Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, pazar günleri yayınlanan köşesinede, yeni yıla sayılı saatler kala 'Ne Çabuk da Geçti Yıllar' başlığıyla bir yazı kaleme aldı.
Ne Çabuk da Geçti Yıllar Bir yılın daha son günleri… Pırıl pırıl bir İskandinav akşamında eşimle yürüyorum. Sokaklar bize tahsisli gibi tenha… Adımlarımız ağır. Evlerin önleri, camları, ağaçlar ışıl ışıl… Güneşe hasret İskandinav ülkeleri kışın kasvet ve karanlığını bu ışıklarla aydınlatmaya çalışıyor. Gökyüzü pırıl pırıl. Mehtap bütün sevecenliği ile gülümsüyor. Ne çabuk da geçiyor yıllar. Kutup yıldızına yaptığımız yolculuklar… Cami kürsülerinden, minare gölgelerinden yükselen sesle tanıştığımız İzmir günleri… Gecesinde ayrı, gündüzünde ayrı koştuğumuz Akdeniz sahilleri… Sonra Şark’ın güzel insanları ile geçirdiğimiz yıllar. Genç cumhuriyetin başkenti Ankara günleri… İstanbul günleri ise unutulur gibi değil. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın herkesi ve her kesimi kucakladığı İftar Sofraları, Hoşgörü Geceleri, Abant ve Diyalog Avrasya Toplantıları unutulmaya yüz tutmuş yaz rüyaları gibi. Bülent Korucu’nun dediği gibi şimdiki nesillere anlatsak ‘Bunlar gerçekten yaşandı mı?’ diyecekleri türden güzellikler harmanı. Bir zamanlar güzel ülkemizde çok güzel toplantılar, çok güzel geceler oluyordu. Yılbaşı ışıkları, elimden tutup o güzel gecelerden birine götürüyor beni. 1997’nin son günleri… Anadolu insanı Türk Okulları’yla Asya ve Afrika baharını hazırlarken, içeride fikri ve ideolojik hareketler hala kendi eylemlerini sorguluyordu. 1960’lı ve 1970’li yıllar boyunca süren sağ-sol çatışmaları sadece meydanlarda bitmişti. Kafalar, zihinler, beyinler, ideolojik duvarlarla örülü idi. Birilerinin çıkıp güçlü ve inandırıcı bir sesle iç barış için bir çağrıda bulunması gerekiyordu. O günlerde en güçlü ve inandırıcı ses Hocaefendi’nin sesiydi. Zira dünya çapında kendini göstermiş bir projenin mimarı idi. İşte bu düşüncelerle 1994 yılında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı kurulmuş ve Hocaefendi, vakfın onursal başkanı olmuştu. Hizmet Hareketi, kendi kozasından çıkıyor, farklı ufuklara kanat çırpan bir kelebeğe dönüşüyordu. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın 1996 başında gerçekleştirdiği Hoşgörü Ödülleri Gecesi, toplumun, laik-anti laik, Kürt-Türk, Sünni-Alevi gibi kamplara ayrıldığı, ülkenin parçalanmış bir kristal haline geldiği o günlerde yeniden bir sevgi ve hoşgörü toplumu oluşturma yolunda atılmış büyük bir adım olmuştu. Fethullah Gülen Hocaefendi ile Prof. Dr. Toktamış Ateş'in birbirine kenetlenen elleri gecenin en anlamlı fotoğraflarından biri olarak hafızalara kazınmıştı. 1997 yılının sonlarına gelindiğinde 28 Şubat rüzgârları fırtınaya dönüşmüştü. Vakıf, yeniden sertleşen ortamı bu defa da “Ulusal Uzlaşmaya Teşvik Gecesi’’yle yumuşatmaya çalışmak istiyordu. Böyle bir geceyi gerçekleştirmek hiç de kolay değildi. Zira o günlerde Hocaefendi ‘Batı Çalışma Grubu’nun irticai faaliyet gösterenler listesinde çoktan yer almıştı. Milli Güvenlik Kurulu’nun kara listesindeydi. Hocaefendi, kendisine karşı yapılanlardan dolayı o kadar incinmişti ki 24 Aralık 1997 tarihli Hürriyet gazetesinde okulları devlete devredebileceği yazılıyordu. Yani “Ulusal Uzlaşma Gecesi’nden sadece üç gün önce. Erbakan Hoca baskılar sonucu başbakanlığı bırakma zorunda kalmıştı. Askerler ayaktaydı. Refah Partisi’nin kapatma davası Anayasa Mahkemesi’nde sürüyordu. Böyle gecelerin en zor yanlarından biri Hocaefendi’yi ikna etmekti. Halbuki Hocaefendi’nin eliyle sayın Demirel’e ödül verdirerek Ankara’daki havayı biraz olsun yumuşatmaktı, muradımız. Toplantıdan bir önceki akşam Altunizade’deki ikametgâhına uğradığımda geceyle ilgili kendisine bilgi verdim. “Benim dışımda herkes katılıyor.” dedi. “Siz katılmayacaksanız geceyi iptal edelim.” dedim. “Neden?” “Siz ev sahibisiniz.” Sustu… Kim bilir neler düşünüyordu. Cumhurbaşkanı Demirel’i bütün bütün sıkıntıya mı sokarız, olaylar daha mı alevlenir? Belki de biz ısrarcı mıyız değil miyiz, onu test ediyordu. 1997’nin son günleri idi… Yılbaşına hazırlanan İstanbul ışıl ışıldı. Harbiye’deki Hilton Oteli’nin görkemli salonu tıklım tıklım doluydu. Salonun en önünde Sayın Cumhurbaşkanı Demirel ve Hocaefendi yan yana oturuyorlardı. Bu yan yana duruş çok değerliydi. Ankara’dan esen sert rüzgârlara karşı, bir sahiplenme bir dik duruştu bu. Gürkan Vural kardeşimin barkovizyon gösterisiyle ‘Ulusal Uzlaşma’nın tatlı atmosferi geceye katılanları yoğun bir şekilde sardığı dakikalarda ödüller de birer birer sahiplerini bulmaya başladı. Sakıp Sabancı, Üzeyir Garih, Aydın Doğan, Hülya Koçyiğit… Prof. Dr. Nilüfer Göle, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Sami Yıldırım, Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. İhsan Doğramacı, Prof. Dr. Şerif Mardin… Hikmet Çetin, Bülent Ecevit… Ödüllerini alanlar kısa kısa konuşmalar yaptılar. Yıllarca Özel Yamanlar Koleji’nde genel müdürlük yapan Sezen Aksu’nun babası Sami Yıldırım, Cumhurbaşkanı’na hitaben yaptı konuşmasını: "Cumhurbaşkanı’mızın huzurunda söylüyorum ki bu okullarda Milli Eğitim’in amaçlarına uygun başarılı, ahlaklı öğrenciler yetişmektedir." Prof. Dr. Halil İnalcık, Hocaefendi’ye hitaben yaptı konuşmasını: "Muhterem Hocaefendi! Moğolistan’daki okulları Sayın Cumhurbaşkanı’yla ziyaret ettik. Öğrenciler Türk bayraklarıyla karşıladılar, İstiklal Marşı'nı söylediler. Gözyaşlarımızı tutamadık. Bu başarı için sizi candan tebrik ederim." Nazlı Ilıcak’ın çeliğe su verir mahiyetteki konuşması hem Cumhurbaşkanı’na hem de Hocaefendi’ye hitabendi: "Ben, Sayın Cumhurbaşkanı'nın burada olmasını, bir çirkinliği ve bir hatayı düzeltme gayreti olarak görüyorum. Sayın Demirel'in burada bulunması, Fethullah Hoca hakkında Ankara'da ileri geri konuşanlara cevap niteliğindedir. Muhterem Hocam! Sayın Demirel'in Zincirbozan'dan bana yazdığı iki cümleyle hitap etmek isterim: "Kamer esna-i zaafında bile müşarün bi'l benan olmuş!" (Ay en zayıf halinde bile ‘işte orada’ diye parmakla gösterilir.) ‘Bir gece daima iki gündüz ortasındadır.’ Muhterem Hocam! Siz de bütün söylentilere rağmen ayaktasınız." Gecenin sonunda Demirel, en büyük ödül olan "Devlet Adamlığı Ödülü"nü Hocaefendi’nin elinden aldı. Ağır meyve yüklü dalları andıran Hocaefendi’nin kısa konuşması gönüllerde ufuklar açtı; "Günümüzün en büyük devlet adamı, demokrasi ve uzlaşmanın kahramanı Cumhurbaşkanı’mıza gönüllerimizden kabarıp gelen en samimi duygularımızı bir buket yapıp sunmak isterdik. Ama neylersin ki bunu yapmak elimizden gelmez.'' Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel geceye son noktayı koydu; "Sayın Gülen'e fevkalade veciz sözlerinden dolayı teşekkür ediyorum. İbret dolu, ders dolu bir geceydi. Tarihimizin derinliklerinden gelen direktifleri hatırladık. Hoca Ahmet Yesevîleri, Hacı Bektaş-ı Velileri hatırladık. Bunlar bizim büyük medeniyetimizin mimarlarıdır. Hep barış içinde yaşamayı, birlikte, beraberlikte olmayı bize tavsiye etmişlerdir. Bu ülkenin insanları -hangi kökenden gelirse gelsin- bin sene içinde bu toprakları vatan yapmışlardır. Ona sahip oldukları sürece mutlu olmuşlardır. Sizi birbirinize düşürmek isteyenler olursa karşı çıkın. Hangi inançtan, hangi etnik kökenden gelirseniz gelin, hepiniz bu yüce milletin ferdisiniz. Devlet sizindir. Bedeli ecdadımız tarafından ödenmiştir. Gelin birbirimize sarılalım. Bu istikametteki gayretleri hep takdirle karşıladım. Bu tören çok öğretici olmuştur. Gönül isterdi ki bu töreni Türkiye'de herkes izleyebilsin. Bu ülke bize emanettir. Biz bu emaneti bizden sonra gelecek nesillere götüreceğiz. Dost arıyorsak, bize dost kendimiziz. Kendi kendimizi yıpratmazsak bizim bileğimizi kimse bükemez. Yüzde 99,9'unun Müslüman olduğu milletimizin her ferdi hep barış ister. Çünkü Müslümanlık barış dinidir ve barış tavsiye eder. Türk milletinin birliğini, dirliğini güçlendirecek bu akşamki gibi hareketlerin hepsinin de yanındayım. Ben bu ülkenin her köşesinin ve her kişisinin cumhurbaşkanıyım.” Gecenin sonunda Cumhurbaşkanı Demirel arabasına binerken, “Harun Bey! Bu tür geceler çok önemli, bunları çoğaltalım.” dedi Bir yılın daha son günleri… Pırıl pırıl bir İskandinav akşamında, ıssız bir sokakta eşimle yürüyorum. Geçmişin o güzel günlerini düşünüyorum. Adımlarımız ağır. Evlerin önleri, camları, ağaçlar ışıl ışıl… Ülkenin başındakiler her kişinin ve her köşenin cumhurbaşkanı olduğu günlerde güzel ülkemizde güzel toplantılar oluyordu. Bugün 29 Aralık… Benim doğum günüm. Hayat iki vagonlu bir teleferik gibi… Biri yukarılara doğru tırmanırken diğeri yokuş aşağı iniyor. Bir yanımız artarken bir yanımız eksiliyor. Bir İskandinav gecesinde sanki bütün sokaklar bizim için süslenmiş, bize tahsisli gibi tenha. Geceye gülümseyen ışıkların arasında yürüyoruz. Yılbaşı ışıkları bize neler söylüyor neler… “Bir nehir gibi akıp giden ömrünüz, hedefine yaklaştıkça coşan şelaleler gibi bir gün sonsuz okyanuslara düşerek karışıp gidecek. Aslında ömür dediğiniz şey bütünüyle ölüme yürüyüş değil mi?” Bazı evlerin önlerinde mumlar yanıyor. Az ilerde bir yerlerde sanki büyük bir meydan savaşı veriliyor gibi. Havai fişekler, ağzından alev saçan ejderhalar gibi başları yıldızlara doğru uzanıyor sonra da salkım salkım dökülüyor. Bir yılın daha sonundayız. Ne çabuk da geçiyor yıllar!
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.