SAFVET SENİH - SAMANYOLUHABER.COM
EŞ SEÇME MESELESİNDE GÖZÜNÜZLE DEĞİL KULAĞINIZLA
M. Fethullah Gülen Hocaefendi “Çekirdekten Çınara” kitabında Eş Seçme konusunda şunları söylüyor:
“İzdivaç, baştan ârızasız yapılmalı. Hissi olmamalı, makul olmalı. Melâhate (yüz güzelliğine ) kapılmamalı.”
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin birinci talebesi, ihlasta birinci dediği Hulûsî Bey diyor ki: “Aman kardeşler evlenirken gözünüzle değil; kulağınızla karar veriniz. Çünkü gözünüze, boyu bosu, endamı, gözü kaşı çok câzip gelebilir… Eğer bu câzibeye kapılıp giderseniz, başka cihetler aklınıza gelmez; hayat boyu sıkıntı çekersiniz. Ama sizi sevenler araştırır ve sana doğru bilgi getirerek karar verirsen; doğru kararı kulağınla almış olursunuz. Mesut olursunuz.” Evet hissi olmadan, makul şekilde, âhireti de düşünerek alınan kararla, daha hayırlı ve güzel yere varıp ukbâ saadetine ulaşmak mümkün olur. Hayat tek başına götürülemez. Her şey paylaşılmalıdır. Çok mantıkî olmalı, his yerine akıl ön planda olmalı… His ve duygulara arkadan yer verilmeli…
(Biraz Halil Hocamızın diliyle konuşayım: Bu işler YENGE-DENGE meselesi… Bu dengenin kurulabilmesi için de: Yengeler de kendi aralarında dinî sohbetler yapmalı. Eğitim hizmetlerine destek vermeli. Bu güzel faaliyetler, bazı yanlışlıklara firen olur. İnsan hizmette zihnen, fikren ve bedenen yorulursa aile içinde kavgaya takat kalmaz.)
“Maalesef neslimiz, ne tasavvuf terbiyesi, ne mektep âdâbı ne kışla disiplini aldı. Sadece bedenen besledik. Mânevî beslenme olmadı. Aslında erkek-kadın herkesin ilk baştan EVLİLİK SERTİFİKASINA ihtiyaç var. Evlilik ve çocuk yetiştirme ile ilgili en ince bilgiler ve detaylar öğretilmeli ve insanlarımız eğitilmeli. Evlilik sertifikası almayanlara “EVLENEMEZSİN” denilmeli.
“Evet bizim toplumumuz çeşitli terbiye kaynaklarından mahrum bırakıldı. Meselâ Osmanlı entelektüelinin yetiştiği Enderun terbiyesinden… Tekkeler, zâviyeler terbiyeye açık rıhtım ve rampa idi… İnsanlar, veli nedir, Allah dostu nedir, onların huzurunda nasıl durulur, nasıl oturulur, bu terbiyeden mahrum kaldık. Tabii bunlar yüce bir gaye ile beslenmezse insanlar; orada, ‘Of!’ der; burada ‘Puf!’ der… Aynen askeriyede ‘hazır ol’ ve ‘rahat’ komutlarına uyum sağlama yanında yüce bir gaye ile beslenme olduğu gibi… Eğer böyle ulvî bir gaye yoksa, o zaman mutlak bir hayır beklenemez.
(Şimdi siz eğitim yuvalarında hiç vazifelerini öğretmeden, hep anası-babası ve öğretmenleri üzerindeki haklarından bahseder, ölçüsüz, dengesiz hayvanî bir hürriyet telkin edip “Hür ol, özgür davran!..” derseniz, toplumun bir kesimi bir kesimine karşı hayasız, terbiyesiz, hak-hukuk tanımaz bir havada yetişmiş olur. O zaman mükemmel fert bulmak, çok zor olur.)
“Ayrıca biz, bir toplum ve bir câmia içinde yaşıyoruz. Çok değişik fıtratta insanlarla beraber oluyoruz. Öyle ya Allah onların kimisini şuradan kimisini buradan bir araya getirmiştir. Elbette yıldızları barışanlar olduğu gibi barışmayanlar da vardır. Sanki itilip bir araya getirilmişiz. Aramızda duygu ve düşünce birliği var. Hac ibadetinde bir araya gelme gibi… Herkesin güzel fikirlerinden toplum istifade etmeli. Allah korusun eğer bir beyin kanaması geçirilirse, o toplumdan istifade edilemez.”
“Evliliğe teşebbüs edecek kimsenin düşüneceği ilk husus, kendi duygu ve düşüncesine uygun bir eş araştırmaktır. Şimdilerde pek çok genç bu hayatî işi sırf hisleriyle değerlendirmekte ve sokakta, çarşıda, pazarda tanıştığı biriyle hemen yuva kurmaya çalışmaktadır. ‘Nedir, ne değildir, evlenme ve yuva kurma mantığı nasıldır?..’ gibi mülâhazalar göz ardı edilerek gerçekleştirilen izdivaçların bir felâket getireceği açıktır. Oysa ki, kendileri dışında konuya daha farklı bir gözle bakan, daha başka hesap ve kıstaslarla değerlendiren kimselerin reylerine, görüşlerine müracaat edilebilirdi ve yararlı da olurdu.
“Bazen böyle hissî bir mülahaza ile gerçekleştirilen bir evlilik, CENNET KÖŞESİ telakki edilen yuvayı bir cehennem çukuruna çevirebilir. Bildiğimiz, tanıdığımız bir çok insan vardır ki, bunların dînî salâbeti, aşkı, heyecanı bizce müsellemdir ama, bu mevzudaki münasebetsizlikten veya bir hesapsızlıktan dolayı bütün hâne halkı derin bir bunalım içindedirler ve âdeta kaos yaşamaktadırlar.
“Böyle bir ailede, çekişme ve sürtüşmelerin ardı arkası kesilmez. Erkek dinini yaşamak ister, kadın rahatsız olur. Bunun aksi de her zaman söz konusudur. Dolayısıyla da böyle bir ailede kadın ve erkek hiçbir vakit vahdet teşkil edemezler, yuvayı paylaşamazlar, aksine hep farklı kutuplar gibi yaşarlar. Böyle bir ailede birbirine zıt iki çeşit kitap, iki çeşit gazete okunur, iki çeşit hikaye anlatılır, iki çeşit ait toplantısı yapılır. Kadın bir şey ister erkek de onu reddeder. Kadın din der, iman der, ahlak der, erkek bunları kavga vesilesi yapar. Böylece bu ailede dual bir hayat yaşanır; buna da yaşama denecekse!..
“Bu çarpışma ve boğuşmada çocuklar bazen bir tarafa bağlanır, bazen de iki cephe arasında hissiz, duygusuz; cemiyete ve aileye düşman hale gelirler. Binaenaleyh, erkek veya kadın izdivaca adım atarken, bu konuyu çok iyi düşünmeli, gerekirse, tecrübe sahipleriyle istişare etmeli ve tercih sebeplerini çok iyi belirlemelidirler.”
“Resulü Ekrem (S.A.S.) bu konuyla alakalı şöyle ferman eder: ‘Kadın dört şeyden dolayı alınır: Malı, soyu sopu, güzelliği ve dindarlığı; sen dindar olanını seç ki, huzur bulasın.’ (Buhari, Nikah)
“Din (dindarlık), en önemli bir tercih sebebidir. Şayet biri cemâl sahibi, diğeri de orta güzellikte ama dînî duygusu mükemmel iki aday söz konusu olursa, ahlâkî ve dînî üstünlük tercih sebebi olmalıdır. Evet AİLE HAYATI, sadece dünyaya ait bir hayat değildir; o evlâtlarla, torunlarla devam eden ve ahirette de beraberliği söz konusu olan bir hayattır. Aslında iyi bir yuva, dünyada cennet köşelerinden bir köşe olabilecekken, bazı yanlışlıklardan ötürü kabre çevrilmiş ve tabiî ötelerin mutluluğuna götüren yolları da yıkıp harap etmiştir.
“Bu itibarla müstakbel eşin dînî düşüncesine ameline özellikle de akidesine mutlaka dikkat edilmelidir. Akîde hususunda bir yanlışlığı, bir inhirafı olan erkeğe kızını veren kimse, meydana gelecek bütün olumsuzluklardan mesul sayılır. Aynı durum erkek için de söz konusudur. Hatta erkeğin ciddi bir akîde problemi varsa, mesele temelden olumsuz demektir; zira nikahın geçerli olmasında iman temel bir rükündür. Allah’a inanmayan, dini emirleri hafife alan bir insanın ciddi bir ‘iman problemi’ vardır. Dolayısıyla da nikah akdinin varlığı için en önemli bir unsur yok demektir.
“Sadece makam, mevki, mansıp, şöhret, para, maaş mülahazalarına bağlanarak gerçekleştirilen bir izdivacın dini de diyaneti de hafife aldığı açıktır… ve böyleleri kazanma kuşağında kaybetmişlerdir. Bir kere izdivaçta öncelikle aranan husus dinî vasıftır. Dinin temeli akîdedir. Akidesi olmayan bir kimseyle izdivaç hiçbir zaman gerçek mânası ile bir izdivaç değildir, o, sadece bir araya gelmedir.
“Bu tesbitlerimiz elbette ki, dindarlar ve dinin kanunları, kıstaslarını kabul edenler içindir… Şunu bir kere daha belirtmeliyim ki, izdivaç, dünyevî-uhrevî mutluluğun çok önemli bir dayanağıdır; böyle ciddi bir konuda yanlış yapan her iki dünyasını da karartmış olur.
“Her şeyden evvel çevrenizi, dînî duygularla, iyi beslenememiş çoluk-çocuk, evlad-ı iyâl sarmış ise, zaten işe vaziyet etmeniz çok müşkül olacaktır. Bir inayet eli, harikulade kabilinden imdadınıza yetişir, sizin ihmallerinize, yanlışlarınıza terettüp eden çarpıklıkları düzeltirse ona, ‘Allah’ın inayeti’ der ve devamını dileriz. Ne var ki, bu her zaman da böyle olamayabilir…”
Evet eş seçme hususunda bu tavsiyelere çok önem vermek gerekiyor.