İnsanın dişleri de, kalemi de kilitleniyor; infiale, öfkeye kapılıp yanlış bir söz söylememek için olmalı.
Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere İktidar'ı topyekün “IŞİD'i besleyen zihniyet” olarak mahkûm ederken, genel bir öfke patlamasına tercüman oluyor. Suruç'taki vahşetin sorumlusu kim? Başta HDP olmak üzere, muhalif çevrelerde Hükümet'i “IŞİD'in suç ortağı olmak”la suçlayanlar çoğalıyor. Peki doğru mu? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yöneten siyasî irade ile IŞİD arasında fiilî bir işbirliği veya üstü kapalı bir uzlaşma var mı?
Mutlaka acıyı, öfkeyi ve siyasî hesapları bir kenara bırakıp, soğukkanlı bir şekilde bu sorunun cevabını vermeliyiz. Başımız çok fena belâda. Asılsız suçlamalarla enerjimizi tüketirken, Suruç vahşetinin benzerlerini önleyemeyiz.
Başbakan Davutoğlu bu netameli soruya, Suruç saldırısı üzerine yaptığı açıklamada şu cevabı veriyor: “Türkiye ve AK Parti iktidarlarının, hiçbir zaman hiçbir terör örgütüyle doğrudan ya da dolaylı bir ilişkisi söz konusu olmadığı gibi, hiçbir terör örgütüne de müsamaha gösterilmemiştir.” Bu cevabın doğru olmadığını kanıtlamak kolay. Kastedilen IŞİD ise “Musul Rehine Olayı”nda, bu örgütle ilişki kurulduğu ve takas yapıldığı ortada. PKK, hâlâ bir “terör örgütü” olduğuna göre MİT-Öcalan Süreci de “doğrudan ve dolaylı ilişki” örneği olmalı. Ancak Davutoğlu'nun sözlerinde genel duygulara tercüman olduğu için gözden kaçan daha önemli bir husus var. “Terör örgütü” lâfı, öfke objesi olarak duygularımızı temsil ediyor; ancak ne var ki “örgüt” kelimesini ne kadar geniş kullanırsanız kullanın, IŞİD bir “terör örgütü” değil, düpedüz bir “terör devleti”. Nitekim rahatça kullandığımız IŞİD'in son harfi “Devlet”in kısaltması.
(...)