Ankara krizi, Ankara savaşına dönüştü. Arınç’ın çıkışı Saray’ın müdahalesineydi. Hükümetin hukukunu korumak içindi.
O yüzden Erdoğan’a ‘Hayır’ dedi. Haklı olarak sorumluluğun hükümette olduğunu hatırlattı. Sorun, ‘izleme heyeti’ ve Dolmabahçe fotoğrafıydı. Cumhurbaşkanı ‘Olmaz, yanlış’ dedi. Arınç ise ‘Kararlıyız’ diye cevap verdi. Dünyanın her yerinde bunun adına ‘kriz’ denir.
Son sözü kim söyleyecek? Saray mı, hükümet mi? Sadece bu olayın değil yarının da sorusu bu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu ile İstanbul’da gece yarısı bir araya geldi. Yetmedi, bir gün sonra tekrar buluştu. Her olağanüstü dönemde olduğu gibi ailecek bir araya geldiler. Davutoğlu sessiz kaldı. Müdahil olmadı. İzlemekle yetindi. Nedeni belli. Ağırlığını koysa bile krizi çözecek gücü yok. Saray’a yasal sınırlarını hatırlatacak mecali yok.
Zirveler tansiyonu düşürür ama sorunu ortadan kaldırmaz. Bir süre erteler. O kadar. Evet doğru, Saray’la Köşk arasındaki hava yumuşadı. Arınç eleştiriler için ‘Haşa ben Cumhurbaşkanı’mızı çok seviyorum’ dedi. Öfkesini Gökçek’ten çıkardı. Kendisini istifaya çağıran Melih Gökçek’e yöneldi. Siyaset tarihinin çok az gördüğü üslupla Gökçek’e yüklendi.
‘Haysiyet, havlamak, parsel parsel satmak’ gibi kelimelerle... Ve bir anda Ankara krizi, Ankara savaşına dönüşüverdi. Kimseyi yanıltmasın işin özü yine siyasi. Arınç’la Gökçek’in arası öteden beri problemli. Arınç, Gökçek’in adaylığına karşı çıktı, engellemek için her yolu denedi. Aralarında kan davası olduğu söylense yanlış olmaz. Siyasî anlamda tabii. Bu gerçeği Ankara’da bilmeyen yok.
Fırsatı değerlendirmek isteyen Gökçek, seçim döneminden kalan hesabı Ankara’nın puslu ortamında görmek istedi. Ama hiç ummadığı salvolarla karşı karşıya kaldı. Bu kadarını beklemiyordu. Cevap vermekte zorlandı. Oysa siyasî kavga en iyi bildiği işti. Siyasî ömrü, karşılıklı atışmalar ve kavgalarla geçti.
(...)