan dolayı Ebû Bekr er-Râzî'nin de hatırlattığı şekilde gerek âyetin beyan uslubuna ve gerekse rivâyetlerin tamamına göre meseleyi daha geniş bir şekilde düşünmek gerekir. Bunun için Fahreddin er-Râzî bu gerçeği inceleyerek Allah ve Hz. Muhammed'den sonra toplumsal bir kural halinde kendilerine kesin olarak itaat etmek vacip kılınan emir sahiplerinden maksat, "erbab-ı hal ü akd" (işleri görüp sonuca bağlayan kimseler) denilen ve ittifakları bütün ümmeti temsil ederek Kur'ân ve Sünnetten sonra başlı başına bir şerî delil meydana getiren icma ehli olması lazım geldiğini, Allah ve Peygambere itaat etmekten sonra en mutlak itaatın ancak bu olabileceğini ve amirlere, hakimlere ve âlimlere itaatin de bunlardan biriyle ilgili olduğunu delil getirerek tafsilatlı bir şekilde açıklamıştır.(Elmalılı, Nisâ: 4/59 ayetinin Tefsiri)
Görüldüğü gibi ‘’ ülü’l emr’’ den kasdedilen sadece idareci ,devlet başkanı, sultan ,komutan gibi yönetici vasıflı kişiler değil, (Nisâ, 4/83)ayetinde ifade edildiği üzere tefsircilerin önemli bir kısmına göre Kur’an ve sünneti bilen, toplumun karşılaştığı problemleri bu iki kaynaktan buldukları çözümlerle açıklığa kavuşturabilen alim, fakih kişiler veya bunlardan oluşan bir heyettir.
‘’Ülü’l emr’’denildiği zaman bir görüşe göre’’ idareci ‘’diğer görüşe göre ise ,gerçek ‘’alim/ulema’’ anlaşılması, bu iki sınıfın ‘’ülü’l emr’’lik vazifesini beraber götürmek zorunda olduklarını göstermektedir.. İdari işlerin Allah ve Resulünün buyrukları doğrultusunda olabilmesi ancak bu şekilde mümkün olabilir. Tabi ki alim ve ulemanın ,hükümdara ,saraya değil, Allah ve Resulüne biat eden alim/ulema olması kaydı ile.. Çünkü bir de ilmini dünyevi menfaatler için kullanan ’’Ulema-üs Suu’’,kötü alimler var maalesef.
Üçüncü olarak ise ’Ülü’l emr’’e itaat farzmıdır? sorusu üzerinde durmak gerekmektedir.
İdarecilere itaaatın farziyeti ise onların Allah ve Rasülünün itaat çerçevesindeki emir ve icraatları ile sınırlandırılmıştır.Elmalılı merhum(Nisa 4/59)ayetinden hareketle bu mevzu ile ilgilide şunları ifade etmektedir:
‘’Ey iman edenler! Allah'a itaat ediniz ve Allah'ın elçisine (Hz. Muhammede) itaat ediniz. Sizden olan emir sahibine (idarecilere) de itaat ediniz. Dikkat etmek gerekir ki Allah ve Resulü hakkında "İtaat ediniz" diye mutlak itaat açıkça söylendiği halde, emir sahipleri (idareciler) hakkında "Ülü'l emre itaat ediniz" buyurulmayıp bunlara itaat etmek Peygambere itaata atfedilmiş ve yalnız Peygambere itaat etmeye tabi olarak emredilmiş ve bu şekilde tabi olma altında itaat etmenin hem aynı kuvvetle kayıtsız olarak gerektiği gösterilmiş, hem de isyan edilen şeyler de bu hükmün dışında bırakılmıştır. "Allah'a isyan hususunda hiç bir mahlukata itaat edilmez". Aynı şekilde "İyi ve faydalı şeylerde itaat edilir." hadis-i şerifleri de bunu açıklıyor. Şu halde amirin her emri, memuru sorumluluktan kurtarmaya yetmez. Diyelim ki, bir memur amirinin emri ile rüşvet alsa veya hırsızlık yapsa sorumluluktan kurtulamaz. Bu mefhum, amirin kanuna aykırı olan emri memuru sorumluluktan kurtarmaz, diye de ifade olunur. ‘’ .(Elmalılı, Nisâ: 4/59 ayetinin Tefsiri)
Evet dinimiz de ‘’ ülü‘l emr’’e,yani adaletli,işin ehli ,Kuran ve sünnete bağlı idareci ve devlet başkanına itaat Kuranın bir emridir. Bunda her hangi bir şüphe tereddüt söz konusu değildir.Fakat aynı şekilde fasık ve zalim ,işinin ehli olmayan ,Kuran ve sünnnete muhalif işler yapan idareciler ise bu hükmün dışındadırlar.
Bütün bunlarla beraber şu hususların da hatırlatılmasında yarar var.
Öncelikle bilindiği kadarıyle Türkiye de ilan edilmiş bir ‘’şeriat devleti’’ve onun başında da hilafetini ilan etmiş bir halife yoktur. Türkiye ,tüm kurum ve kuruluşları , yapısı, sistemi ,anayasa ve kanunları ile halen laik devlet anlayışına göre yönetilen bir ülkedir. Bu açıdan islami bir yönetim var da birileri de bu yönetime ,seçilmiş halifeye itaat etmiyor gibi bir algı oluşturmak sonra da bu algıya hükümler bina edip vicdanları teskin etmeye çalışmak ,hem halkın saf dini duygularını suistimal etmek hem de onları aldatmak demektir.
Bu 17/25 Aralık,15 Temmuz sözde darbe süreçlerinde yöneticilerin içine düştükleri ve alenen işledikleri fiillere bakıldığı zaman bunların hem hukuki olarak suç hem de dini olarak günah ,haram fiiller olduğu maalesef apaçık görülmektedir. Bu suçları kanuni vazifesi gereği takip eden görevli kişiler hem vatandaşa hem de vicdanına karşı vazifesini yapan kimselerdir. Bu memurlar vazifelerini yapmadıkları takdirde ,hukuk nezdinde suçlu duruma düşecekleri gibi demokratik bir ülkede gerçek manadaki patronları olan vatandaşa karşı vazifelerini yapmadıklarından dolayı da kul hakkına tecavüz günahı işlemiş ahirette de sorumlu olmuş olacaklardı. Onların bu görevlerini yapmaları anayasal, kanuni dini bir görev olduğundan bu katiyyen itaatsizlik olarak değerlendirilemez
Suç ve günah olan pek çok fiili müslümanlık adına yaptığını iddia ederek dine ve dini hayata zarar veren kimseleri uyarmak yine dinin ,dindarlara yüklediği bir sorumluluktur. Emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker yani iyilikleri emretme ,kötülüklerden sakındırma ,seviyesine göre her müslüman için Kuranın emri olan bir farzdır. Zulmeden haksızlık yapan insana ,be tahsis idareciye, zulmettiğini söylemek en büyük fazilettir. “Cihadın en faziletlisi zalim sultana karşı hakkı söylemektir.”(Ahmed b. Hanbel, Müsned; Hâkim, Müstedrek)
Demokrasi ve hukukun üstünlüğünü benimseyen ülkelerde bütün memurlar ,buna üst düzey yöneticiler de dahil ,anayasa ve hukuka bağlılığa yemin etmişlerdir ve onlara bağlı çalışırlar. Ondan dolayıdır ki bu ülkelerde yargı gibi bağımsız çalışan kurumlar pek çok devlet başkanının ,işledikleri hukuksuzluktan dolayı ,onların yargılanmasını sağlamışlardır. Dolayısıyle demokrasinin, hukukun hakim olduğu ülkelerde lidere mutlak bağlılık diye bir şey söz konusu değildir. Lidere mutlak bağlılık ,malesef demokrasinin ,hukukun üstünlüğü ilkesinin tam olarak yerleşmediği coğrafyalardaki toplumlara ait ,ictimai bir problemdir. Madem Türkiye de bir şeriat devleti ,kendini halife ilan etmiş bir halife yoktur o halde demokratik bir sistemin başında duran- Türkiye ‘deki de demokrasi ise- görevli başkana veya cumhurbaşkanına mutlak itaattan bahsetmek abestir. Dinimizde de böyledir.Çünkü gerçek demokrasiler de her vatandaş maaşını vergisinden ödediği yöneticilerin yanlışlarını söyleyebilir, söylemelidir de.Bu idarecilere karşı bir itiraz veya isyan değil insanlık ve vatandaşlık vazifesidir.