MURAT ÇETİN
Kasım 2021 tarihinden bu yana bu sütunda zaman zaman ve özellikle böyle Ramazan ve Kurban bayramı dönemlerinde yıllardır zindanlarda esir tutulan Yusuf’ların göndermiş olduğu mektuplara da yer verdim. Yine bir buruk bayram yaşıyoruz. Zira biz bir anlamda özgür sandığımız dünyanın sürgünün yaşarken onlar da dört duvar arasında kaderlerinde yazılı olan çileyi tamamlamak için sabırla bekliyorlar. Ben bu bayramda yine o sabır kahramanlarından birisinin bir süre önce yazdığı mektuba iliştirilmiş bir gönül yazısının burada sizlerle paylaşacağım. O büyük ruhları unuttuğunuzu hiçbir zaman düşünmüyorum ama belki de bu yazı onları biraz daha derinden hissetmenize ve dualar göndermenize vesile olabilir. Bu ümit ve reca ile Ramazan bayramınızı kutlar sizleri derin hislerle dolu o yazı ile baş başa bırakıyorum.
ÖZLEDİM!
“Pazar sabahları eşimin hazırladığı kahvaltıyı, çaya düşen kaşığın sesini, demliğin buharını, yağda yumurtanın tadını, sıcacık ekmeğin kokusunu, çocuklarımın sofradaki neşesini ve kahvaltıda bugün çocukları nereye götürelim diye konuşmayı özledim.
Eşimle dans etmeyi, dans ederken gözlerinin içine bakmayı, kol kola girip sokaklarda yürümeyi, el ele tutuşup kalabalık içinde dolaşmayı, sırf onu güldürebilmek için espri yapmaya çalışmayı özledim.
Toprağa dokunmayı, toprağın yağmurdan sonraki o muhteşem kokusunu, ağaçların yapraklanmış, çiçek açmış dallarını, doğanın her türlü güzelliğini, gökyüzünün uçsuz bucaksız görüntüsünü, gün doğumunu ve gün batımını izlemeyi özledim.
Gece başka hiçbir ışığa nasip olmayan doğallığı ile her yeri kaplayan ay ışığının altında oturmayı, yürümeyi, sohbet etmeyi ve yıldızları görmeyi özledim.
Bu dünyadaki tüm makamları, koltukları, unvanları, zenginlikleri bir anda unutturan ve hepsinden çok daha kıymetli olan evlatlarımı uyurken izlemeyi özledim.
Yüzüme değen minik elleri, bacağıma sarılan zayıf kolları, boynuma hoplayan ince bedenleri, o dünyalara değer yavrularımın gülüşlerini, neşelerini, seslerini özledim.
Oğlumla top oynamayı, sinemaya gitmeyi, ödevlerini yapmayı, sohbet etmeyi ve kitap okumayı, çocukluğunu onunla yaşamayı, üzüldüğünde onu teselli etmeyi özledim.
Kızımın elinden tutup yürümeyi, arkasından koşturmayı, onunla pastaneye gitmeyi, parkta onu oynatmayı, geceleri ayağımda sallamayı ve uyuduğunda yatağına yatırmayı özledim.
Bir yere gittiğimde bana güvenen, inanan, saygı duyan ve benden kötülük gelmeyeceğine emin olan insanların bakışlarını özledim.
Evimde, ailemin yanında olmayı, etrafımda çocuklarım, sevdiklerim, akrabalarım ve dostlarım varken huzur içinde sohbet etmeyi, içten tebessüm etmeyi ve mutlu olmayı özledim.
Kayınpederimin evinde sürekli yenen yemekleri, tepside gelen meyveleri, terasta uyumayı, evin içinde hep beraber yaşanan mutlu kargaşayı, sohbetleri ve gülümsemeleri özledim.
Ramazan ayında dostlara ve akrabalara iftara gitmeyi, onları iftarda ağırlamayı, yaşanan tatlı telaşı, mis kokulu sıcacık Ramazan pidesini yemeyi özledim.
Bir bayram sabahı uyandığımda eşimin, çocuklarımın erkenden kalkıp bayramlıklarını giyinmiş hallerini, bayram ziyaretlerini, saygıyla annelerimin, babalarımın ellerini öpmeyi, komşu çocuklarının şekerleri avuçlayıp kaçmalarını özledim.
Dostum diyebildiğim insanlarla sohbet etmeyi, ailece yapılan komşu ziyaretlerini, sıradan, basit ama hayatın içinde çok değerli olan anları yaşamayı özledim.
Zihnimde hiçbir düşünce, sıkıntı, geçmiş ve gelecek kaygısı olmadan, sadece bulunduğum anın farkındalığını yaşamayı, bu durumun içimi bir huzur duygusuyla doldurmasını ve kendimi enerji dolu hissetmeyi özledim.
Kendimi avutmayı ve çaresizlik duygumu kısa bir süreliğine dindirmeyi aklıma getirmeden, hiç birini yapamayacağımı düşünmeden, özgürce planlar yapıp hayaller kurmayı özledim.
Annemin tarhana çorbasını, yengemin kahvaltılık patatesli böreklerini, ablamın kabak tatlısını, kurban bayramlarında yapılan tiritleri ve burnuma nefis yemek kokularının gelmesini özledim.
Pikniğe gitmeyi, mangal yapmayı, mangaldan sıcak sıcak atıştırmayı, piknik sohbetlerini, top oynamayı, oğlumun attığı şutları yakalayamamayı, piknik dönüşü yorgunluğu özledim.
Denize, havuza gitmeyi, oğluma yüzme öğretmeyi, kızımla çocuk havuzunda oynamayı, kızımın havuzda neşe içinde attığı kahkahalarda huzur bulmayı, havuz kenarında ailece dondurma yemeyi özledim.
Koltukta, yumuşak minderli sandalyede oturmayı, koltuğa gömülerek veya uzanarak televizyon seyretmeyi özledim.
Reyonları gezerek, görerek, dokunarak alışveriş yapmayı, parayı kullanmayı özledim.
Araba kullanmayı, İstanbul trafiğinde saatlerce beklemeyi, araçta çocuklarımın sevdiği şarkıları açmayı, kavgalarını seyretmeyi ve onlara kızmayı özledim.
Özel günlerimizi kutlamayı, eşimle hediyeleşmeyi, özel günleri daha da özel hale getiren anları yaşamayı, birbirimize özel olduğumuzu hissettirmeyi ve bu duyguyu hissetmeyi özledim.
Çocuklarımın doğum günlerindeki neşeli hallerini, pastalarını üflemelerini, doğum günü yaklaşırken Berksu ile yaptığımız hediye pazarlıklarını, Elif’in hediye paketlerini açarken gözlerindeki parıltıyı görmeyi özledim.
Cep telefonumu kullanmayı, canım ne zaman isterse sevdiklerime ulaşabilmeyi, seslerini duyabilmeyi, hal ve hatırlarını sorabilmeyi, eşimle, çocuklarımla istediğim kadar konuşabilmeyi, sosyal medyayı takip edebilmeyi ve ihtiyaç duyan herkesin istediği zaman bana ulaşabilmesini özledim.
Denizin kokusunu alabilmeyi, rüzgârı hissedebilmeyi, martıların sesini duyabilmeyi ve onlara simit atmayı özledim.
Her gün yeni bir yerde uyanmayı, çiçeklerin kokusunu almayı, seyahat etmeyi, boğazı seyretmeyi, sahilde yürümeyi ve yeni hayaller kurmayı özledim.
Eğer siz de benim gibi dört duvar arasında, sevdiğiniz herkesten ve her şeyden ayrı yaşamaya mahkûm değilseniz, neleri özlediğinizi bir düşünün… Bunları yapmanıza engel olan şey daha kıymetli değilse ertelemeyin ve doyasıya yaşayın. Yaşadıklarınıza değil, yaşayamadıklarınıza üzüleceğiniz günler her an gelebilir. Vessalam. “