Bahaddin Gürsoy Bey anlatıyor:
“1968’de Van’daki (Risale-i Nur davasından dolayı devam eden) Mahkememize Avukat Bekir Berk Ağabeyle girdikten sonra, Iğdır’daki bir Mahkemeye gitmiştik. Gece Erzurum’a dönecektik. Bekir Ağabey, ani bir karar ile Rus Hudut Karakolu’ndan geçmemizi istedi. Bizi Karakolun önünde durdurdu. Askerlere selam verdi. Türk ve Rus askerleri, karşı karşıya nöbet tutuyorlardı. Askerlerimize önce Kıbleyi sordu. Orada ikişer rekat namaz kılmamızı söyledi. Namazdan sonra ben Nazım Gökçek ve İshak Övet ile birlikte yaptığı duaya ‘Âmîn’ dedik. Komünizmin yıkılması, esaret altında olan Müslüman soydaşlarımızın hürriyetlerine kavuşması için dua etti ve hep birlikte ‘Âmin’ dedik. Gece karanlığında sanki dağ ve taşın da bizimle ‘Âmîn’ dediğini hissettik.
“Yine o yıllarda Bekir Ağabey, bir grup kardeşle Trabzon’a gelmiş, oradan da bize uğramışlardı. Arsin Merkez Camiinde kıldığımız namazdan sonra Rize’ye hareket ettik. Cami cemaatinden Halk Partili bir komşumuz, Jandarma Komutanlığına şikayet etmiş; ‘Bahattin Gürsoy’a gelen misafirler din devleti kuracaklar!’ diye.
“Bunun üzerine Jandarma gelip evimizi kuşatma altına almış. Nereye gittiğimizi sorduklarında ağabeyim ters istikameti işaretleyerek, Trabzon tarafını göstermiş. O gün bizi yakalayamadılar. Bir gün sonra döndüğümüzde evi tekrar sarıp bizi Karakola götürdüler. Serde Karadenizlilik de var! Karakol Komutanına çok sert çıkmıştım: ‘Sen ne hakla baskın yapıp misafirlerimizle bizi buraya getiriyorsun? Bu zat, Türkiye’nin en tanınmış avukatlarından Bekir Berk’tir. Bu yaptığını senin yanında koymayacağım!’ İlçenin de ileri gelenlerinden olduğumuz için, Komutan özür dileyip bizi serbest bırakmak sorunda kaldı.
“Müslim Selçuk ve arkadaşlarının mahkemesi vardı. Bekir Ağabey yine Trabzon’a gelmişti. Trabzon Siyasî Şube Başkomiseri Mustafa Bey, Bekir Ağabeyin dayısının oğluymuş. Bekir Ağabeyin geldiğini haber alınca gelip kendisiyle görüştü. Ayrılırken, ‘Yolculuk buradan nereye Bekir Bey?’ diye sordu. Bekir Ağabey de yakını olduğu için güzergâhını söylemekten çekinmedi. ‘Erzurum’a gideceğiz.’ dedi.
“Akşam saatlerinde Erzurum’a doğru yola çıktık. Gümüşhane’ye yakın gece yarısı yolumuz Jandarmalar tarafından kesildi. Bizi karakola aldılar. Kimliklerimizi alıp tutanak tutmaya başladılar. Bekir Ağabey, Jandarma Komutanına hitaben: ‘Ben Avukat Bekir Berk, yardımcım Bahattin Gürsoy. Arabayı Trabzon’dan kiraladık, Erzurum’daki duruşmaya gidiyoruz. Bizi eşkıya mı sandınız da yolumuzu kestiniz?’ dedi. Jandarma Komutanı, Bekir Ağabeyden etkilendi ve özür diledi: ‘Ne yapayım Bekir Bey, Trabzon’dan Baş Komiser Mustafa Bey arayıp bana talimat verdi!’ dedi. Mustafa Bey, Bekir Ağabeyin sadece yakını değildi. Aynı zamanda İstanbul’da Polis Kolejinde okurken Bekir Ağabeyin annesinin iyiliğini görmüş, yanında kalmıştı. Yapılan bunca iyiliklere karşı bir yakının bu derece nankörlük etmesi, Bekir Ağabeyi çok üzmüştü. Daha sonra bu olayı annesine anlatmış, annesi de ona beddua etmiş. Çok geçmeden o komiser vefat etmiş!
“1967’de kiraladığımız bir minibüsle Van’da Üstadımız için okutulan mevlide gittik. Mevlit, Erek Dağı eteğindeki Çorovanis köyünde idi. Mevlidin bitiminde Av. Gültekin, Rahmi Erdem, Selahattin Akyıl, Erol Kuralkan, Müştak Zerrekli, Mustafa Ateşmen ve Müslim Selçuk, Emniyet tarafından ifadeye çağrıldılar. Müslim Selçuk Ağabeyin üzerinde bir teyp kaseti çıkmıştı. İçinde Kur’an ve Risalelerden pasajlar vardı. O yaşlı olduğu için ‘Kaset benimdir.’ deyip, onun yerine ben içeri girdim. Hapiste tam 205 gün kaldık.
“Mahkememizin sonlarına yakın bir duruşmada Savcı, İslam’a, Kur’an’a, Üstad’a hakaret dolu ifadeler sarf etti. Hakkın müdafii Bekir Ağabey yerinde duramadı. Bir ok gibi ayağa fırladı: ‘Sayın Savcı!’ dedi. ‘Sen kimin ağzıyla konuşuyorsun? Lenin’in ağzıyla mı, Mao’nun ağzıyla mı? Sen galiba buranın İslam diyarı olduğunu unuttun!’ Çok ağır bir konuşma idi. Savcı dayanamayıp Mahkeme Salonunu terk etti.
Raif Abdünnur Keseli diyor ki:
“1971’den sonra yapılan plan gereği bu güçlü Avukatın saf dışı edilerek mahkûmiyetlerin devamını sağlamak plânı yapılmıştı. Bu maksatla Bekir Berk’e gıyabî tutuklama kararı çıkartıldı. Ardından meşhur İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi başladı.
Ali Ulvi Kurucu Ağabey, 1950’de Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenazesinde duyarsız İktidara karşı protestoda bulunan gençlerin şahlanışı ile ilgili şunları söylüyor:
“Yakalanan gençlerin başında bir genç vardı. Gözlüklü, kravatlı, tığ gibi, ince uzun boylu. Bir gün sonra çıkacak gazetede resmini basarak teşhir etmek isteyen gazetenin foto muhabirine dönmüş bakıyor; ‘Beni bir zalim gibi… cani gibi âleme göstermek mi istiyorsun?’ der gibi. Öyle bir sima ki, gencin siması, Yavuz Selim’in atı gibi; gem filan vurulmaz ona. Acayip bir sima. Aşık oldum gencin simasına, bakışına! (…) İçimde duygular, hisler galeyana geldi. Coştum, ilk şiirimi kaleme aldım. Bu şiirin ismini de, ‘ASİL GENÇ’ koydum.”
Hayatını davasına adayan adamlar için her zaman bu çeşit sıkıntılar, süreçler söz konusudur. Bunların hepsi de hayra çıkar, bütün karanlıklar da aydınlığa…
Safvet Senih