Abdullah Aymaz | samanyoluhaber.com
Münafıklar
Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi'nin başı Kur’an-ı Kerim'i, ardından müttakî müminleri övüyor. Sonra da 13 âyet münafıklardan bahsediyor. Münafıkların en büyük özelliği yalancılıktır.
Bu hususta İşârâtü’l-İ’caz’da Üstad Hazretleri şöyle diyor:
“Yedinci cümleyi teşkil eden ‘Sürekli yalan söyleyip durdukları için onların hakkı sadece çok acı bir azabtır.’ Münafıkların mezkur cinayetleri arasında AZAB kelimesinin yalnız yalana bağlanması yalanın son derece kötü ve çirkin olduğuna işarettir. Bu işaret dahi, yalanın ne kadar tesirli bir zehir olduğuna sâdık bir şâhiddir. Zira, YALAN küfrün esasıdır. Yalan, münafıklığın birinci alâmetidir. Yalan, İlâhî Kudrete bir iftiradır. Yalan Rabbânî Hikmet’e zıttır. Yüce ahlâkları tahrip eden, yalandır. Âlem-i İslâmı zehirleyen ancak yalandır. İnsanlık âleminin ahvalini fesada veren, yalandır. İnsanlık nev’ini kemâlâttan geri bırakan, yalandır. Müseylime-i Kezzab ile emsâlini âlemde rezil ve rüsvay eden, yalandır. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, bütün cinayetler içinde tel’ine, tehdide tahsis edilen, yalandır. Bu âyet, insanları, bilhassa Müslümanları dikkate davet eder.
Kâfirler için iki âyet varken münafıklar hakkında ise 13 âyetin art arda sıralanmasının bazı nükteleri vardır. İşte bazıları…
Düşman gizli olduğunda daha muzır olur. Sinsi olduğunda daha habîs olur. Yalancı olduğunda fesadı daha şedit olur. Dâhîlî olduğunda zararı daha büyük olur.
Çünkü dâhîlî düşman, salâbeti kırar, kuvveti dağıtır. Halbuki hâricî düşman, salâbeti kuvvetlendirir, metâneti artırır.
Maalesef münafıklığın İslâm'a cinâyeti cidden çok büyüktür. Bu müşevveş durum, ancak nifak yüzündendir. Bundan dolayı Kur’an, sıkça onların şenaatini ortaya koymuştur.
Münafık, müminlerle iç içe yaşaması sebebiyle peyderpey onlara ünsiyet eder, yavaş yavaş imana ülfet eder, kendi amellerini ve hareketlerini çirkin görerek kendi halinden nefret etmeye hazır bir duruma gelir. Sonunda tevhid kelimesi dilinden kalbine inebilir.
Münafığın küfre ilave olarak “Müslümanlarla dalga geçme, onları aldatma, hile, yalan ve riya gibi cinayetleri vardır.
Münafık çoğu kere ehl-i Kitaptan ve cerbezeli, vehimli kimselerden olduğundan hileci, dessas ve şeytanî zekâ sahibidir. Böylelerini daha ayrıntılı anlatmak, belâğata daha uygundur.
1994’de Amerika’da ilk özel okulu, Hizmet açmıştı. Üç öğrencimizin babası Muhyiddin Mekkevî isimli bir emlâkcıydı. Eşi, İtalyan asıllı mühtedi, tesettürlü bir hanımefendi idi ve bizim okulun muhasebecisiydi. Yedi çocukları vardı. Muhyiddin Beyin dedeleri Türkiye’den Mekke’ye gitmişler. Onun için Mekkevî deniliyorlar. Oradan Lübnan’a geçmişler. Lübnan’dan sonra da Muhyiddin Bey Amerika’ya gelmiş. Bütün İslamî grupları tanıyor, onlara gidip geliyor. Ama hep “Benim çocuklarım burada ne olacak? Dedem çok dindardı. Babam onun kadar değildi. Ben de babam kadar değilim, ya benim çocuklarım buralarda eriyip giderse?..” diye üzülüyormuş. Bir gün bir İtalyan berberde tıraş olurken, Kur’an sesi duymuş. Nereden buldun diye sormuş. “Bazı Türk öğrenciler gelip gidiyorlar, onlarla sohbet ediyoruz. Hoşuma gidiyor, onlar verdi” demiş. Bir gün müşterilerinden yaşlı bir Amerikalı hanım, birkaç genç ile gelip “Muhyiddin! Bunlar benim yeni boşalan evimi kiralamak istiyorlar, ne dersin, vereyim mi?” diye sormuş. “Baktım düzgün gençlere benziyorlardı. Hiç kimseye kefil olmadığım halde içimden geldiği gibi, ‘Kiraya verebilirsin, onlara ben kefilim’ dedim. Nasıl söyledim sonradan da hayret ettim.” diyor. Altı ay sonra kadın arıyor: “Muhyiddin şimdi ben ne yapacağım?” diye üzüntüsünü belirtiyor. Muhyiddin Bey önce, “Eyvah evi tahrip ettiler, kirayı ödemediler gittiler” diyecek diye endişe ediyor. Kadın diyor ki: “Bunlar çok iyi, çok temiz ve dürüst Türklerdi. Benim bütün alış-verişlerimi yapıverir, işlerimi, ihtiyaçlarımı görüverirlerdi. Bunlar gidince ben ne yaparım!?” diyor. Bundan sonra Türk okulunun açıldığını duyunca çocuklarının üçünü kaydettiriyor. Tanıştık… Kendisine elimde sadece Arapça İşaratü’l-İ’caz tefsiri olduğu için onu hediye ettim.
Bir gün beni aradı ve “Bu akşam bizim evde bir ziyafet var. Suriyeli doktorlar gelecek. Siz de gelin bunlara Hizmet’i anlatalım” dedi. Bizim okulun matematik öğretmeni Hasan Bey'le gittik. Yemekten sonra o doktorlara Çerkez bir hoca, Arapça sohbet yaptı. Arapça konuşuyor ve Arapça Telaffuzu çok hârika!.. Münafıklar üzerine âyetler ve hadisler okuyor. Bir ara kitaplıkta benim verdiğim İşârâtü’l İ’caz'ı gördüm. Sohbet bitince kalkıp onu aldım ve Münafıklar bölümünü açıp “Biraz buradan okusanız” dedim. O da okumaya başladı. O doktorların başı Muhammed Kâf isimli birisi var. Hayretle dinliyordu. Kalkıp uzandığı gibi kitabı hocanın elinden kaptı ve: “Bu kitabı bana hediye edeceksin! Ben böyle tefsir görmedim! Başına yaz bakalım: ‘Bu tefsir, Muhammed Kâf’a hediyemdir.’ dedi. Ben, ‘Bunu Mekkevî’ye hediye ettim. Sana Türkiye’den ayrıca getirtirim’ desem de dinlemedi. Mekkevî’nin tasvibiyle, imzalayıp vermek zorunda kaldım.