tr724 yazarı Adem Yavuz Arslan ceza hukukçusu Murat Akkoç'la ByLock'la ilgili hazırladıkları raporu konuşmuştu. İşte o röportajın ikinci bölümü:
MİT’İN BYLOCK RAPORUNUN 21 BAŞLIĞINDA SAHTECİLİK ŞÜPHESİ VAR
Dün röportajın ilk kısmında Bylock’un ceza hukuku usulü açısından delil olamayacağı konusu üzerinde durmuştuk. Bugün Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) ‘hüküm’ muamelesi yapılan meşhur 88 sayfalık Bylock raporunun açıklarını ve Bylock listelerinin elde edilişindeki usulsüzlükleri konuştuk. Murat Akkoç, Bylock gerekçesiyle tutuklananların savunmalarını bu çerçevede usul yönünden ve ‘günümüz yargılamalarını esas alarak’ yapmalarının doğru olacağı görüşünde.
İKİNCİ KISMI AŞAĞIDA OKUYABİLİRSİNİZ…
Bylock listeleri ne kadar sağlıklı? Medyaya yansıyanlara göre Bylock kullandığı halde listelerde olmadığını açıklayan gazeteciler var, buna karşın pazarcı teyzeler, kamyon şoförü sıradan insanlar ya da BM hâkimi gibi uluslararası kariyeri olan kişiler de tutuklandı.
Bu işin esas kısmına giriyor. Israrla söylüyorum, savunmayı günümüz yargılamalarını esas alarak yapmak gerekiyor.
Günümüz yargısından kastınız?
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yaşanan ortamı kastediyorum. Bizim mahkemelerimizin tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda iktidarın dışında kimse ikna olmuş değil. Maalesef kişiler çok kolay tutuklanıyor, çok kolaylıkla hüküm giyiyorlar.
Bylock listeleri nasıl oluşturuluyor?
MİT dijital materyalleri Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na getirip karar aldırdıktan sonra o materyaller tekrar MİT’e verildi. 104 gün sonra , 24 Mart 2017’de bir tane daha flash disk getirildi. Esas 102 bin kişilik liste orada oluşturuldu. Bu bile veri bütünlüğünün kurulmadığının ispatıdır. Birinci flash disk ve hard diskte 215 bin kişi varken 104 gün sonraki listede 102 bine düşüyor.
Daha önce 1 milyondu!
MİT diyor ki bazıları mükerrer indirmiş.
Kim aynı programı on kez indirir ki? Ayrıca bunun delili var mıdır yani aynı IP den birden fazla indirildiği nasıl tespit edilebilir?
MİT ‘bana güvenin’ diyor, bir delil sunmuyor. Ceza hukukunda böyle bir tanım yoktur. Hadi MİT’in varsayımı doğru değilse ne yapacağız? 1 milyon kişi indirmişse ne yapacağız? 1 milyon kişi kullanınca Cemaat’in haberleşme programı olmaktan çıkıyor da, 102 bin olunca mı Cemaatin programı oluyor?
MİT’in, 1 milyon indirmenin 102 bine nasıl düşürüldüğünü bilimsel olarak ortaya koyması gerekir. Raporunda böyle bir veri yok. Burada esas nokta şu: MİT, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tekrar kendine verdiğinde şunu yaptı. Bu listelerden IP’leri elde ettiğini söylüyor. “215 bin IP tespit ettim, bunu BTK’ya sordum aynı zamanda Vodafone, Turkcell ve Türk Telekom’dan (Avea o zaman) sordum. Buradan gelen verilerle de 102 bin kişiyi oluşturdum” diyor. Raporlar bunu söylüyor. Fakat burada çok temel bir sorun var. Çünkü Avea Operatörü mahkemelere gönderdiği yazıda ‘Ben IP’dan gerçek kişileri tespit edemiyorum’ diyor. Çünkü Türkiye’de GSM operatörlerinin hat sayısı ile IP sayıları orantılı değil. Turkcell ortalama 15 kişiye 1 IP, Avea 18 kişiye 1 IP verebiliyor. Turkcell ve Vodafone’un teknolojisi müsait olduğu için ‘alt IP’leri de tespit edebiliyor. Fakat Avea’da böyle bir durum yok. Avea mahkemeye gönderdiği yazıda ‘Ben alt IP’leri tespit edemiyorum’ diyor. Bu durumda 102 bin kişilik listede Avea hattını kullanan hiç kimsenin olmaması lazım. 102 kişilik listede benim müvekkillerim var. Savcılıklarda 2. Bylock listesinde 45 bini Avea. Şimdi Avea alt IP’leri veremiyorsa, burada 45 bin Avea sahibini nasıl tespit etti? Avea’nın tespit edemediği kullanıcıyı MİT nasıl tespit etti? Bu durumda 102 bin kişilik listenin tamamı sahte haline geliyor, ekleme çıkartma yapılmış oluyor. Hukuken tartışmalı hale geliyor bu liste.
‘MİT’İN ELİNDE FİŞLEME LİSTELERİ VAR’
Avea bir IP’yi yaklaşık 20 kişiye vermiş. Peki bu 20 kişiden bazı kişileri nasıl listeye aldı? O zaman şu ihtimaller ortaya çıkıyor. MİT in elinde bir fişleme listesi vardı, listede olan kişiyi, IP listesinde görüp ‘Bylock kullanıcı listesini’ yaptı. İkinci ihtimal muhalif gördüğü bir kişi varsa onların IP listesinde olanlarını ayıkladı ve oradan liste oluşturdu. Üçüncü ihtimal ise herhangi bir kişi o kişiyi ‘fetöcü’ diye ihbar etmişse, MİT 20 kişilik listeden bu kişiyi çekip Bylock listesi yapmış. Mahkemeye gelen yazılardan bu anlaşılıyor.
Burada çok önemli bir şey var: Ceza hukukunda ‘suç şahsileştirilemiyor’ ise şüpheden sanık yararlanır. Bylock’tan yargılananlar kesinlikle beraat verilip hemen tahliye edilmeli. Şu anda 40 bin insan soruşturuluyor, 35 bini tutuklu. 35 bin kişinin hemen tahliye edilmesi lazım. Şu anki savcılar ve mahkemeler ne yapıyor? Bu şüpheli hale gelmiş listeyi kişiyi ikrar ettirerek, ispat yükünü, hukuka aykırılığı veya “Şüpheli durumu bak kişi ikrar etti, içerikte bir şey yoktu. Şahsileştirip terör örgütü üyeliği cezası veriyorum” diyor mahkemeler.
Temel kuraldır, usul esastan önce gelir. Bylock zanlısı iseniz usule uygun itirazları ısrarla yapın. Hukuken bu delil yasak delildir, veri bütünlüğü yoktur.
Emniyet ve MİT’in mahkemelere gönderdiği yazıda ‘istihbari bilgidir tek başına delil olarak kullanılamaz’ uyarısı var. Neden böyle bir uyarı koyma ihtiyacı hissediyorlar?
Benim müvekkilimle ilgili yazıda da aynısı yazıyor. Mahkemeler şunu diyor, ‘bana bir Bylock listesi geldi. Tek başına hükmü esas almıyorum. İkrar ediyorsa araştırmıyorum. Zaten Yargıtay da sadece erişimi bile terör örgütü üyeliği için yeterli görüyorsa ben buna göre verdim kararımı, diyor. Bu sizin dediğiniz ‘istihbari bilgiyi’ tek başına kullanmadım zaten’ diyor. Bir nevi tevil yapıyorlar.
İçerikler geldi deniyor? İçerikler mahkemelere gönderildi mi? MİT dosya içeriklerine ulaşabildi mi?
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı sanıklara ait olduğunu iddia ettiği bazı içerikleri gönderiyor. Ama bu 102 bin kişiden kaç kişinin gönderildi bilemiyoruz.
Bu içeriklerin sağlıklı olduğunu nasıl bileceğiz TİB’de bir içerik yazım merkezi oluşturulduğu, “işte Bylock yazışması” adı altında sahte yazışmalar üretildiği yönünde haberler çıktı.
Ben önce şunu sorarım: “Müvekkilime ait olduğunu iddia ettiğiniz verileri nasıl elde ettiniz?” Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ‘elde ettim’ diyor. Nasıl elde ettin? Bana hukuka uygun olduğunu, veri bütünlüğünün korunmuş olduğunu ispatlaman lazım.
‘MİT KENDİ PERSONELİNİ BİLİRKİŞİ OLARAK KULLANAMAZ’
Ayrıca, Yargıtay ne diyor, ‘memurlar, MİT görevlileri, bilirkişi olamaz’ diyor. Yargıtay’ın açık içtihadı var: “Kurum içinde atadığın memurlar bilirkişi sıfatıyla çözümlemeler yapamaz.” MİT’in evrakları teslim ettikten sonra devreden çıkması lazımdı. MİT’in kendisi bilirkişi heyetleri oluşturdu. Bu hem yönetmeliğe hem Yargıtay içtihatlarına aykırıdır. Ergenekon kararında da bu var. Yargıtay çıkıp yeni bir içtihat kararı aldım ve kabul ediyorum diyebilir. Ama ‘ben yaptım oldu’ dersen bunun adı hukuk olmaz zaten.
Ceza yargılamalarında çok önemli iki ilke vardır: Bir silahların eşitliği ilkesi. İkincisi çelişmeli yargı ilkesidir. İddia ve savunmanın aynı argümanları, mekanizmaları kullanabileceği ortamın oluşturulması gerekir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı iddia makamı, benim müvekkilim hakkında bir şeyler söylüyor. Silahların eşitliği ilkesi gereği benim müvekkilimle ilgili tüm evrakları, delilleri görebilmem lazım. Mahkemeden sadece liste götürülerek, o listelere dayanak olan materyalleri göstermezseniz, kaçırırsanız bu bile tek başına bu delilin hukuka aykırı olduğunu gösterir.
Çelişmeli yargı ilkesi nedir? Savunmanın, iddia makamının elinde olduğu iddia edilen delilleri mahkeme önünde görmesidir. Ceza yargılamalarında yüzyüzelik ilkesi vardır. Mahkemenin huzuruna gelmemiş hiçbir delile göre o hüküm tesis edilemez. Mahkemenin huzuruna gelmesi gereken dijital materyaller Ankara Adliyesi’nde adli emanette duruyor. Bu materyallerle ilgili çözümlemeler ilgili soruşturma dosyasında duruyor. Bize sadece bir Excel listesi gönderiliyor.
Bütün bunların olmadığı yerde, bırakın bu işleri, mahkemeye içerikler gelmiş hala hukuka aykırılık filan diyorsunuz, o zaman bunu diyorsanız Ergenekon davasını nereye koyacaksınız? Yargıtay’ın binlerce içtihadını nereye koyacaksınız, hadi hukuku askıya aldık diyorsanız AİHM içtihatlarını nereye koyacaksınız?
Bu Bylock’la ilgili listelerin ya mahkemeler tekrar araştırmasını yapmalı ya da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı mahkemelere yazı yazarak yargılamayı durdurmalı ve oradaki soruşturmayı ‘bekletici mesele’ yapıp sahtecilik iddialarını inceleyerek mahkemelere tatmin edici bir karar göndermesi lazım.
‘88 SAYFALIK MİT RAPORUNDA 21 BAŞLIKTA SAHTECİLİK ŞÜPHESİ VAR’
MİT in Bylock dosyasında manipülasyonlar yaptığına yönelik haberler çıkmıştı.
MİT’in hazırladığı 88 sayfalık teknik bir rapor var. Bizim dosyaya iki rapor koyduk, biri ABD’den bir rapor. Bir diğeri de Türkiye’den alınan rapor. Maalesef Türkiye’deki yoğun baskı ortamı nedeniyle uzmanlar bu tip raporlara imza atmak istemiyorlar.
Burada MİT teknik raporu bir hâkimin bilgi ve görgüsünü aşacak teknik verilerle dolu. Bu raporu incelettiğimiz uzmanlar, 26 sayfalık teknik veri itirazı çıkardı. 88 sayfalık kısmın 21 başlığında sahtecilik şüphesi olabileceğine dair teknik veriler bulundu. Bu iddialar bilişim uzmanlarınca ortaya kondu. Mahkeme ‘bunu reddediyorum’ diyemez. Bunu her mahkeme bağımsız bilirkişilere inceletmelidir. Sahtecilik iddiaları çok ciddidir. Bu iddialar incelemeden yargılama yapmak hukuki bir cinayetten başka bir şey değildir.
Esasında Bylock mahkemelerden savunmadan ve sanıklardan kaçırılan bir dosyadır. Eğer Bylock konusunda MİT ve savcılığın eli güçlü olsaydı şöyle yapardı; “buyurun kardeşim ben hukuka uygun bir şekilde dijital materyalleri elde ettim” der listeleri önümüze kor biz de esasa ilişkin savunmalara geçerdik.
‘HAKİMLER ŞU ANDA 35 BİN KİŞİYİ HÜRRİYETİNDEN MAHKUM EDİYOR’
Burada Bylock dosyası Türk mahkemelerinden kaçırılıyor. Çünkü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı buna kısıtlılık kararı vermiştir. Bir ihlal daha yapılıyor, soruşturma aşamasında kısıtlılık kararı verilebilir. Ama kovuşturma aşamasında sanığa ve savunmaya kısıtlılık kararı olamaz. Yargılama kamuoyuna kapatılabilir iddianamesi hazırlanmış bir dosyada gizlilik kararı olamaz. Mahkemeye karşı hiç olamaz. Devlet sırrı bile olamaz. Mahkemenin önüne dosya gelmiyor sadece bir liste iletiliyor. Mahkemelerin bunu istemesi gerekir.
Bu yargılamaları yapan hâkim ve savcılar şu anda 35 bin kişiyi hürriyetinden tahdit suçu işlemektedir. GSM Operatörü ‘ben alt IP’leri tespit edemiyorum, şahsileştiremiyorum’ derken siz bu insanları halen cezaevinde tutuyorsanız bunun adı hukuk olmaz. Başka ne derseniz deyin ama hukuk diyemezsiniz.
‘BYLOCK ŞANTAJ MALZEMESİ HALİNE GETİRİLDİ’
Farazi bir soru soruyorum: Diyelim ki Meral Akşener bir ivme yakaladı ve Erdoğan’ı rahatsız etmeye başladı. MİT’in çıkıp “Meral Akşener’de Bylock var” demeyeceğinin bir garantisi var mı?
Hali hazırda MİT in elinde bir şantaj listesi var. 45 bin Avea kullanıcısından birini aldın, alt IP’deki 19 kişiyi ayırdın. 45 bin çarpı 20, 900 bin yapar. MİT listesinin 57 bin olması lazımdı. 900 bin artı 57 bin olmalıydı. Bu MİT’in geriye kalan 855 bin kişiden oluşan bir şantaj listesi var demektir. Bu isimlerin Bylock listesine girmemesi için hiçbir neden yoktur.
Geliyor bir bürokrata, savcıya, X kişiye ‘sen Bylock listesinde olabilirsin’ diyor. Bu listeleri sorgulamıyorlar. Yarın bir gün Türkiye’de hükümet veya siyasi iktidar tasfiye etmek istediği kişileri bu listelerde gösterip hapse atar en az 5 yıl gün yüzü göstermez.
Birçok kamu görevlisinin, sivillerin bu hukuksuzluğa ses çıkarmamasını bu şantaj listelerine bağlıyorum. Çünkü korkutuluyor insanlar. 900 binden istediği 45 bini seçti. Diğer 855 bini eklemesinin önünde bir engel yok. Hiçbir mahkeme MİT’e ‘bu listeleri nasıl oluşturdun’ diye sormuyor. O zaman bu listeye göre de istediğini koyar, istediğini çıkartır.
Dijital materyallerde hiç oynanmadıysa böyledir diyoruz. MİT, savcılığa teslim etmeden önce ne kadar IP yükledi biliyor muyuz? O da araştırılmadı. Şu anda bu Bylock bir çuval.
‘BYLOCK YÜZÜNDEN KORKUÇ TAZMİNAT YÜKÜ GELECEK’
Şu anda, bir ceza avukatı olarak diyorum ki, güveniyorsanız delillerinizi getirin tartışalım. Ama getiremiyorlar. Tahliyeler verilmeli. Vermeyenler bunun hesabını bir gün verir. Ceza ve tazminat karşılıklarını görecektir. Bylock dosyalarının tamamı AİHM’den dönecektir. Yüzbinlerce Euro tazminat alacaklardır.
Türkiye kendini AİHM’den çıkartır ve bu tazminatları ödemez deniyor ki bu da doğru değil. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bir tarafıdır ve bu yargılamaların yapıldığı tarihte, şu anda kopsa bile yine bunları ödemek zorundadır. Karar çıktı ve Türkiye ödemedi diyelim. Hiç önemli değil. Yurt dışındaki Türkiye yatırımlarından tahsil edilir. Buradan kaçış yoktur. Bugün ‘bu devran dönmez’ diye düşünebilirler ama on yıl önceki yargılamaların hakimlerine bakabilirler. Siyasal ortama değil TCK ve CMK’ya göre karar vermeleri gerekir.