Her tutuklamadan, her
davadan, her
belgeden sonra “Yok böyle birşey, sahte, uydurma” diyen “İktidar muhalifleri susturuyor... Belgeleri cemaat uyduruyor” diyenlerin artık bir karar vermeleri gerekiyor.
Bu ülkede dört askeri
darbe, en az üç kesin askeri darbe teşebbüsü oldu mu, olmadı mı?
Maraş,
Sivas, 1
Mayıs katliamları yaşandı mı yaşanmadı mı?
Mumcu,
Üçok, Aksoy, Kışlalı, Dink ve daha başkaları öldürüldü mü, öldürülmedi mi?
17 bin
faili meçhul cinayet var mı, yok mu?
Danıştay üyesi makamında katledildi mi, katledilmedi mi?
İrtica eylem planları, andıçlar yazıldı mı, yazılmadı mı?
Şemdinli,
Çukurca, Reşadiye oldu mu, olmadı mı?
Bu ülkenin yakın geçmişi üzerinde karanlık bir
örtü ve o örtünün altında da karanlık ilişkiler yaşandı mı, yaşanmadı mı?
“
Balyoz uydurma,
Kafes yalan,
Ergenekon diye bir
örgüt yok, paşalar masum, yeraltında çıkan silahlar
boru, andıçlar kağıt parçası,
Odatv masum bir gazetecilik faaliyetidir” diyenlerin önce bu sorulara dürüst
cevap vermeleri lazım.
Dürüst bir cevap ...
Bu ülkenin en şöhretli askerlerinden birisi olan Atilla Kıyat’ın “
Faili meçhuller bir devlet politikasıydı. Emir komuta olmadan faili meçhul olmaz” sözü de bir yalan mı?
Devlet daha düne kadar böyle bir devlet değil miydi?
Sözde herkes darbeye, cinayete, hukuksuzluğa karşıyken iş ciddiye bindiğinde herkesin hukuk ve
demokrasi maskesi takarak kolay yoldan
şefkat ve vicdan numunesine dönüşmesi üzerine bu soruları sormak farz oldu.
Bu ülkenin insanları, karanlık Türkiye’nin, Ergenekon düzeninin, darbeler, cuntalar, andıçlar, faili meçhuller, provokasyonlar,
cinayetler döneminin hesabını sormadan kendilerine nasıl saygı duyabilirler?
Geçin saygıyı, haysiyeti, bu hesabı sormayan, bu dönemi
kapatmayan, bu düzeni yıkmayan devlet
e devlet denir mi?
“Bir şey yok., belgeler sahte, deliller uydurma, maksat muhalefeti susturmak” diyenler bu sorulara ne cevap veriyor, merak ediyorum...
Her şey uydurma, her dava yalan, her belge sahte...
Peki dört askeri darbe, başının arkasından bir kurşunla vurulan masum insanlar, öldürülen aydınlar, alanlara sığmayan katliamlar da mı sahte? Kapatılan partiler, yasaklanan
siyasetçiler de mi uydurma? Yeraltından fışkıran silahlar da mı boru?
Dürüst bir cevap,
evet. Var mı yok mu, oldu mu olmadı?
Yoksa dillerinin altında “Olan oldu, ölen öldü. Ne yapıldıysa devlet için yapıldı. Fazla kurcalamayalım öyle kalsın” baklası var da çıkartamıyorlar mı? Bu yüzden mi darbecinin, faili meçhulcünün, provokatörün, fabrikatörün önüne geçip göğüslerini
siper ediyorlar?
12
Eylül referandumuna karşı çıkış; kapatma davasına göz kırpış da bundan mıydı yoksa!
İmtiyazlar bittikçe, hukuk yol aldıkça; darbeciler, darbe yandaşları, asker, yargı,
bürokrasi ve medya içindeki müttefikleri de açığa çıkıyor. Sözümona askerin siyaset üzerindeki etkisine en çok
itiraz edenlerde bile telaş gözleniyor; sözlerinden
öfke yağıyor.
Artık yeni bir sorunumuz vardır.
Devlet karanlık sicilinden arındırılırken, şeffaflaşırken, askeri vesayetten boşalan alana hukuk
egemen olurken başlayan bu telaşı çözmemiz, sebebini anlamamız,
analiz etmemiz lazım.
Darbeyi, katliamı, cinayeti, medyanın emir eri hallerini unutup birdenbire vicdan, şefkat ve prensip abidesine dönüşenler itibarlarını nasıl bu kadar ucuzlatabiliyorlar?
Yoksa “28
Şubat gerçekten bin yıl sürecek” ve gerçek demokratlık hiç gerekmeyecek mi zannetmişlerdi? Vizyonları buydu da biz mi anlamadık yoksa?